Aç tavuk kendisini darı ambarında görebilir belki ama Türkiye’yi yönetenlerin bu özdeyişdeki tavuk kadar bile ‘gerçekçi’ olmadığı bir kez daha ortaya çıkmış durumda.
“Aktif dış politika…Model ülke…İsrail’i dize getiren, ABD’ye kafa tutan güç…” hoş sadalarıyla tüketilen gündemlerden sonra, geldik yine o kaskatı gerçeğin karşısına…
Gerçek, Kürt sorunudur ve Türkiye kendi gerçeğiyle yüzyüze, burun buruna yine…
Şu son ‘eksen kayması’ tartışmaları sırasında AKP’li Meclis Başkanı şöyle demişti: “Türkiye 780 bin kilometrekare üzerine kurulu bir ülkedir. Öyle kayma falan olmaz, yerli yerinde duruyor…”
Bu ironik sözlerin işaret ettiği yaklaşımın, sıraladığımız o aç tavuk hayallerinden daha ‘tatminkar’, daha ‘nesnel’ olmadığı söylenemez herhalde.
Peki, ABD ve Batı eksenini kasteden bu ‘yerli yerinde duruyor’ ifadesinin, Kürt meselesindeki devlet pozisyonunu da içerdiği açık değil mi?
Evet, bu meselede de eksen meksen kaydığı yok, çivi gibi saplanılıp kalınmış ‘savaş konsepti’ yeniden memleketin üzerine boca edilmekte.
‘Açılım’ süreciyle Kürt sorunundaki geleneksel devlet eksenini kaydıracağını düşünen AKP Hükümeti, şimdi savaş kostümleriyle sahnede artık…
Sıra AKP’de yani!
‘Açılım’ dediğini KCK operasyonuna dönüştürerek Kürtlere siyaset alanını daraltıp boşluğu dolduracağını zanneden AKP, kendisi boşlukta kalıveren bu mantığın doğal sonucu olarak şimdi ‘savaş hükümeti’ pozisyonunda…
Yeniden başlayan savaşın siyasi sorumluluğu AKP’dedir.
AKP, ‘Kürt meselesini çözeceğim’ söyleminden bin pişman, ‘açılım’ söylemiyle birilerine verdiği ‘geçici rahatsızlıkları’ telafi etmek için canla başla savaşa adapte olmuştur.
Habur’dan girerken sorgulandıkları ve serbest bırakıldıkları aynı mahkemeye bu kez Diyarbakır’da çıkarılarak tutuklanan Barış grubu üyelerine sorulan “Pişman mısınız?” sorusu aslında AKP Hükümeti’ne sorulmuş gibidir!
Barış mücadelesinden pişman olunmazdı elbette ama mahkemeye bu soruyu sorduranların içine girdikleri “ne halt ettik de bu açılım işine bulaştık” pişmanlığı o kadar açıktan sırıtıyor ki…
Ne diyelim; devletin derinliklerinde AKP Hükümeti’nin yararlanabileceği bir “pişmanlık yasası” vardır herhalde!
Başbakan’ın son konuşmaları da tam pişman olmuş bir ‘itirafçı’ keskinliği içermektedir zaten.
Açılımcı oyalamacılık, “Terörle mücadele” ezberine bırakmıştır yerini:
“Terörle mücadele eden asker ve polisimiz adeta şahadet şerbeti içmeye koşar gibi canla başla savaşmaktadır…” !
Böylesi ölüm güzellemeleriyle Başbakan, “haydi hep birlikte savaşa” demekten başka neyi önermiş oluyor ki?
Artık, ‘açılım’ın derininde saklı ‘tasfiyeci savaş’ çırılçıplak ortaya çıkmış, yarım ağız diplomatik bir barışçı söyleme bile yüz verilmemektedir.
Habur girişleri sonrası sevinen Kürtlere dönüp, “sil baştan ederiz ha” diye tehdit eden Hükümet, dediğini yapmış, sözünü tutmuş ve “sil baştan” başlamıştır.
Kaç yıl daha savaş sürsün?
Kaç bin kişi daha ölsün?
Cepheye sürülen yüzbinlerin dramı yetmedi mi?
Binlerce Kürt gencinin dağlara çıkması az mı geldi?
Bu soruların muhatabı artık ‘sil baştan’cı AKP’dir.
Şu uyumlu tabloya bakar mısınız:
Barış grubu içeri, Ahmet Türk’e yumruk atan faşist, ilk celsede, dışarı!
Tesadüf bu ya; tam da bu sırada Balyozculara da özgürlük!
Tek başına, böylesi bir ‘uyum’dan bile okuyabilirsiniz savaş konseptini…
Şimdi birileri bu tabloya bakıp huzur bulabilir tabii…
Ama çok geçmeden görülecektir ki, Kürtlerin hiçbir talebini karşılamadan onları kandırmaya çalışan, bunu başaramayınca da ‘sil baştan’ yaparak savaşın dümenine geçen AKP, bu gidişatın altında kalacak ilk adres olacaktır…
Ve bizim üzerinde düşünmemiz gereken bir başka önemli soru:
Bütün bu fütursuzluk, bu gözünü kan bürümüş haller, bu barışa geçit vermez zırhlar, nasıl bir toplumsal zeminden dayanak buluyor?
Egemeninin kepazeliğini yansıtan bu kan tablosunu tölare edebilen, ‘rıza’ gösterebilen Türk toplumunun, kirli savaşla yaralanmış bilinci ayakları üzerine oturtulmadıkça daha kaç savaş hükümeti gelip geçecek acaba?