Kadının yeri ve konumu belki de insanlığın başlangıç zamanlarından beri sürekli bir tartışma konusu olmuştur. Erkek egemen toplumlarda kadının konumu her zaman alt seviyelerde olmuş ve ataerkil bir antropolojik, sosyolojik yapıyla kadın ezilmeye mahkum olmuştur.
Geçmiş medeniyetler incelendiğinde en gelişmiş hukuk sistemine sahip uygarlıklarda dahi kadının yerinin çok kötü olduğu önemli bir gerçektir.
Dünyanın en eski ve en gelişmiş hukuk ve kültür sistemlerinden birini oluşturan Yunan Medeniyetini ve Kültürü’nü incelediğimizde diğer topluluklara göre ilerlemiş kurallar görürüz. Eski Yunan Kültürü ve Atina Devleti Dünya da mevcut olan birçok devlet ve uygarlığın hukuk sistemlerinin beşiği olarak kabul edilmiştir. Siyaset, psikoloji, astronomi, hukuk ve felsefe dallarında Yunan toplumu Dünya’ya yön vermiştir.
Ancak tüm bu gelişmelere rağmen Yunan Medeniyetinde kadının yeri deyim yerindeyse içler acısıdır. Bu duruma örnek verirsek kadının her konuda erkeğe tabi olması, onun hizmeti için yaratılmış olarak görülmesi, toplum tarafından geri planda kalması bu durumun özetidir. Yunan toplumu Atinalı erkeklerden ve diğer vatandaşlardan oluşmaktaydı. Vatandaş olmanın koşulları; Atinalı, özgür ve erkek olmaktı. Yabancılar, köleler ve kadınlar ise hak ehliyetinden yoksunlardı.
Yabancı ve kölelerin bazı durumlarda hukuki hakları olmasına rağmen kadınlar ise hem hak hem de fiil ehliyetinden yoksunlardı. Atina’da erkeğin vesayet hakkı 18 yaşını doldurduktan sonra tamamlanıyordu. Ancak kadınların üzerindeki vesayet hiçbir zaman kendisine geçmiyor önce babasına, babası ölmüşse ailenin en büyük erkeğine, evlenince de kocasına geçiyordu. Kocası ölmüşse ergin oğluna o da yoksa yine ilk vasisine geçiyordu. Kadının tek başına kendi kararıyla boşanma hakkı yoktu ve tüm boşanma hakkı erkeğindi. Kadının ve kölenin tüm mal varlığı sahibine aitti.
Evlilikte taraflar erkek ve kadının vasisiydi. Kadının kendi isteğiyle evlilik hakkı yoktu. Kadın evlilikte taraf değil konuydu. Evlilik yaşı olarak kız ortalama 13 erkek ise 30 yaş civarında evlendirilirdi. Erkeğin uzun süre (10 yıl) askerlik yapması bunun sebebidir. Kızın ailesi evlenmeden önce bir çeyiz miktarı belirler, evlendikten sonra verilen çeyiz erkeğe geçerdi. Zina kavramı da erkek ve kadın için farklı prosedürler içeriyordu. Erkek için ancak başka bir erkeğin eşiyle cinsel birliktelik yaşamak zina sayılırken kadın için saçı açık dışarı çıkmak, kocasından izinsiz dışarı çıkmak, alkol kullanmak veya değerli bir eşya kaybetmek zina sayılabilirdi. Kadının zina yapması erkeğin onu öldürmesi için haklı bir sebepti. Kadının bir suçu yoksa da kocası onu öldürdükten sonra – karım zaten zina yapmıştı- deyip ceza almayabilirdi. Zaten erkeğin zina yapması da suç değildi. Bir erkek evli yahut bekar olsun kölelerle, cariyelerle, fahişelerle hatta erkeklerle bile zina yapabilirdi (homoseksüellik) bu durum serbestti. Fuhuş sektörü çok gelişmiş ve yasaldı. Kadınların satın alınması yaygın bir konu olup Yunan Toplumu’nun zengin kadınları, bakımlı ve özgür kadınlar olarak nitelendirilip özgür ve zengin erkekler tarafından satın alınırdı. Bu kadınlar bu paraların vergilerini de öderdi. Bu tarz üst seviye erkeklerin para ödediği varlıklı kadınların fiyatı bir memurun 8 veya 10 senelik maaşına denkti. Erkek kadını ve kölesini bir başkasına ilişki için satabilmekteydi. Bir başka boşanma sebebi de kadının kısır olmasıydı. Erkek çocuk doğurmamakta bir boşanma sebebiydi.
Boşanma işleminde erkeğin isteği geçerliydi. Kadının boşanma hakkı yoktu, özellikle kadın bir çocuk ve yahut erkek çocuk doğuramadıysa zaten tam evli sayılmamaktaydı. Kadının kocasının yanı sıra velisi de isterse kadının boşanmasını isteyebilirdi. Örneğin kadının velisi olan babası daha zengin bir koca adayı bulduğunda kadından habersiz olarak kadını boşatır ve zengin kocayla evlendirebilirdi.
Kadınlara bayramlar ve törenlerin çoğu yasaktı. Mülk sahibi olamaz, mirasçı olamaz, pazardan aldığı basit eşyalar dahil kocasına ya da ailesine kalırdı. Kadın dışarıda ancak belirli yerlerde çok cüzi (maydanoz-soğan fiyatı kadar) alışveriş yapabilirdi. Bu durum savaşların çok yoğun olduğu Sparta Döneminde biraz istisnaya uğramıştı. Erkeklerin çoğu cephede olduklarından kadınlara alışveriş hakkı, evi idare hakkı verilmişti.
Yine bir başka büyük bir medeniyeti olan Roma Medeniyetinde de kadının durumu çok farklı değildi. Yunan Medeniyetine nispeten kadın, Roma imparatorluğunda birazcık daha iyi konumdaydı. Ancak yine de Roma Hukuku’nda da kadın siyasi olarak hiçbir hak taşımaz, hukuken kişi olarak sayılmaz, mali işlem yapamaz, çocuklarının vasisi olamazdı. Kamusal alanda kadına görev verilmezdi. Yunan Hukukuna kıyasla Roma da elde edilmiş haklar ise kadının mirasçı olması, bazı durumlarda tanıklık yapması ve vasisinin onayıyla dava açabilmesidir. Ayrıca Roma Hukukunda kadın eve kapatılmamış ve gözlerden uzak yaşamamış; kocası ile birlikte, toplantılara, gösterilere katılabilmiştir. Kadınlar kocalarıyla birlikte yan yana yemek yiyebilir; kadın ve karma yemekli toplantılara ev sahibesi olarak eşlik edebilirdi. Zina ile ilgili suçların merkezinde yine kadın olup erkeğin ancak evli bir kadınla ilişki yaşaması zina kapsamına girebilmekteydi.
Romalılarda doğan çocukların yaşama hakları babaya verilirdi. Doğan çocuk erkek değilse bir kuytu köşeye bırakılabilir, kimse de kız bebek sahiplenmeyeceğinden bebek ölüme mahkum edilirdi. Kızlara isim verme ritüeli de yoktu. Genellikle doğan kızlara doğum sıralarına birinci, ikinci, üçüncü gibi isimler verilirdi. Kızların evlenme yaşı 11 ile 14 arasında değişiyordu. Erkek de evlilik yaşı 14 dür. Evlilik sözleşmesi Yunanlarda olduğu gibidir. Akdin tarafları kızın vasisi ve erkektir. Konusu evlenilecek kızdır.
Uzak Doğu geleneklerinde de durum benzerdi. Eski Hint dönemlerinde kadın kötü ve zayıf görülmüş erkek egemen merkezli bir toplum benimsenmiştir. Konfiçyus Döneminde oluşan üç yol gösterici ve beş erdem kuralı feodal toplum içerisindeki büyük bir kitleye hitap etmiştir. Buradaki üç yol gösterici; “yönetici, tebaası için yol göstericidir”, “baba, oğlu için yol göstericidir”, “koca da karısı için yol göstericidir.” Burada ki ifadelerden de anlaşıldığı gibi kadının önce babasına, evlendiğinde kocasına, kocası öldükten sonra da oğlunu takip etmeli kuralı burada da geçerlidir. Kadın ve erkek arasında var olan ciddi cinsiyet ayrımı çok büyüktür. Kadın bir nevi erkeğe ait önemsiz ucuz bir eşya olarak görülür. “Evlendikten sonra kadın tamamen kocasına itaat etmeli, kaderden kaçılmaz, kocanın emrinden çıkılmaz” şeklindeki görüş geçerlidir. Kocalar eşlerini boşayabilir fakat kadın asla kocasını boşayamaz. Kadınlar kocalarının namusunu daima korumalıdır bunun için şöyle bir söz yazılmıştır; “Açlıktan ölmek önemli değil, önemli olan namusunu kaybetmemektir” denilir. Kadının dış dünyada yaşanmakta olan hayat ve değişen sistemin dışında kalması ve toplum düzeyinde evin sınırları içine sıkıştırılmasının da temelinde yine bu düşünce vardır . Kadın erkek gibi değildir aynı haklara ve aynı statüye sahip değildir. Kadın erkek farkı yaşam düzeylerinde büyük etki yapmıştır. ‘’Kadın ailenin yani evin içinden erkek ise evin dışından sorumludur’’ görüşü etkilidir.
Cahiliye Devrinde ise durum diğer toplumlardaki kadınların statüsüne benzemekteydi. Hürler ve cariyeler olmak üzere kadınları iki kısma ayırmak mümkündür. Ayrıca hür( özgür) kadınları yerleşik seçkinler ve bedeviler olarak kendi içinde ikiye ayırmak mümkündür. Seçkinler soylu ailelerin oluşturduğu kabilelere mensup kadınlardır. Bedeviler ise geçimini çoğunlukla hayvancılıkla sağlayan çöllerde yaşayan kadınlardır. Yine Roma ve Yunan Medeniyetlerindeki gibi köleler ve cariye kadınlarla ilişki serbestti. Kadınlar, erkekleri hata yapmaya zorlayan bir fitne olarak görülürdü. Evlilik akdi olarak nikah dini bir önem taşımazdı. Kadın ancak bir çocuk doğurduktan sonra ilgili aileye mensup olabilirdi . Erkekler ailenin yöneticisi durumunda olup kadınlar ise erkeklerin yönettiği önemsiz kişilerdi. Erkekler Cahiliye Devri adetlerine göre evin yöneticisi ve lideri konumunda idiler. Bu efendilik vasfı durumları her türlü hakkı erkeğe vermiştir. Bu hakka dayanarak erkek hanımından, çocuklarının eğitiminden, ailenin geçiminden, özetle aile ile ilgili her şeyden sorumlu tek kişiydi. Kadınlar erkek çocuk doğurmadan ölürse koca evine taziyeye bile gidilmezdi. Kadınlar her zaman erkeklerin emrine itaat etmek zorundaydılar. Roma ve Yunanlardaki gibi kız çocuğu uğursuzluk olarak sayılır ve bazı uygulamalarda diri diri gömüp öldürüldükleri oluyordu. Uğursuzluk ve bu nedenle haneye felaket gelecek inancıyla kız çocukları katletme durumu ayetlerde de açıkça belirtilmektedir. Tekvir Suresi 8- 10 ‘’Benlikler çiftleştirildiğinde O diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğunda, Hangi günah yüzünden öldürüldü diye!’’ Nahl 58 ve 59 da ‘’Onlardan birine kız çocuk müjdelendiğinde yüzü simsiyah kesilir. Öfkeden yutkunur da yutkunur o! Kendisine muştulananın utancından ötürü toplumdan gizlenir. Hakaret/eziklik üzere tutsun mu onu yoksa toprağın bağrına mı gömsün onu. Bakın ne kötü hüküm veriyorlar!’’ Cahiliye Devri Araplarının kız çocukları ve bebekleri öldürürken değişik yöntemler kullandıkları bilinmekteydi. Bir çukur kazıp gömmek, dağın zirvesinden uçuruma atmak, boğmak ve kesmek şeklinde öldürmek bunların bir kısmıdır. Kızlar fuhuş yapan kişiler olarak görüldüğü için ailelerde her doğan kız ileride fuhuş yapacak korkusu da vardı. Bu korku da onları öldürmeye bir sebep olarak görülüyordu.
Özetle kadının Dünya’daki yer ve konumu birbirinden bağımsız geçmiş tüm toplumlarda çok benzerdir. Çoğu zaman kadın, hayvandan bile daha geri konuma düşürülmüş, bir lanet olarak görülmüştür. Sosyal ve siyasi hakları oldukça kısıtlanmış, cinsel bir obje olarak hayatını sürdürmüştür. Akıl ve kişilik olarak yetersiz görülen kadına karşı yapılan birçok katliam ve işkenceler doğal sayılmıştır.