Sömürüsüz bir yaşamın ve ortaklaşmanın şehrini anlatıyor Rıza Şehri kitabı. Kitabın son baskısı Ceren Kültür Yayınları’ndan çıktı. Sevgili Mehmet Lütfü Özdemir’in yazmış olduğu, ilk baskısının 2013 yılında Gezi’den bir ay önce çıkan kitabı tanıtmak istiyorum size. Kitapta anlatılan şehirde her şey komün anlayışı üzere yapılıyor. Tam da bu bahsedilen ütopyanın kitap çıktıktan bir ay sonra GEZİ’de yaşanması hoş bir tesadüf. Gezi bize Rıza Şehri’nde olanların rüya olmadığını gösterdi; yaşayarak gösterdi.
Rıza Şehri ilk olarak 8. yüzyılın ortalarında İmam Cafer Buyruğunda dile gelmiş bir ütopyadır.
Diğer Alevi Uluları da, Rıza Şehri ütopyalarını şöyle anlatırlar; “Burada para pul geçmez. Burası Rıza Şehridir. Rızalıkla her istediğini alır, her istediğini yaparsın, dediler, yeter ki rızalık olsun”
Rıza üç̧ türlüdür; İlki kişinin kendisi ile rızasıdır. İkincisi toplumla rızasıdır. Üçüncüsü ise kişinin Yol ile rızasıdır. Eğer bir toplumda rızalık ve razılık sağlanırsa ve bu üç̧ rıza birleşmiş̧ olursa, el ele el Hakka insani kamil toplumuna ulaşılır.
Aslında hepimizin hayalini kurduğu bu dünyadaki cennet anlatılıyor kitapta. Okurken adeta ayağımızı yerden kesecek kadar güzel bir şehir.
Bu şehirde gam yok tasa yok mülk yok ırk yok. Zengin fakir arasındaki uçurum, kadın erkek eşitsizliği de yok. Hiyerarşinin olmadığı herkesin eşit olduğu rıza ve razılık üstüne kurulmuş bir şehir. Yarin yanağından gayrı her şeyin ortak olduğu, bugüne kadar gördüğünüz hiç bir yere benzemeyen bir şehir burası. Muktedir de yok ve en önemlisi para yok. Her şey serbest yemek içmek gezmek, sadece emek var. İhtiyacımız kadar üretmek var. Sevgi var, aşk var, paylaştıkça çoğalan mutluluk var burada. Kıskançlık, haset, kibir, yalan, iftira gibi kötü duygulardan adeta arınmış insanlar.
Böyle bir şehir var mı gerçekten, bu ütopya gerçekleşir mi hadi gelin kitabın yazarına soralım:
-Merhaba Mehmet Bey, nasılsınız? Bize biraz kendinizden bahseder misiz?
Merhaba.. Teşekkür ederim, iyi olmaya çalışıyorum, siz nasılsınız? Bir yazarın kendisinden bahsetmesi açıkçası zor iş ki zaten Mehmet’i tanıyan tanıyor fakat tanımayanda şöyle bilsin, Mehmet Allah’ın garip bir kulu. Derviş v devrimci bir tipoloji. Kula kulluğu sevmeyen, zalime isyanı hak bilen, barış sevdalısı, savaş karşıtı, sınıfsız ve sınırsız bir yeryüzü cenneti için kendince mücadeleye katkı sunmaya çalışan biri. Hallacı Mansur’un Şeyh Bedreddin’in Muhammed’in Ali’nin Ebu’Zer’in yoldaşı olmaya çalışan biri. Ete kemiğe büründüm Mehmet diye göründüm. Hepsi bu.
-Nasıl bir yer Rıza Şehri?
Rıza Şehri, emeklerimizin iç içe geçtiği ve paylaşmanın olduğu bir yer. Herkesin ortak emekleri sonucu ortaya çıkan değerlerin üretiminde ve paylaşımında mutlak eşitliğin olduğu bir yer. Böyle bir rüyaya günümüzden bakarak güne uyarlanmış halidir Rıza Şehri romanı. Sınıf, savaş, sömürü, saldırı ve sınırların olmadığı ve hatta zamanın ve mekanın aşıldığı, insanın kendi zindanlarından kurtulup emeğine ve doğasına yabancılaşmadığı bir yerdir Rıza Şehri.
-Nereden çıktı bu düşünce, neyden esinlendiniz bu kitabı yazarken?
Birincisi kitap yeraltında yazıldı ve yeraltından çıktı diyebiliriz.. Bildiğiniz anlamda bir bodrum katında yazıldı. İkincisi kitapta anlatılan paylaşma ve dayanışma kültürü zaten yeraltına ait bir düşüncedir. Üstte görünen egemen din (şirk) anlayışı yani Kapitalizme karşı, alttakilerin, ezilenlerin binlerce yıldır devletlere, zalimlere, sömürgecilere karşı verdiği mücadelenin sınıf temelinde dipten gelen bir düşüncenin kültürel dışa vurumudur. Her zaman, her şeyde ve her yerde ve her şeye ortak olma düşüncesi yeni değil. Tarihsel olarak Spartaküslerden Şeyh Bedreddine, İsa’dan Muhammed’e, Mazdek’ten Karmatilere kadar uzanan bir düşünce ve eylemdir savunduğum. Bu değerler günümüzde kendisini Anarşist, Sosyalist ve Komünist temelde ifade edip ezilenlerin bayraklaştırdığı bir mücadele halini almış durumda. Dolayısıyla önce doğadan sonra sınıf mücadelesinde rollerini oynamış insanların eylem ve düşüncelerinden ortaya çıkan komünlerden esinlendiğimi söyleyebilirim. Örneğin, Medine Komünü, Karmatiler, Paris Komünü, Chiapas, Long Mai, Kibutz, Gezi ve Rojava vb. tarihsel denemelerin düşünsel olarak aynı ilhamın bir sonucu olduğundan hareketle Rıza Şehri ortaya çıktı. Ortaklaşmayı savunan ve pratiğe döken herkes Rıza Şehri’ndedir..
-Var mı gerçekten böyle bir yer, yoksa bile böyle bir şehir kurabilir miyiz?
Böyle bir yer olmadığı için adına ütopya diyoruz zaten. Sadece düşlerimizi tarih sahnesinde her coğrafyanın kendi koşullarında farklı kültür ve isimlerle açığa çıktığını görüyoruz. Kimi komünler zorla yıkıldı kimi deneme sürecinde başarısız oldu kimi deneniyor.. Barış Yurdu projesi adını verdiğimiz bu roman çalışması aslında her nerede yaşıyorsak orayı davranışlarımızdan başlayan ve sosyal ilişkilerin kendiliğinden belirlendiği ama temelde eşit, barışçıl, adil ve yabancılaşmanın olmadığı bir yere dönüştürmeyi anlatıyor. Ütopya uzak ve rüya olarak bilinir fakat şunun da bilinmesi gerekiyor, iki kişi aynı rüyayı görürse mucize bir halk aynı rüyayı görürse devrim olur. Sınırsız dayanışma ve paylaşmak ve sevgi ile her şeyin üstesinden gelebiliriz. Böyle bir şehir kurabilir miyiz? Böyle bir şehir kurulabilir ama yaşatmazlar.. Sürekli saldırı altında olur diye düşünüyorum. Ancak binlerce yıldır denediğimiz gibi denemekten asla vazgeçmemek gerekiyor. Denemekten vazgeçtiğimiz an ve ütopyayı şimdi yani an da yaşamadığımız sürece yeniliriz. Bir beldeyi yani ortak yaşam alanını cennete çevirenler bilsinler ki bütün dünyaya cennete çevirmiş gibidirler..
-Yani Rıza Şehri’ni yazarken hayal gücü sınırlarınızı zorlamadınız gerçekten var, öyle mi?
Hayal gücü gerçeğin kendisindendir, gerçektir.. Binlerce yıldır eşit, adil ve özgür bir yeryüzü cenneti düşünü kuran milyonlar oldu ve bu düşü ilk kuran ben değilim, bu düşün peşinden koşan ilk kişi de ben değilim. Dolayısıyla ortak bir insanlık düşünü Türkiye halklarına nasıl anlatabilirim bunun derdinde olduğum için yazdım.. Bu düşü hem yaşamaya hem de anlatmaya çalışıyorum. Gezi’de yaşadık ve sonrasında yaşanılan yerler olduğunu gördük.. Fakat bu düşümüz kapitalist ilişki biçimlerini savunan toplumlar ve devletler tarafından zorla yok edilmek isteniyor.. Ayrıca bu konu sınıf mücadelesi ekseninde de değerlendirilmesi gereken konulardan biri olarak karşımızda duruyor.
-Rıza Şehri ütopyası kaynağını hangi düşünceden alıyor?
Rıza şehri, nefsini bilen, kendini bilen, insanı bilen, doğayı bilen, paylaşmayı ve dayanışmayı bilen her Habil’in ruhunda kayıtlı, yani genlerimize işlemiş bir olgudur.. Doğa bize rızk dağıtırken sormaz hayvan mısın insan mısın diye, cins ve tür ayrımı yapmaz! Bizim de insanlık aleminde ayrım yapmadan kesin bir biçimde paylaşmamız ve dayanışma içinde olmamız gerekiyor. Buradan bakarsanız kişinin önce kendini yaratması gerekiyor yani kendinden razı bir hale gelmesi gerekiyor ki başkasından razı olabilsin. Sevmenin ön koşulu gibi.. Önce kendini sevmelisin ki başkasını da sevebilesin. Hiçbir can canlı nesne değildir. Tüm canlar tek bir ümmettir. Dolayısıyla emeklerimizin iç içe geçtiği bir dünyada insanın bozgunculuğu, ayrımcılığı, faşistliği, sömürüyü, savaşı, sınırı, sınıfları vb kötü ruh biçimini terk etmesi gerekiyor. Dolayısıyla birey önceki yaşantısından yani günümüz dünyasından başka bir dünyaya yani yeni bir ilişki biçimine geçmesinden sonra Rıza Şehri’ne girebilir.
-Alevi inancında düşsel bir toplumsal proje mi Rıza Şehri?
Alevilerde her şey rıza yani gönüllülük üzerine kuruludur. Aleviler, tüm canların ezmeden ezilmeden ve kula kul olmadan yaşamasını söyler. İnsanın efendi veya köle olmadığı bir rıza toplumunu düşler. Yârin yanağından gayri her şeyin paylaşıldığı toplumsal bir düzeni hem yaşarken uygular hem de gelecekte tüm insanlığın rıza toplumuna ulaşıp; sınıfsız, sınırsız, savaşsız, sömürüsüz ve saldırısız bir dünya da tüm canların barış içinde adil ve eşitçe yaşamasını savunur. Alevilikte zor ve yalan yoktur, her insan dürüst ve güvenilir olmalıdır..
– İslamiyet’te de Allah’ın bizden istediği yaşam tarzı bu değil mi? Kuran-ı Kerim’den esinlendiniz mi?
Kur’an Rıza Şehri’ni ortaya çıkaran pratiklerin yani salih amellerin yoldaşlığında ortaya çıkan bir komünün devrimci manifestosudur. İslam, Rıza Şehri’nin öz yoludur ve o yola kendini adamış bireye Müslüman denir.. Tevhid, sınıfsız toplum ideali demektir ve bu yol için mücadele eden arif bireye Mümin denir. Kur’an dahil olmak üzere tarih sahnesinde sınıfsız ve sınırsız dünya ideali için ortaya çıkmış tüm doğrular esin kaynağım olmuştur.
– Şeyh Bedrettin sizin için ne ifade ediyor?
Her şeyden önce benim için Şeyh Bedreddin, pirimdir, hocamdır, yoldaşımdır. Kendi tarihinde bilgiyi, serveti ve iktidarı tekelleştirenlere karşı verdiği savaşta sınıf mücadelesinin önderi olmuş ve hem kendi tarihi içinde hem de kendinden sonra umut olmaya devam etmiştir. Bizler Şeyh Bedreddin’in ayak izlerini takip ederek onun ideallerini günümüz dünyasında yaşatmalıyız ve bedel ödemekten asla çekinmemeliyiz. Allah’ın yolu, hak, eşitlik, barış, adalet ve sevgi ve aynı zamanda zalime isyan yoludur. Bu yolda canınızla malınızla mücadele etmek gerekir. Şeyh Bedreddin sınıfsız bir dünya için ezilenlere önderlik yapmış büyük bir devrimcidir. Kendi çağında ezilenlerin tarih sahnesinde yeniden dirilmesini ifade eder. Dolayısıyla devrimci bir Müslüman olarak Bedreddin’e yoldaş olmalı ve onun bıraktığı yerden Haq nefesini sonsuzluğa taşımalıyız diye düşünüyorum.
– Peki sizce neden insanlar yaşantımızı cennete çevirmek varken, cehenneme çevirmeyi tercih ediyor?
İnsan da hem iyi hem de kötü taraf var. Saf kötülüğü içinde barındıranların psikolojik olarak sorunlu olduğu gerçektir. Bazı ilkeler ve doğrular vardır ve bunlar evrenseldir. Eşitlik, adalet, barış ve sevgi gibi. Herkesin eşitçe yaşadığı bir dünyayı istiyoruz. Çünkü dünya böyle bir yer değil. Ezen ve Ezilenin olmadığı bir dünya istiyoruz. Fakat kimileri de mülkiyet, cinsiyet, ırk ve renkten dolayı üstün olduğunu düşünüyor. Biz de üstünlüğün takva da yani dürüstlükte olduğunu savunuyoruz. Zaten cehenneme çevrilmiş bir dünyada yaşıyoruz. Yani Kapitalizm dünyayı cehenneme çevirdi diyoruz. Bana göre en büyük cehennem, sevgisizlik, yabancılaşma, sahip olmak duygusu, mülkiyet ve cinsiyetçiliktir. Ayrıca en büyük günahlarda bunlardır. Cenneti bu dünyada istiyoruz demekten çekinmemeliyiz yani öteki dünyanın konusu olmaktan çıkarırsak dünyayı kurtarabiliriz diye düşünüyorum.
– Kendinize üstad olarak gördüğünüz, etkilendiğiniz kişiler kimlerdir?
Lao Tzu, Sokrates, Heraklitos, Mazdek, Zerdüşt, Budha, Nasıralı İsa, Muhammed, Ali, Hüseyin, Ebu’zer, Selman, Nesimî, Viranî, Seyid Rıza, Şehy Sait, Pir Sultan Abdal, Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedreddin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa, R. İhsan Eliaçık, Dr. Ali Şeriati, Abdullah Öcalan, Karl Marx, Aliya İzzetbegoviç, Frantz Fanon, Henri Bergson, Friedrich Nietzsche, Oscar Wilde, Victor Hugo, Roger Garaudy, Theodor W. Adorno, Foucault, Derrida, Deleuze, Guattari, Ronald David Laing, İbn-i Haldun, Farabi, İbn-i Rüşd, John Zerzan, Erich Fromm, Goethe, Tolstoy, Bakunin, Bertholt Brecth, Ömer Hayyam, Thomas Müntzer, Camilo Torres Restrepo, Emma Goldman, Ulrike Meinhof, Andreas Baader, Malcolm-X.
– Son olarak bu kitapla vermek istediğiniz mesaj nedir, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Biz istiyoruz ki ezilenler, yeryüzünde ezen-ezilen ilişkisine de son verecek bir irade ile dünyada cenneti yaşasınlar. Tüm zaman ve mekânlarda yöneticisiz, otoritesiz, sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, savaşsız ve saldırısız özgür bir dünya istiyoruz.
-Diliyoruz, umut ediyoruz ve inanıyoruz ki Rıza Şehri bir gün bu yeryüzünde gerçekleşecek. Bize vakit ayırdığınız ve hoş sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. Selamlar ve Saygılarımla..
Röportaj Ayşe Yıldız
Adil Medya