İstanbul Üniversitesi tarihinin kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Bu kritik dönem, ironik olarak Rektörlük ataması yapacak makamların (YÖK ve Cumhurbaşkanlığının) da kritik bir dönemine denk gelmiştir.
YÖK tarafından Cumhurbaşkanlığına sunulacak rektör aday listesi oy dağılımına göre sırasıyla şöyle olacak (Cumhurbaşkanını yanıltmak için YÖK sıralamayı mutlaka değiştirecek ve Prof. Mahmut Ak’ı birinci sıraya Prof. Raşit Tükel’i de üçüncü sıraya yerleştirecektir.):
Prof. Dr. Raşit Tükel: 1202 % 47
Prof. Dr. Mahmut Ak: 908 % 35
Prof. Dr. Harun Cansız: 382 % 15
Kullanılan toplam oy: 2537
Toplam oy: 3012
Görüldüğü gibi dağılımın politik matematiği Türkiye’nin genel seçimlerinin yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Politik genel oy dağılımında AKP’nin toplam ortalaması % 47 (50), muhalefet ise % 47 (50)dir. İstanbul Üniversitesi’ndeki AKP fraksiyonlarının toplamı % 50–(şu anda rektörlük makamında olanların toplamı); muhalefet de yine % 50 dağılmıştır. Demek ki, Türkiye tam ortadan ikiye her düzeyde ve her coğrafyada bölünmüştür. Bu bir kutuplaşma değildir. Bölünme ve parçalanmadır; kutuplaşma aynı çizgi üzerindeki paylaşılan asgari müştereklerde olur. Kutuplaşmanın bir başka şekli de paralelleşmedir.
YÖK, son zamanlardaki “paralel yapı” kapışmasının bir sonucu olarak Cumhurbaşkanlığına yakın isimlerin yönettiği bir yer gibi görünmektedir; öyle midir, belli değildir. Her halükarda, YÖK’e yönelik bir etki yapmak beyhudedir. Cumhurbaşkanına yardımcı olmak ise mümkündür.
Genel kanı olarak, Cumhurbaşkanı şahsen, yaygınca paylaşıldığı gibi Türkiye’nin bu bölünmüşlük sendromunu yaratan kişi olarak bilinmekte veya algılanmaktadır. Bu bölünme dinamikleri süreç içinde ve halihazırda şahsi olarak Cumhurbaşkanına oldukça önemli bir iktidar yetkisi vermiş olsa da, Haziran 2015 seçimlerindeki kritik eşik, hem iktidarın hükümet tarafını, hem de Cumhurbaşkanlığı tarafını oldukça fazla meşgul etmektedir. AKP Haziran 2015 genel seçiminde % 50 civarını korur veya daha fazla bir oy alırsa, bunun Davutoğlu’nun bir zaferi olacağı ve/veya algılanacağı kuşkusuzdur. Doğal ki bu algı durumu, AKP yönetimi veya Cumhurbaşkanlığı tarafından kamuoyuna nasıl sunulursa sunulsun, AKP içi dinamikleri Davutoğlu’ndan yana bir dengeye kavuşturması beklenmelidir. Eğer AKP % 40’lara gerilerse, bu Davutoğlu’nun bir yenilgisi olacak fakat gerileyen oy oranı Başkanlık ve Yeni Anayasa için oy desteği sağlamayacağından veya kritik bir eşik engeli oluşturacağından, Cumhurbaşkanının Başkanlık ve Yeni Anayasa planları da HDP eksenli bir desteğe muhtaç hale gelecektir. HDP ise AKP ve Türkiye için kızgın maşayı elle tutmak gibidir. HDP’nin barajı aşması durumunda Yeni Anayasa ve Başkanlığa onay vereceği kuşkusuzdur ve bu onay AKP’ye yeni Türkiye yaratmak için görece destek olabilir fakat bu durumda da AKP ve Cumhurbaşkanı topal ördek olacaktır.
Kısacası AKP’nin Cumhurbaşkanlığı kanadı için kritiğin ötesinde bir durum mevcuttur. AKP içinse bu durum biraz daha az kritik olmasına rağmen bugünkü liderliğin konumunu pekiştirecek veya sıfırlayacaktır. Adilmedya.com’da, daha önceki yazılarımda ben Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı; Prof. Yunus Söylet’in AKP’ye Başkan olmasını önermiştim. Bu süreç, AKP’nin % 40’lara gerilemesiyle harekete geçecektir. Benim tahminime göre yeni Türkiye işte bu iki liderle yönetilecektir.
Açıkçası ben 2008’deki Rektörlük seçimlerinde rektör adaylığımla ona rakip olmuş biri olarak Prof. Yunus Söylet’in altı yıllık akademik yönetimini olumlayanlardan ve ona destek olanlardan biriyim. Bu düşüncem hala değişmiş değil.
Bu verilerle yukarıdaki analizi, bugün için İstanbul Üniversitesi’nin kritik rektörlük atanması sürecine nasıl adapte edebiliriz ve İstanbul Üniversitesi’ni nasıl daha akademik, daha renkli ve daha katkıcı hale getirebiliriz, bunu Cumhurbaşkanına öneriyorum:
Atama kararını etkileyecek birinci olgu şudur: Atamayı yapacak olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yanlış bilgilendirmemişsem, bir uçak içi gazeteciler sohbetinde, İstanbul Üniversitesi rektörlüğü ile ilgili olarak, “oy sıralamasına bakarak karar vereceğim” demiştir. Bu tabii, o günlerdeki rektörlük adaylarının oyuna etkide bulunmak için söylenmiş müdahaleci bir ifade olarak görülebilir. Şu anda ise sandık sıralaması bellidir. Prof. Raşit Tükel arkasından gelen Prof. Mahmut Ak’a 300 oya farkla seçimi birinci bitirmiştir ve İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük oylamalarında rekorlardan birine imza atmıştır. Toplam oy kullananların yarısına yakınının oyunu almıştır. Sandık sözünü söylemiştir. Her şey sandıktır diyen bir Cumhurbaşkanı’nın başka bir tercih yapması mümkün değildir. Daha önceki Cumhurbaşkanı ise yine kendi ilkeleri doğrultusunda sandığın her şey olmadığını söyleyerek kişisel tercihlerini ön plana alarak ikinci gelen adayı (Prof. Yunus Söylet’i) rektör atayabilmiştir ama artık bugün tersi bir anlayışın Cumhurbaşkanı olduğunu nerdeyse duymayan kalmamış gibidir.
Demek ki Tayyip Erdoğan sözünün eri bir Cumhurbaşkanı olarak, ki başkalarının tersine onda çelişki bulanlar gibi düşünmüyorum, şahsi ilkesini gereğini bu seçimde yapacaktır.
Prof. Raşit Tükel’e oy verenlerin önemli bir kısmı, ilk beş yılında AKP’nin özgürlüklere açık ve 12 Eylül ile 28 Şubat’ı geri püskürtme açılımlı çeşitli politikalarını desteklemiş öğretim üyeleridir. Yani kategorik olarak Tayyip Erdoğan’a karşı değillerdir. Oysa, karşı adaylara oy verenler, (ulusalcılar ve ulusalcı artıkları+ cemaatçiler + AKP’liler olarak) karmaşık bir manzumeyi teşkil etmektedir. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk kez AKP ile ideolojik bağı olmasa da, politik düzeyde özgürlükçü olduğu her konumda o politikalara destek veren veya eleştirmeyen veya olumlu eleştiren homojene yakın bir entelektüel kitle, ki bu kitle İstanbul Üniversitesi’nin en verimli kitlesini oluşturur, Raşit Tükel tarafında birleşmiştir. Diğer güçlü ikinci ve üçüncü adaylar, Mahmut Ak ve Harun Cansız ise oy bileşimi açısından bir koalisyondur. Kuşkusuz bu ince ayırımların nihai atama kararına bir etkisi bulunmayacaktır biçiminde düşünenler de olur. Fakat, diğer iki adaydan birinin Rektörlüğe atanması özünde bir şey değiştirmeyeceği fikrine kapılanlar, ki bence doğrudur, Cumhurbaşkanının önüne gelen bu tarihsel mesaj fırsatını değerlendirmemesi yönünde düşünenlerdir.
Atama kararını etkileyeck ikinci olgu ise Tayyip Erdoğan belli bazı işlemlerde AKP’nin bazı güncel yöneticilerine ters düşmekte ve özgürlükçülükten ödün verdiği için de uluslararası toplulukta konjektürel olarak yalnızlaşmaktadır. Bu iki kutuplu konum, Cumhurbaşkanını radikal bir değişime ve kararlı bir AKP’nin ilk yıllarına dönüş biçimindeki özgürlükçülüğe yöneltebilir. O zaman da, Başkanlık için yeni destekler bulacaktır, ki ben şahsen Türkiye’deki idari sistemin tam bir Amerikan başkanlık sistemi olmasından, çok uzun süredir yanayım, bunu derslerimde ve yazılarımda sürekli işlerim, ve daha da önemlisi Yeni Anayasaya Amerikan Anayasası’nın 1. ve 2. Zeyl maddelerinin (First & Second Ammendment) aynen konulmasından yanayım.
Nereden bakılırsa bakılsın, Tayyip Erdoğan yeni Türkiye’nin “yeni” lideri olacaksa radikal bir kararla, İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne sandığın sonucu olan Prof. Raşit Tükel’i atayacaktır. Bu Türkiye için, İstanbul Üniversitesi için ve Cumhurbaşkanı için bulunmaz bir fırsatın somuta dönüştürülmesinin ve yeni Türkiye’nin gerçekten bütün renkliliği, verimi ve sinerjisi ile oluşturulmasının ilk adımı olacaktır. Çünkü Raşit Tükel’i destekleyenler, Kemal Alemdaroğlu’na ve Mesut Parlak’a karşı ve Yunus Söylet’e çoğu zaman destek olmuş kişilerdir.
Sandık sözünün erine, karar vereceği sonucu fısıldamıştır.
Şimdi Raşit Tükel’i destekleyenlere düşen görev, bu fısıltıyı medyada yüksek bir sese dönüştürmektir. Tweet’ler, facebook’lar, Internet portalları, televizyonlar, gazeteler, radyolar bunun için vardır. Böylece oluşan kamuoyu baskısı Cumhurbaşkanının elini kolaylaştıracakve bu fısıltıya kulak açacakları var edecektir. George Gerbner’in deyişiyle, özgürlük örgütlenmiş çeşitliliktir.
Yeni Türkiye, zıtların birliği ile değil, çeşitliliğin dayanışmasının özgürlüğü üzerine kurulur.
Cumhurbaşkanlığı veya olası bir Başkanlık, Türkiye’de birleştirici olmazsa, sandığa güvenmezse ve genel iradenin genel oy ile çoğunluk biçimindeki tezahürünü es geçerse, başta sahsi gücü, sonra da Türkiye’nin bölgedeki gücü zaafiyetini korur. Politik seçim için sandığı referans vermek; idari seçim içinse sandığa yüz çevirmek, politika değildir.
İstanbul Üniversitesi’ni yeni Türkiye’nin önemli bir entelektüel gücü yapmak da, bu tür bir politik jest ve anlayış ile mümkündür.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, sandıktan kendinden sonra gelen Mahmut Ak hocadan 300 fazla oy almış ve tarihi rekorlardan birinin sahip olan ve çeşitliliğin dayanışmasını temsil eden bir hocayı İstanbul Üniversitesi rektörü olarak atayarak, hem ülkeye, hem de uluslararası camiaya mesaj vermek için eline geçirdiği bu fırsatı değerlendirecektir.
Sandık Cumhurbaşkanının sözünü Cumhurbaşkanına söylemiştir.
İstanbul Üniversitesi güçlü konumunu sürdürecektir.