Hürriyet/özgürlük kavramının geniş bir anlam haritası ile başlayalım: HARRE/HÜRRE/Ha-ra-re/Hrr: Sıcak. Sıcaklık. Isı. Isıtmak. Ateş. Sıcaklığın kaynağı olan, ısıveren cisimlerden dolayı havada ortaya çıkan sıcaklıktır. Örneğin güneşin ve ateşin harareti, etrafa yaydığı sıcaklığıdır. Herhangi bir nedenle vücutta çıkan sıcaklıktır. “hare yevmuna/günümüz sıcak geçti.” Susuzluktan dolayı karaciğerde ortaya çıkan kuruluk, hararet için de kullanılır. “herret” sözcüğü “hurrun” sözcüğünün tekilidir. Kendisine arız olan bir hararetten, sıcaklıktan dolayı kararan taş için “el herrut” ifadesi kullanılır. Zor işler, zorluğun şiddeti, zorluğun daha da güçlüğü için “herru amel” ifadesi kullanılır. Bu bağlam ve anlamda hürriyet/özgürlük zor bir amel, yani iştir. Çünkü köleliğin karşıtı olan “hürriyet” kelimesi de aynı kökten gelmektedir. “El hurrun”: kölenin “abden” karşıtı, “hür/özgür”dür… Hürriyet iki kısımdır. Birincisi: kendisine, bir şeyle ilgili ya da her hangi bir konudaki hükmün uygulanmadığı kimsedir. İkincisi: dünyevi kazançlara karşı hırs, tamah, aç gözlük gibi yerilen kuvvelerinin (el kuvve) kendisine malik, sahip olmadığı kimsedir. Bu anlamda Resulullah(s), “Dirhemin kulu olan yok olsun, dinarın kulu olan yok olsun!” Şair de şöyle demiştir: “Şehvetin kölesi, gerçek köleden daha zelildir” Köle olan bir insanı hür yapmak/azat etmek “ettehriyru”. Bir şeyin ortası, yani merkezi “hurrun eddar/evin ortası” demektir. Pişirilmeden yenen ot ve baklagillerden bitkiler için de kullanılır (ehraru el bakl). Düzeltmek. Kızışmak. Lekesiz. Saf. Hür. Yüksek ruhlu. Kıymetli. Rakik, ince elbise, kumaş, ipek. Hararetli. Sıcak basmış. Hiddetli, kızmış (herran). Heyecanlı. Diken üstünde. Yazma, kaydetme (tehriru/tahrir). Özgür, hür bırakmaktır. Serbestlik, hürriyet. Allah yolunda/yoluna vakfetmek, vermektir. Temizlemek. Arındırmak. Özgürleşmek. Hür olmak. “Min …den, dan” edatı ile kullanıldığında kurtulmak, bağıntısı kalmamak, azat edilmek, serbest kalmak. Özgür. Hür bırakan (muharrer). Özgürlük taraftarı yazar, düşünür, gazete editörü (muharrir).
Denilir ki; HÜRRE, “dalında olgunlaşmış armudun kendiliğinden düşmesi” demektir. Armudun dalında olgunlaşıp düşmesi, ilginç bir durum, aynı durumda başka meyveler de var, örneğin bizzat görüp bildiğim kavun var. O da kökeninde olgunlaşır ve zamanı gelince sapı gövdeden ayrılır.
Bu olaylar Hürriyeti, özgürlüğü anlatır. Armut ve kavun olgunlaşmışlardır ve artık gövde ve dala muhtaç değildir, dolayısıyla dal ya da gövdeden ayrılıp özgürce seçimini yapabilirler. Elbette burada sembolik bir anlattım söz konusudur. Bence özgürlük kelimesi ile hikâye uyumlu görünüyor…
Anne-baba ve çocuklar bağlamında insan hak ve özgürlükler konusu üzerinde düşünmek, konuşmak ve yazmak gereklidir. İlkin şu ilkeyi söylemekte yarar var: özgün fikirler özgür ortamlarda ortaya çıkar ve gelişir. Bu sözü aynı anlayış ve yaklaşımla çocuklar için şu şekilde söyleyebiliriz: çocuklar anne rahmindeki kadar özgür ve merhamet ortamında büyüyüp gelişmeliler. Bu, onların, Allah tarafından kendileri için takdir ettiği vazgeçilmez haklarıdır. Onlar bunu sorgusuz sualsiz bilirler ve öyle yaşamak isterler. Bu konuda mevcut uygulamada “herhangi bir sorun var mı?” dense, “Evet, var!” derim. Çünkü büyükler çoğu zaman çocukların bu haklarını gerektiği kadar dikkate almazlar ve hatta genellikle görmezlikten gelirler. Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere bu yazıda daha çok çocuk hak ve özgürlükleri üzerinde durulacak.
Çocuğun iyi bir ruh sağlığı içinde gelişmesinin en önemli şartı, onun özgür bir ortamda büyümesidir. Bir çocuğun kendinin farkında olması ve kendini tanıması, onun ihtiyacı olan hak ve özgürlükler içinde büyümesi ile mümkündür. Buna bağlı olarak çocuğun hakkı olan değerleri de bilmesi gerekir. Bu bağlamda bağımsızlık ve sorumluluk duygusu, özgüven, amaçlara yönelme, kişisel değerlere ve bir hayat görüşüne sahip olma, davranışlarda tutarlı olma, işbirliğine ve paylaşmaya yatkın olma, ön yargılardan uzak olma, fikir yürütme ve görüş belirtme ile değerlendirme ilkelerini kazanması kaçınılmazdır.
Çocuğun özgürlüğü tadabilmesi için haklarının ondan esirgenmemesi gerekir, bu anlamda o, en güzel kıvamda olmaya layıktır. Hak ve özgürlüklerin konuşulduğu ortamda kişinin bulunduğu çevre de önemli bir faktördür. Geniş anlamı ile çevre; insanın kendi dışında bulunan her türlü canlı, cansız varlıkları ve olayları içine almaktadır. İnsanın giydiklerinden başlayarak uzaklara doğru görebildiği bütün varlıklar ve olaylar onun çevresini meydana getirir. Çocuk, doğuncaya, doğduktan sonra da ölünceye kadar çevresinin etkisi altında bulunur. Çevre bir bütün ve insan da onun bir parçası olduğuna göre, aralarında bir uyum olmak zorundadır.
İnsanın çevresinin en önemli unsuru diğer insanlardır. İnsan bir aile ve toplum içinde yaşamak durumundadır. İnsanın ailesi ve toplumu içinde başkaları ile iyi ilişkiler kurması onun uyumu için zorunludur. Bu yüzden, insanın çevresindeki insanlar, özellikle de yakın ilişkiler kurduğu kimseler, onun yaşayışında daha büyük öneme sahiptir. İnsanın doğup büyüdüğü çevresinin güvenli bir yer (emin belde) olması, kendisinin de güvenilir ve kişisel gelişimini sağlamış/en iyi kıvamda bir insan olarak yetişmesinde etkili olur. Kur’an-ı Kerim’deki “Tin” Suresi’nde en güzel kıvamda olan ve en aşağı derecede olan insanların karşılaştırılması bağlamında bu konuya dikkat çekilir.
Çocuğun bireysel gelişmesinde, hak ve özgürlükler bağlamında etki eden üç faktör daha vardır. Bunlar sosyal, kültürel ve ekonomik faktörlerdir. Bu üç faktör birbirleri ile yakından ilgilidir. Aynı faktörler yetişkinlerin özgürlükleri için de geçerlidir. Ne var ki yetişkinler kendileri uygulama makamında, çocuklar ise onların etki ve yönlendirmeleri altında bulunmaktadır. O nedenle çocukların haklarını yetişkinler gözetmek zorundadırlar.
Ayrıca toplum yaşamında özgürlük, adalet ve güvenliği, başka toplumlara karşı da bağımsızlığı sağlama işlevini yerine getiren devlet kurumuna da bu bağlamda büyük sorumluluklar düşmektedir. Devlet bu görevini genellikle eğitim kurumları ile gerçekleştirmeye çalışır. Bu nedenle eğitim kurumlarının çocuğun gelişiminde çocuk/insan hakları ve özgürlükleri konusunu ön plânda tutmaları şarttır. Bunun olabilmesi için de ilkin yetişkinlerin hak ve özgürlüklerle ilgili anlayış ve görüşlerinin sağlam ve tutarlı olması gerekir. İnsan hak ve özgürlüklerini dikkate alan toplumların çocukları, hayata bir anlam vererek bağlanmayı, hayatı yaşanmaya değer kılmayı, üstün değerler olan ahlak, inanç, düşünce ve hayırlı gelenekleri hissederek, içlerine sindirerek gerçekleştirirler.
Aile, eğitim ve giderek devlet gibi kurumların hepsi birey ve toplumun toplumsal çevresini oluşturur. Bu çevrenin olumlu özellikler taşıması oranında, o toplumda yaşayan bireyler başarılı ve verimli olurlar. Sağlam ve uyumlu bir aile yapısı içinde yetişen bireyin başarılı ve verimli olma ihtimali, böyle olmayan bir aile ortamında yetişen bireye göre daha yüksektir. Aynı durum, bireyin bağlı bulunduğu devletin yapısı, eğitimini aldığı eğitim kurumu, içinde bulunduğu ekonomik ortam, sahip olduğu üstün değerler, yerleşim ortamı, toplumsal sınıfı ve insanlarla olan iletişim ve ilişkileri başarı ve verimliliğinde etkilidir. Bu etkiler, bulunduğu duruma göre olumlu, ya da olumsuz olabilir. Bütün bunlar, çocuklar için gerçek anlamda insan hak ve özgürlükler ortamı sağlandığında anlam taşır…
Çocuklar için özgür ortamların sağlanması, onlarda geliştirilecek adalet, eşitlik, özgürlük, güven ve mutluluk duygularıyla doğrudan ilintilidir. Bu da çocukların maddi ve manevi beslenmeleriyle yakından ilgilidir. Bu bağlamda yaşlı bir Kızılderili Reisi’nin kurt köpekleri ile olan öyküsünü paylaşmak istiyorum: Yaşlı Kızılderili Reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
-“Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”
-“Neyin simgesi” diye sordu çocuk.
-“İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.
Çocuk, sözün burasında; ‘mücadele varsa, kazananı da olmalı’ diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
-“Peki” dedi. “Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?” Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
– “Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!”
İnsan hak ve özgürlüklerini, çocuk hak ve özgürlükleri bağlamında değerlendirirken şunu da gözden kaçırmamalıyız. Çocuk sahibi olma ya da olmama, tek ya da daha fazla sayıda çocuk sahibi olma meselesi, vs… Ne yazık ki, günümüzde çocuk mu? Eşya, rahat hayat, oyun eğlence, iş, para kazanma mı, vs? soruları ve tercih seçeneği gibi bir saçmalığın bulunduğunu görüyoruz. Bu noktada basit birkaç söz söylemek yeterlidir diye düşünüyorum: Dünya dar değildir. Evlerimizde canlılara yer açalım. Evleri canlandırıp şenlendirelim… Evler, ev eşyası denen takur-tukurlarla doldurularak cansızlaştırılıyor. Oysa ev ortamı canlı olmalıdır. Özgür anne-babalar, çocuk sahibi olarak evlerini canlandırıp şenlendirebilirler.
Büyükler gibi çocuklar da problemlerle karşılaştıkça gelişirler. Hatta onların gelişmeleri daha kolay ve çabuk olur. Elbette Allah’ın kendilerine verdiği özgürlükleri ve hakları büyükler tarafından kısıtlanıp çiğnememişse. Bilindiği gibi problemler, bir değişim fırsatıdır ve bu fırsatı iyi kullanmak gerekir. Burada çocuklar bakımından iyi bir sonuç alabilmek gene büyüklerin tutumuna bağlı bir durumdur. Büyükler eğer çocuklar için “ağaç yaşken eğilir” deyip onları eğip bükerek istedikleri şekle sokmak kararındaysalar; vay çocukların haline! Ne problem çözülebilir, ne de çocuklarda olumlu bir gelişme olur. Maalesef, bu söz bana ham hurmanın koparılmasını anımsatıyor. Keşke süreç doğru işleseydi de olgunlaşma aşamalarını geçen armudu hatırlatsaydı(Ham, olgunlaşmamış hurmanın koparılmasına “fısk/fasıklık-bozgunculuk-”; yukarıda da söylediğimiz gibi armudun olgunlaşıp kendi kendine dalından düşmesine de “hürr/hürriyet-özgürlük-” denir). “Ağaç yaşken eğilir” sözü, ‘sadece ağaç dalları için geçerlidir. ‘Ağaç Yaşken Eğilir!’ sözü ile buna benzer anlayışlara dayanarak oluşturulan bütün eğitim sistemleri tam olarak bir insan hak ve özgürlükleri ihlalidir. “Ağaç yaşken eğilir!” anlayışı, ne yazık ki, “Eti senin kemiği benim” dercesine varmış ve nice nesiller heba edilmiştir.
Her insanın bir eylem adamı olarak öncü, bir düşünür olarak bilge olmayı istemek ve bunun için çalışmak hakkıdır, değil mi? Böyle bir insan da sonuçta çocukluktan gelecek. Ama o çocuk, ancak gerçek özgürlüğün bulunduğu ve insan haklarının hayat bulduğu ortamlarda yetişir. Bu bağlamda Tin Suresinde önemli ve çok değerli mesajların bulunduğunu yukarıda belirtmiştim. Burada Emin Beldenin ne ve neresi olduğu üzerinde durmayacağım. Şu kadarını söylemekle yetineceğim: Emin Belde; evet onu, Müslümanlar her dönemde ve her yerde oluşturabilirler…
Herhangi bir beldede sıradan insanların oluşturduğu toplumda ortalama bir insan olarak yaşayan, ama aslında çok büyük dâhilik potansiyeli olan kişi emin beldede müthiş bir kişi olur. Bu fark hem kişilik hem meslek bağlamında kendini gösterir. Temel hak ve özgürlüklerin dikkate alınmadığı bir toplumda sadece mühendis, öğretmen, hekim, vs olan kişi emin beldede harika bir mühendis, müthiş bir hekim, ressam, yazar, vs olur.
Överek ve çok büyük saygıyla kendilerinden söz ettiğimiz Resulullah’ın(s) arkadaşları, önceleri Mekke’ye sıkışmış müşrik tüccarlar iken, Müslüman olup Emin Beldeyi oluşturduklarında, bütün dünyaya insan hakları ve özgürlük örneği oldular. Bilindiği üzere, o iklim Resulullah’ın vefatından kısa bir süre sonra koparılmış ham hurma misali bozuldu ve büyük acılar yaşandı. Yaşanan problemin temelinde insan hak ve özgürlüklerinin çiğnendiği açık bir gerçektir. İnsan hak ve özgürlükleri ile insanın iradesi arasında sağlam bir bağ ve ilişki vardır. Çünkü irade gücü, bir manevi güç, bir ruh gücüdür. Onun bulunduğu yerde hayat, bulunmadığı yerde de takatsizlik, çaresizlik ve umutsuzluk vardır. Meşhur sözdür: ‘Güçlü insan ile şelaleden dökülen su kendi yollarını kendileri açarlar’. Güçlü insan, haklarının bilincinde olan ve özgürlüğünü her şeyin üstünde tutabilen kişidir. O gerektiğinde bu yolda isyan etmesini de bilir ve bunu canı pahasına yapar. Gerçek büyük adamlar işte bunlardır. Onlar takdir edilmeli ve gereğince saygı gösterilmelidir.
“Ahlaki mesuliyetin ve cennet veya cehennemi hak etmenin ön şartı olarak özgürlüğe gelince, mutlak olarak mı, nadiren mi, zaman zaman mı, fiillerimizde değil de sadece düşüncede mi özgür olduğumuz hiç önemli değildir. Anahtar soru, kaide olarak özgürlüğün olup olmadığıdır. Tüm hayatımız boyunca bir kez bile özgür olsak dahi, sadece tek bir dâhili karar konusunda özgür olsak dahi, hakkımızda (ve bizim üstümüzde) verilecek bir hüküm için, ebedi kaderimiz, cennetlik mi, cehennemlik mi olacağımız konusunda oldukça yeterlidir. Ne zaman ve nasıl özgür olursak olalım, sadece tek bir kararımız için sorumluyuz. İyi ve kötü adam arasındaki tüm fark, sadece iyi adamın işleyemese dahi iyiliği sevmesi ve istemesi; iyiliği ne fiiliyle ne de sözüyle tasdik etmese de ruhunun ta derinliklerinde, uzak bir yerlerde, “tüm sonların sonunda”, tabanında bir arzu veya istekle tasdik etmesidir. Bu imtihandan kaçınabilecek olan ve kendisini her şeye rağmen kurtaranlar veya düşenler arasına yerleştirmeyecek hiç kimse yoktur. Bu noktada sosyal mevki, eğitim ve yetişme tarzının, telkin edilen felsefe veya dinine olduğu fark etmez. Bu asgari özgürlüğe sahip olmayan hiç kimse yoktur; asgari özgürlük ise tam özgürlüktür, ne daha büyük ne de daha küçük olabilir.”