Suriye politikaları yüzünden eski partimle yollarımız ayrıldı. Erdoğan’ı çok eleştirdim. Bazen, “Eski dostuma haksızlık mı yapıyorum acaba?” diye düşünüyorum. Siz bilmezsiniz, biz Erdoğan’la otuz üç yıldız dostuz.
Rahmetli babam Gümüşsuyu’nda, İ.T.Ü.nün kalorifer dairesinde işçiydi. Dairenin yanındaki kara binada da bir köylümüz çalışıyordu. Bir gün bana, “Babanı ziyaret için geldiğinde bana uğra, seni birisiyle tanıştırmak istiyorum.” dedi. Öyle yaptım ve orada Erdoğan’la tanıştık. Ayrılmak istediğimde şöyle dedi: “Az bir işim kaldı bitireyim, birlikte çıkarız.” Elinde James Bond çantası, üniversite çıkışına doğru yürüyorduk. Basketbol sahasından yükselen bir top tel çiti aştı ve bize doğru yöneldi. Yakalamak için hamle yapmayı düşünmeme kalmadı ki top, Erdoğan’ın -şanslı adammış; ama o zaman anlayamamıştım- kucağına düştü. Topa, bedavadan sağlam bir tekme sallama hakkı meğer onunmuş; ama o, öyle yapmadı. El parmaklarının ucuyla topu sahaya aşırdı.
“Görüşelim!” temennisiyle ayrıldık; ama bir daha asla baş başa görüşemedik. Gerçi onun il başkanlığı döneminde, parti çalışmalarına katılan bazı arkadaşlar, “Gidip görüşelim.” diye teklif getirdiler; ama ben her seferinde burun kıvırdım. O zamanlar başımda kavak yelleri esiyordu ve parti çalışmalarını küçümsüyordum. Şimdi pişman mıyım, değil miyim bir türlü karar veremiyorum. Gerçi benim hiç şirketim olmadı, ihale alamazdım; ama yüksek bürokrasiden emekli olup, bin dört yüz lira yerine, üç bin dört yüz lira alabilirdim. Her neyse…
Arap baharı Libya’yı karıştırdığında Erdoğan önce, “Nato’nun ne işi var?” diyerek geri durmuş; ancak Fransa’nın emri vakisi nedeni ile mecburiyet hâsıl olmuştu. Allah Ak Partili arkadaşlarımdan razı olsun, “Kaddafi baskıcı biriydi, devrildiği iyi oldu.” gerekçesini ürettiler de, Fransa’nın Libya petrollerine konmasından dolayı duyduğum rahatsızlığı biraz olsun hafiflettiler.
Arap baharı Suriye’ye dayanınca, Libya’dan ders çıkaran Erdoğan hızlı davrandı. Nasıl olsa Esed rejimi devrilecekti. Masaya güçlü oturmak istiyordu. Suriye’nin ve Suriye halkının batılılara yem olmasına, ancak böyle engel olabilirdi. Buraya kadar her şey tamam; ancak Suriye’de olaylar öngörüldüğü gibi gelişmedi. Kısa bir süre devam eden gösterilerden sonra muhalifler silaha sarıldı. Rejim toparlandı ve ilk isyan dalgasını minimize etmeyi başardı. O zaman Annan, bir planla ortaya çıktı. Bu plan Türkiye için “köprüden önce son çıkış” olabilirdi; fakat Erdoğan plana destek vereceğine, planı sabote etti. Sanırım Erdoğan öteden beri Annan’a gıcık kapıyordu. Bu yüzden Annan’a adeta şöyle dedi: “Planını al da git!”
Türkiye bundan sonra irrasyonel bir yola girdi. Bu yüzden, izlenen politikalarını akılla izah etmek gerekmezdi; fakat ben yine de “Mantıksızlığın da bir mantığı vardır.” Diyerek, hep bir izah yolu aradım ama bulamadım. Az kalsın akıl sağlığım bozuluyordu. Meğer kendimi boşuna harap etmişim. Sivil Suriye uçağının Ankara’ya indirilmesi olayı bardağımı taşırdı da, aklımı başıma toparlayabildim.
Eski dostum Sayın Erdoğan’a -sorsanız beni hatırlamadığını söyleyecektir; çünkü büyükler hep böyle yapar- buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum: “Hatırlar mısın 28 Şubat’ın ‘Cesur Yürek’ i H. Celal GÜZEL, seçimlerde -birisi benden olmak üzere- sadece kırk bin oy toparlayınca parti başkanlığını bırakmış ve şöyle demişti: ‘Tank, top beni korkutmadı; ama milletin esirgediği oy beni korkuttu.’ Ben de, ‘Sayın Erdoğan Vazgeç! Seçim nedeniyle gideceğinden korkmuyorum; ama bu tutumun nedeniyle gideceğinden korkuyorum.’ diyorum.”
Son söz : “Otuz iki yıllık dostum Sayın Arınç! ‘Teröristler İran’dan geldi.’ diyerek, Kasr-ı Şirin anlaşmasından bu yana, en büyük devlet sırlarından birini ortaya çıkardın. Üstelik bunu batılılara yağcılık olsun diye değil, ülkemize hizmet olsun diye yaptın. Seni kutlarım! Seninle dostluğumuz hakkında da yazmak istiyorum; ama şimdi çok kızgınım. Sakinleşince yazarım.”
www.adilmedya.com