Yargı bugüne kadar her seferinde inanılmaz görünen birçok ‘absürt’ karar verdi. Neler görmedi ki bu ülke… Pideciyi, parkeciyi, turizm şirketini arayan gazetecilerin aradıkları kişilerin siciline bakarak FETÖ’ye yardım suçundan hapislerde yatırıldığını anımsamak yeterli.
“ByLock kullanmıyorlar, FETÖ bankalarıyla para alışverişleri yok, örgüt ile hiyerarşik bağları yok, geçmişte örgüt aleyhine çok sayıda haber yaptılar” diye başlayan iddianamelerle ‘FETÖ’ye yardım’ suçundan dava açıldığını bile gördük.
Yeni bir aşama
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve yerel mahkemelerin kararlarından sonra tahliye edilmesi beklenen HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile ilgili yeniden tutuklama kararı verilmesi de bu yüzden kimseyi şaşırtmadı. İktidar sözcüleri ‘bırakmayız‘ tavrını defalarca ilan etmişti ve olan biten de bu kararın yargı tarafından ‘hukuksal araçlarla’ uygulanmasından ibaretti.
Şimdi yargıda ‘başka bir level’a şahitlik ediyoruz.
Demirtaş ve Yüksekdağ ile ilgili tutuklama kararı yargı sisteminin birtakım şekli kurallara uymayı da bir kenara bıraktığı yeni bir aşamayı gösteriyor. Yargısal işlemlerin en azından kılıfına uydurulduğu bir sistemden bu kılıfı da gereksiz gören bir yargısal mantığa geçtik.
Demirtaş’ın avukatlarının savcılık belgelerini de ekleyerek verdikleri bilgiler ışığında ‘olmayan soruşturmadan tutuklama’nın öyküsü şöyle:
Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları olarak bilinen ve 52 vatandaşın hayatını kaybettiği Kobane protestolarından sonra HDP’nin MYK üyeleri hakkında yayınladıkları bildiri nedeniyle Ankara Başsavcılığı tarafından ‘halkı suç işlemeye teşvik’ suçundan soruşturma başlatıldı. Milletvekili olan MYK üyeleri ile ilgili soruşturmayı Parlamenter Suçlar Bürosu tarafından 2014/5717 numaralı dosya üzerinden yürütürken milletvekili olmayan MYK üyeleri ile ilgili soruşturma ise Anayasal Düzene Karşı Suçlar Bürosu tarafından 2014/146157 esas sayılı dosya üzerinden yürütüldü. Demirtaş, milletvekili olduğu için Parlamenter Suçlar Bürosu tarafından yürütülen soruşturmaya dahildi.
Şüphelisi olmadığı dosyadan tutuklandı
Demirtaş ve diğer HDP’liler hakkında ‘tutuklama fermanları’ verildikten sonra Diyarbakır Başsavcılığı bu soruşturma dosyasını da içeren toplama bir dosya hazırladı. 31 fezlekenin birleştirildiği bu dosyadaki suçlamalardan biri de Ankara Başsavcılığı’nın yetkisizlikle Diyarbakır’a gönderdiği 2014/5717 sayılı soruşturma dosyasındaki iddialardı.
Demirtaş birleştirilen bu dosyada tutuklandı. Yaklaşık iki yıl sonra, 20 Kasım 2018’de AİHM, Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerektiğine karar verdi ama mahkeme Anayasa’nın 90/son maddesine aykırı olarak Demirtaş’ı tahliye etmedi.
Demirtaş hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan verilen 4 yıl 8 aylık hapis cezası 14 gün içinde istinaf mahkemesi tarafından onandı ve Demirtaş artık içerde ‘hükümlü’ olarak kalmaya başladı.
Demirtaş’ın tutukluluğu, AİHM Büyük Dairesi’ndeki duruşma öncesinde mahkeme tarafından kaldırıldı. Avukatların tutuklu kaldığı sürenin hükümlü olduğu dosyaya sayılması için yaptıkları ‘mahsup’ başvurusu kabul edildiğinde artık Demirtaş’ın tahliye olması önünde hiçbir engel kalmamıştı.
Ama yargıda çareler bitmedi. Demirtaş’ın zaten tahliye olduğu suçlamalar arasında yer alan MYK bildirisine ilişkin ‘milletvekili olmayanlar’ hakkında açılan ve o tarihe kadar (5 yıl) Demirtaş’ın adının geçmediği dosya üzerinden Demirtaş’a yeniden tutuklama kararı verildi. Yani Demirtaş aslında tahliye olduğu bir suçlama nedeniyle, adının geçmediği başka bir dosya üzerinden tutuklanmış oldu.
Tutuklama kararından sonra “Yargı yok, adalet yok, kanun yok, hakim yok. Sadece bize değil, hiçbirinize yok” diyen Demirtaş’ın cümlesi yerini bir kez daha bulmuştu: Soruşturma dosyası da yok…
Eleştiri propaganda sayılmazmış…
Demirtaş ve Yüksekdağ’ın olmayan bir soruşturma dosyasından tutuklandıkları günlerde hükümet ‘yargı reformu’ paketi hazırlıklarını görücüye çıkardı.
Avukatlara pasaport ve hukuk mesleklerine giriş sınavı getiren, pasaportları ellerinden alınan binlerce insana ‘umut’ olan bu paketin ‘reform’ diye sunduğu tek bir maddeyi ele almak, paketin ruhunu açıklamaya yetecek. Terörle Mücadele Kanunu’nun ‘terör örgütünün propagandası’ suçunu düzenleyen 7/2. maddesine göre bir düşünce açıklamasının propaganda suçunu oluşturması için ‘terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapılması’ gerekiyor.
Aksi takdirde yani sert eleştiriler içerse de hatta terör örgütünün düşünceleri ile paralel düşünceler olsa bile düşünce açıklamaları suç olarak değerlendirilmemesi gerekiyor. Kanun bu kadar açıkken, uygulamada savcılar, hakimler, istinaf mahkemeleri ve birçok davada Yargıtay her türlü eleştirel düşünceye ‘propaganda cezası’ veriyor. Anayasa Mahkemesi ise bir çok kararında kanun metnini hatırlatarak bu cezaların insan hakkı ihlali olduğuna hükmediyor. Nitekim Barış Akademisylenleri ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararında da “Akılda tutulması gereken ilk husus Türk hukukunda terör ile bağlantılı her tür düşünce açıklamasının değil yalnızca terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapılmasının suç olarak kabul edilmiş olduğudur” denmişti.
Bütün bunlar ortada iken, ‘yargı reformu’ paketine ‘Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz’ hükmü eklenerek düşünce özgürlüğünün sınırlarının genişletildiği söyleniyor.
Bu düzenlemenin bazı hakim ve savcıları düşünceyi cezalandırmama konusunda ‘teşvik’ edeceği söylenebilir. Ama olmayan soruşturmadan ‘tutuklama’ kararı çıkaran iktidar yargısı gerektiğinde buna da uygun çözümleri, kendisini kanunla bağlı hissetmeden kolayca bulacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın.