Dünyanın en büyük nükleer santrallerinden bir olan Fukushima nükleer santralinde patlamalar ve yangın sonrası ortaya çıkan nükleer sızıntı durdurulamıyor. Nükleer sızıntının artık tümüyle kontrolden çıktığı belirtiliyor. Tokyo başta olmak üzere Japonya’da insanlar evlerinden çıkmayarak, maske takarak, geceleri tümden evlerine çekilerek önlemler almaya çalışırken, yabancı uyruklu kişilerin ise Japonya’yı hızla terk ettiği gözleniyor. Nükleer serpintileri taşıyan bulutların bir hafta içinde ABD kıyılarına ulaşacağı belirtiliyor. Ve ABD’de de “olağanüstü önlemler” alınıyor. Merkel, Obama gibi nükleer enerjide önde giden ülkelerin liderleri de nükleer enerjiye dair programlarını yeniden gözden geçireceklerini açıklıyorlar.
Dahası, yapılan değerlendirmeler, “Japonya’nın nükleer sızıntı karşısında artık çaresiz kaldığı”, “Çernobil’e 48 saat kaldığı” biçiminde. Uzmanlar, tehlikenin giderek de büyüdüğünü ifade ediyorlar.
ABD, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dünya nükleer alarma geçmiş bulunuyor. Hükümetler art arda bir yandan nükleer enerji programların yeniden incelemeye alırken, bazı ülkelerde de kimi santrallerin kapatılması da dâhil acil önlemler alınıyor. Türkiye’yi yönetenler umursamasa da AB’nin Türkiye’nin kurmak istediği nükleer santralleri takibe alacağı da gelen haberler arasında.
Yani eve tüp gaz almakla nükleer santral kurmanın riski aynı değil! Daha doğrusu şimdi böyle olduğu yaşanarak da görülüyor. Bu yüzden AB’nin Türkiye’nin nükleer santral inşa etmesinin AB’nin dikkati dâhiline girmesinde bir anormallik yok!
Ve dünyada sadece Rusya ve Türkiye, Japonya’daki patlamayı sadece Japonya’yı ilgilendiren bir “nükleer kaza” olarak görüyorlar. Önceki gün Erdoğan ve Medvedev, Moskova’da, Türkiye’ye santral kurma konusunda projelerini gözden geçirmeye niyetlerinin olmadığını açıkladılar. Erdoğan daha da ileri gitti; “Risk var diye santral yapmayacak mıyız yani” dedikten sonra, “Bu yapılacak santral herkese örnek olacak!” diyerek, herkesi şaşkınlığa sürükleyen tuhaf denecek türden şeyler söyledi!
En aç gözlü sermaye kesimlerinin sözcüsü olarak Başbakan Erdoğan; büyük bir aymazlıkla “İlk kazmayı vuracağız!” diye “kazmalı kürekli kararlılık” bildiriyor. Ama Türkiye’nin aydınları, bilim insanları, doğayı ve yaşamı koruma örgütleri, mühendis odaları, değişik türden emek örgütleri “Nükleere hayır!” diyerek seslerini yeniden ve daha güçlü biçimde yükseltiyorlar.
Daha da önemlisi dün nükleer enerjiyi savunan pek çok uzman, gazeteci gibi kamuoyunda önemli kişilerden de; “Dün savunuyorduk ama bugün artık nükleer enerjiye karşıyız” diye açıklamalar yapılıyor, makaleler yazılıyor.
Burada elbette hükümetin ısrarı daha da anlaşılmaz hale geliyor. Çünkü nükleer santralleri bir zamanlar kuranlar bile santralleri kapatma planı yaparken, yeni nükleer santral kurmak, üstelik de Türkiye’nin enerji ihtiyacının çok küçük bir bölümünü karşılayacak ve çok yüksek fiyatla alım garantisi verilerek kurdurulacak nükleer santraller hiç de akıllıca değildir.
Burada akla ister istemez; nükleer santral ve enerji arasındaki denklem anlamsız olunca nükleer santralin başka amaçla kurulmak istendiği akla geliyor. Burada nükleerde ısrarın bir yanı elbette rant bölüşümdür ama bundan da öte örneğin İran gibi Türkiye’nin de “nükleer enerji” derken aynı zamanda bu teknolojiyi nükleer silah edinmenin zemini olarak kullanma ihtimali olabileceği de akla geliyor. Çünkü Türkiye’nin büyük sermaye kesimleri ve yeni gelişen sermaye kesimi, Erdoğan ve onun geldiği kültürün emperyal hayalleriyle nükleer silaha sahip olmak amacı çok yakın duruyor. Zaten nükleer yatırımında bu kadar ısrar etmek de başka türlü anlaşılamıyor.
Kendine “delikanlı başbakan” denmesinden hoşlandığı anlaşılan Başbakanın nükleer enerji hakkında “Ben kimseyi dinlemem, dünya yansa ben bildiğimi yaparım” zihniyetiyle devam etmesi, belki elindeki teknolojiyi Türkiye’ye satmaya çalışan Rusya’yı hoşnut eder, belki bunun için Rusya vizeyi bile kaldırdı; ama Türkiye’nin halkı nükleer riski kabul etmeyecektir.
Evrensel