Bu ülkenin güzelliklerini görüp kıymetini veren, sorunlarından da bahsetmekten çekinmeyen, hayatımıza tuvallerinden bardaklarına rengarenk eserleriyle giren bu sanatçıyı takip etmekten zevk alıyorum. Belki de yakın yaşlarda olduğumuz için ilgi alanlarının, deneyimlerinin artık tek bir “Beril Ateş” potasında tatlı bir ahenkle toplandığını, sanatçının izlediği süreçte bir olgunluk dönemine girdiğini keyifle izliyorum. Tuzuyla, deniziyle, derdiyle, tasasıyla, “arkadaşımı” izlemeye devam…
Irmak Özer
İstanbul’da üniversiteden yakın bir arkadaşım mezuniyetimizden bir süre sonra kallavi bir göreve getirildiğinde televizyona çıkmıştı. Aynı gün, üniversiteyi Ankara’da okumuş olan bir arkadaşım, “Bizim okuldan tanıdığım bir çocuk xyz göreve getirilmiş, millete bak sen, neler yapıyor,” diye dedikodu mesajı atmış. Dedim ki, yahu bu çocuk benim okuldan arkadaşım, seninle ne alaka… Sonra ortaya çıktı ki mesajı atan arkadaşım, benim sosyal medyadan paylaştığım fotoğrafları göre göre çocuğu benimsemiş; ama nereden çıkaramıyor, e herhalde okuldan diye kafasında oturtmuş, bir de üzerine sen bilmezsin ama “benim tanıdığım bir çocuk” diye bana dedikodusunu atmış. Sosyal medyanın bizi şaşırtıp hayalle gerçek arasına atıverdiği bir evrenden bana seslenmiş sağ olsun.
Ben mesela, o araf evrende bilinçli süzülüyorum ve sosyal medyada gördüğüm belirli insanlarla kafamda arkadaşım. Onlar beni tanımıyor ama mühim değil yani; bir nevi beraber yiyoruz, içiyoruz, yaşıyoruz, benzer zevkleri paylaşıyoruz. Bakıyorum bir yere gidilmiş, bir şeyler yenilmiş, denenmiş falan, “aa” diyorum, “‘arkadaşım’ gitmiş, ben de gideyim”. Bu insanlardan biri, çok uzun zamandır takip ettiğim sanatçı Beril Ateş, nam-ı diğer Tuzlu Kadın. Denizi, yazı, balıkları, midyeleri, yolculuk yapmayı, İstanbul’u, yemek yemeyi, insanları gözlemlemeyi seven, harika işler ortaya çıkaran, bu ülkenin değeri olan birçok masa erbabı ile kadeh tokuşturan, rengarenk bu kadın tabii ki de benim “arkadaşım”. Baktım, arada boş durmayıp beni tanımayan arkadaşıma çeşitli mesajlar atıp tavsiyeler istemişim ama gerçekten konuşmamız, kendisinin sekizinci kişisel, üçüncü atölye sergisine denk geldi. Oturup sonunda gerçekten Beril Ateş ile konuştuk ve renklerin ve sosyal medyanın arkasındaki hikayeyi dinledim.
PERŞEMBE PAZARI
Beril Ateş, Galeriartist ve halen kendisinin temsiliyetini sürdüren Siyah Beyaz’ın yanı sıra eski atölyelerinde de solo sergiler açmış, farklı galerilerde sergilere katılmış, en son Contemporary Istanbul’da da gördüğümüz bir sanatçı. Yine de sanatçıdan eşe dosta bahsederken kendisini en çok marka işbirliklerine işaret ederek hatırlatıyorum. Hani ayran olmayan gerçek milli içkimizin ana markası var ya? Hah işte onun şişelerine, bardaklarına resimler çizen, bize mecburen meyhanelerden kadeh yürüttüren kadın… İşte bu tatlı kadın, Perşembe Pazarı’ndaki atölyesinde aralık ayında yeni solo sergisini açtı. İki kattan oluşan bu sergi, Beril Ateş’in bu zamana kadar aldığı yolun bir özeti gibiydi. Kendisinin tarzını, çizgilerini, hikayelerini çok sevdiğim için benim için aynı zamanda bir harikalar diyarıydı. Sergiye sondan, ikinci katından başlarsak, o katta Beril Ateş daha çok o neşeli, sosyal medyadan bilinen “Tuzlu Kadın” halini görüyorsunuz. Balıklar, sirenler, marka işbirlikleri… Arada kendini küçük küçük ele veren kişisel hikayeleri de yakalıyorsunuz; kalbi kırılıp karaya vuran bir deniz kızı gibi.
İlk kat ise biraz daha hem şehir hem Beril gibi; içinde yaşadığımız hem güzel hem yorucu kargaşanın izleri var. İstanbul var, gözlerini televizyona dikmiş apartman sakinleri var, siyaset var, delirmeme sanatının erbapları var, düşünmemeye çalışıp olduramayanlar var. Her şeyin günlük güneşlik olmadığı ama yine de renklerin kaybolmadığı hayatımız var çizimlerde. Perşembe Pazarı sergisi, benim bulunduğum toprakta, ona dair bir tezgah açmak gibi diyor sanatçı. İnsanlarla, izleyicilerle bir bağ kurmak, hikayesinin derinliklerini anlatmak istiyor. Sosyal medyada 2015’te kurguladığı bir personası var “Tuzlu Kadın” diye. Tuzlu Kadın hep mutlu; yiyor içiyor, geziyor, çevresinden, seyahatlerinden ilham alıyor, defterler tutuyor. Bir yaz kadını. Defterlerini, o defterlerde yazan hem fikirleri hem çizimleri sergide paylaşılıyor. Tuzlu Kadın ayrıca çok başarılı marka işbirlikleri yapıyor. Sanatını bir ürüne dönüştürmek, güzellikleri günlük hayatımıza “göz mezesi” olarak katmak Beril Ateş’e mutluluk veriyor; ki en büyük marka işbirliği fikrini kendi düşünüp markaya götürmüş. Çok takdir ettiğim bir şekilde, marka işbirliklerinden çekinmiyor, tarzına uygun, hikayesinin altını doldurabileceği, sevdiği markalarla çalışarak hayatımıza giriyor, sanatla ilgilenen, ilgilenmeyen herkesle bir şekilde bağ kuruyor. Diğer yandan “Bu tuttu, buradan devam,” gibi bir yaklaşımı da yok (ki bu yaklaşım, Türkiye’de ne kadar çok var maalesef biliyoruz). Balıklar tuttu, basayım balıkları koleksiyoner denizine demiyor Beril. Hayatın diğer taraflarından, dertlerden, sıkıntılardan, gerçeklerden de bahsediyor, hatta son çalışmaları ile daha karanlık denizlere yüzüyor Beril Ateş.
NEŞEMDE BİR ŞEYLER EKSİK
2014’teki Yuvarlanıp Gidiyoruz sergisinde Beril Ateş’in değindiği üzere, ne olursa olsun düzen bozulmasın isteyen bir toplum bizimkisi. Bir şeyler yolunda gitmiyorsa, mutsuzsan, parasızsan bile düzen devam etsin, idare ederizci bir hal. Yolunda gitmeyen şeylerin çığrından çıktığı bir dönemden geçip hayata tutunmaya çalışıyoruz bugünlerde. Beril Ateş, Perşembe Pazarı sergisi öncesi dönemde bir kuraklık dönemi yaşamış. Yangınlar, depremler, felaketler hepimize çöktüğü gibi bir ağırlık olarak olarak sanatçının içine çökmüş. Sonra bunlarla ilgili çizimler yapmaya başlamış. Yazamıyorum ama çiziyorum, diyor; bir şekilde kendimi ifade etmem, içimi dökmem gerek, diye anlatıyor sanatçı.
Perşembe Pazarı sergisinde de biraz girizgahını gördüğümüz yeni bir seriye başlamış böylece: “Neşemde Bir Şeyler Eksik”. Kadın cinayetleri, deprem, yaşanan felaketler, pandemide dönemindeki öğretmen, müzisyen intiharları ve buna benzer tanık olduğumuz birçok ağır günah beni bu hale getirdi diyor sanatçı. Üzerimize yama gibi yapışan bu ağırlık, kurmaya çalıştığımız empati bizi mahvetmeye başladı. Bunlarla ilgili bağıramıyorum ama lekeler, renklerle bir nevi patlama yaratıyorum, diye anlatıyor. Uzuvlar, bacaklar, formlar, penisler birbirine karışıyor… Ateş’in hep çizdiği insanlar ve balıklar, parçalanıp iç içe geçmeye başlamış bu koleksiyonda. Ayrıca anlatmak istediklerinin boyutları büyüdüğü, konular derinleştiği için içgüdüsel olarak tuvallere geçmiş sanatçı. Uzun zamandır çizdiği deniz kızları, daha gerçekçi, bıyıklı erkek kafaları ve figüratif şekillerle birleşiyor. Bıyıklı adamlar, üzerimizde egemen olan adamları temsil ediyor. Diğer figürlere göre daha gerçekçiler, çünkü her gün hayatımızın içinde, her yerde hissediyoruz bu adamların baskısını. Bizi fiziken ruhen iliklerimize kadar parçaladılar; şimdi onların uzuvları ayrılıyor tuvallerde. Sirenler, bıyıklılardan intikam alıyor.
Bütün bu karanlık konulara rağmen, resimler halen çok renkli. Beril’in de benim de çok sevdiğimiz, geçen sene Pera Müzesi’nde görme şansına eriştiğimiz Paula Rego’nun resimleri gibi; resimler rengarenk ama konular kapkara. “Şu anda ortaya çıkardığım işler, herkesin duvarına asabileceğin kadar renkli ama dikkat edip baktığınızda herkesin anlayabileceğin kadar ağır” diyor Beril. Aynı Türkiye’de yaşadığımız hayat gibi… Bereketli, neşeli, güneşli, lezzetli harika bir ülkenin karanlıktan kurtulamayan gündemi… Dertleri kesen bir şalter gibi sanatçının renkleri; yaklaşıp şalteri indirip derine baktığında elektriği hissedip irkiliyorsun.
Bu ülkenin güzelliklerini görüp kıymetini veren, sorunlarından da bahsetmekten çekinmeyen, hayatımıza tuvallerinden bardaklarına rengarenk eserleriyle giren bu sanatçıyı takip etmekten çok zevk alıyorum. Belki de yakın yaşlarda olduğumuz için, hayat boyu toplaya toplaya geldiği ilgi alanlarının, deneyimlerinin artık tek bir “Beril Ateş” potasında tatlı bir ahenkle toplandığını, sanatçının izlediği süreçte bir olgunluk dönemine girdiğini keyifle izliyorum. Tuzuyla, deniziyle, derdiyle, tasasıyla, “arkadaşımı” izlemeye devam…