Kemal Kahraman, tarih yazımında yazının önemli manipülasyon enstrümanı olduğunu belirterek, bunu 30 yıllık Dersim sözlü hafızasını araştırma, derleme sürecinde öğrendiklerini belirtti.
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Metin-Kemal Kahraman kardeşler, 30. sanat yıllarını Bostancı Gösteri Merkezinde Miraz Müzik Topluluğuyla verecekleri ortak konserle kutlayacak. 24 Mayıs’ta Bostancı Kültür Merkezinde saat 20.30’da başlayacak konser öncesinde kardeşlerden Kemal Kahraman’la konuştuk. Kahraman, “Yaptığımız bütün çalışma süreçlerinde öğrendiğimize göre en önemli tezimiz şudur; sözün hafızası, yazının hafızasından daha duru ve derindir. Bu anlamda da özellikle kültür tarihi ya da dinler tarihi bağlamında bir kere de sözlü hafızanın perspektifinden yazıya bakılması gerektiğini söylüyoruz” diyor.
1993’te “Deniz Koydum Adını” ile ilk albüm çalışmanızın süreci nasıl gelişti?
Metin’in 6-7 yıllık Grup Yorum pratiği vardı. 1991’de ayrılmıştı. Ben o zaman cezaevindeydim. Metin sık sık kaldığım cezaevlerine beni ziyarete gelirdi. Bu görüşlerde biz hep müzik konuşuyorduk. Ben de yeni şarkılar için sözler yazıyordum, bazı şarkılar yapmıştım. 1991’in mayısında cezaevinden çıktığımda birikmiş şarkılarımız vardı. Böylece albüm yapma sürecine girdik.
Albümlerinizde, yayımlandıkları dönemin Türkiye’sinin siyasal atmosferine dair mesajların güçlü olduğu çalışmalar ağırlıkta. Bunun nedenini nasıl açıklarsanız?
Doğrusu zaten Dersimliliğimiz, Aleviliğimiz dolayısıyla zaten genetik bir politik angajmanımız vardı. Yani aileden çevreden devraldığımız bir solculuk angajmanımız vardı. Bizzat içinde olduğumuz, yaşadığımız, mağduru olduğumuz durumlar… Bence sanat üstünde yeşerdiği toprağın kültürel hafızasına dayanarak şimdinin gerçekliğine dokunabildiği oranda sahici ve kalıcı olabilir.
‘KATMERLEŞEN KÜLTÜREL YOKSULLAŞMA GÖRÜYORUM’
Peki müzik yapmaya başladığınız dönem ile günümüzü kıyaslayacak olursanız özetle neler söylersiniz?
Gittikçe katmerleşen bir kültürel yoksullaşma görüyorum; kendi gerçekliğini yapay ve sanal bir aynada arayan, tarif eden dolayısıyla gittikçe sahicilikten uzaklaşan bir olma süreci görüyorum. Bir zulüm süreci yaşanıyor aslında. Gericilik hemen hayatın her alanında baskın bir duruma geldi. Bütün muhalefet neredeyse çökertildi. Muhalefetin kendisi bile gericiliğin referanslarıyla, sembolleriyle hareket eder hale geldi. Şiir çürüdü, şarkılar çürüdü, romanlar çürüdü… O anlamda bence çok büyük bir çöküş yaşanıyor. Türkiye toplumu kültürel angajmanı olarak ya da kültürel hafıza olarak gittikçe daha çürümüş bir düzenin kontrolünde… 1990’lardan bugüne gittikçe katmerleşen bir süreç olarak insan olma halinin en sığ ve en zorba ideolojik angajmanı olarak dincilik ve milliyetçik bütün hayat alanlarını ele geçirdi ve çürüttü.
Müzikal yolculuğunuzda enstrümantal ağırlıklı “Ferfecir” albümünüzün özel bir yeri oldu…
Diğer albümlerde de enstrümantal çalışmalar vardı. Ama Ferfecir albümü ev ortamında uzun zamana yayılan bir çalışma sürecinin olgunlaştırdığı bir albümdü. Ve doğrusu bizim de tamam tarif edemediğimiz bir sebeple diğer albümlerimizden daha çok etkili oldu.
“Çeverê Hazaru” (Binler Kapısı), “Saé Moru” (Şahmaran) albümleriniz aynı zamanda birer arşivlik çalışmalar, diğer yandan devam eden Dersim sözlü halk kültürüne ilişkin çalışmalarınız sürüyor. Hem bu çalışmalar hem de sözlü kültür çalışmalarınız yaşadığımız coğrafya için ne ifade ediyor? Böyle çalışmaları neden yapmak istediniz?
Bu çalışmalar kim olduğumuza dair aidiyet referanslarımız açısından Türkiye sosyalizasyon ortamında okullar, devlet kurumları, medya organları vs. ile zorla dayatılan ideolojik yalanlardan kurtulup derin ve sahici bir kültür hafızayla buluşmamızı sağladı. Yani biz çalışırken, derlemeler yaparken bu toprakların en sahici öğrenme kaynaklarıyla buluşmuş olduk.
“Sümbülteber” albümü adıyla şimdiye kadar altı şarkınızı dijital platformlarda paylaştınız. Bu çalışmayla ilgili neler söylersiniz?
Pandemi süreciyle birlikte başladı bu çalışma. Önceki albümlerimizde yer almamış bazı şarkılarımız vardı. Ayrıca yeni bestelediğimiz şarkılarımız da vardı. Bunları pandemi sürecinde kaydetme imkanı bulduk.
‘YAZIN, MANİPÜLASYON ENSTRÜMANI OLARAK KULLANILDI’
Müzikal yolculuğu başlarken politik mesajları güçlü albümler yaptınız, şimdiyse ağırlıklı olarak mistik ya da mitolojik eserlerden oluşan çalışmalarınız söz konusu. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Her çalışma bizim için de bir öğrenme süreci oluyor. Sözlü kültüre bakışımız çok değişti. Hep söylendiği gibi yazının çok büyük bir medeniyet nimeti olmadığını öğrenmiş olduk. Yazının aslında tarih içerisinde en önemli manipülasyon enstrümanı olduğunu, özellikle de gücün sistemin elinde olanın ya da güçlünün istediğini kaydeden bir enstrüman olduğuna öğrenmiş olduk. Dolayısıyla yazı eksenli bir tarih yazıcılığının çok sorunlu olduğunu bu 30 yıllık araştırma, derleme süreci, özellikle de Dersim sözlü hafızası çalışmalarıyla öğrenmiş olduk. Mesela Alevilik hakkında yaklaşık 100 yıldır akademik çalışma vardır; fakat bütün bunlar hep yazı ve yazılı / kurumsal belge üzerine dayalı okumalar olmuştur; Aleviliğin sözlü geleneği üzerinden bir okuma olmamıştır. Dolayısıyla da Alevilik hep İslam’dan, Hristiyanlıktan, Yahudilikten etkilenmiş eklektik bir yapı olarak görülmüştü. Kimse sözün hafızasından yazıya bakmayı denememiştir. Tabii Yahudiliğin 5000 yıllık, Hristiyanlığın en az 2000 yıllık, Müslümanlığın 1500 yıllık bir tarihi, bir yazılı kutsal kitabı vardır; devletler, imparatorluklar üzerinden bir kurumsal birikimi vardır. Bugün Sünnilik, Ortodoks İslam gibi görülür. Sanki “İslam” kavramı dahil, Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin, Selman-ı Farisi, Ana Fadima, 12 imamlar vs. bütün bunlar sanki ilk kez tarihsel İslam’la birlikte çıkmış. Oysa Muhammed adı tarihsel Muhammed’den, Ali adı tarihsel Ali’den, Hasan, Hüseyin, Fatma, Selman-ı Farisi isimleri tarihsel kişiliklerden önce vardı ve tam da bu kavramların sözcük anlamları neyi söylüyorsa tam da onu söyleyen bir manada dinler tarihinde vardı. Bu anlamda tam da Aleviliğin aktardığı mana bu kurumsal aktarımdan önce de vardır; Alevilik de Hakk Yolu adıyla bütün bu kurumsal yazılı dinlerden önce vardı. Bizim bütün bu çalışma süreçlerinde öğrendiğimize göre aslında en önemli tezimiz şudur; sözün hafızası, yazının hafızasından daha duru ve derindir. Bu anlamda da özellikle kültür tarihi ya da dinler tarihi bağlamında bir kere de sözlü hafızanın perspektifinden yazıya bakılması gerektiğini söylüyoruz. Eğer bir değişiklik varsa çalışmalarımız bu öğrenme sürecinin değişikliklerini yansıtıyor.
‘KONSER YASAKLARI KEYFİ’
Son yıllarda çokça festival ve konser yasakları söz konusu. Sizin de konserleriniz defalarca yasaklandı. Bu yasaklama kararını nasıl yorumlamak gerekir sizce?
Devlet bütün kurumsallığını yitirdi. Her zaman zaten muhaliflere karşı bir keyfiyet vardı ama hiçbir zaman bu kadar fütursuz görülmemiştir; 12 Eylül sürecinde bile… Kendi koyduğu gerici normlara, kanunlara bile uymayan bir devlet var artık o yüzden. Birçok şehre gittiğimizde de valiliğe ya da kaymakamlıklara bağlı salonlar bize her zaman kapalı. Sistemin imkanlarını her zaman bize karşı bizi kapatan bir durumla karşı karşıyaydık ama bu gittikçe katmerleşti. Mesela İstanbul’da sadece bir Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde bir de Şişli Cemil Candaş Kültür Merkezinde konser verebiliyorduk. Kadıköy’deki Halk Eğitim Merkezi Salonu bize kapatıldı. Neden? Mesela 30 yaşlarında işgüzar bir kaymakam geliyor. Bakıyor kendisine bağlı halk eğitim merkezinde Metin & Kemal konseri var; Google üzerinden aratıyor. Kim bunlar? Hmm, Alevi, solcu, Dersimli Zaza… Ooo, daha ne olsun; terörist… Keyfi bir şekilde “terörist” vesaire diye nitelendirip yasaklayarak, bu imkanlardan yararlanmayı da engelleyebiliyor. İddianameyi kendisi yazıyor, hakim olarak kendisi hükmü veriyor… Bu kadar basit. Bu durum Muş yasağı için de en son Van konseri için de geçerli… En son Sayın Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ’a, HDP ve ESP yöneticilerine verilen cezalar da bu keyfiyet zulmünün en inanılması güç zirvesi olmuştur.
‘DERSİM KÜLTÜRÜ İÇİN MÜZİĞİN ROLÜ ÖNEMLİ’
1938 Dersim Katliamı’nın, Dersim müziğine etkisine dair bir soru sormak istiyorum. Katliam öncesi ve sonrasında Dersim müziğine dair neler söylersiniz?
Dersim kültüründe müziğin yeri sadece bildiğimiz bir eğlence vesaire gibi işlevsellikle görülmez. Zaten sözlü kültür olmanın gerektirdiği bir şey olarak müzik aslında önemli bir hafıza taşıyıcısı ve kurucusudur. O anlamda ‘38 öncesine kadar bütün toplum hafızasını müzikli ve şiirsel metinler üzerinden aktarmıştır. Nitekim bizim “Ax de vaji” (Ah Hadi Söyleyeyim) albümüyle yapmaya çalıştığımız budur. Yani Dersim’in politik tarihini aslında ağıtlar üzerinden okumaya çalışmaktır. Bu bizim bir keşfimiz değil aslında yaşanmış bir kültürel varoluş durumunun örneklerini göstermeye çalışmaktır. Maviş Güneşer’in adına yayımladığımız “Ax de vaji” albümünde biz son yüzyıllık politik tarihi yani Birinci Dünya Savaşı’ndan başlayarak bugüne kadarki politik tarihi ağırlıklar üzerinden okumaya çalışıyoruz. O anlamda Dersim kültürü içerisinde müziğin ’38 sürecine kadarki yeri dediğim gibi bir hafıza kurmak ve hafızayı sürekli yeniden var etmek işlevselliği ile vardır. ’38 sonrasında da özellikle Silo Qij, Keme Arejiz gibi, daha sayabileceğimiz çok isim var bu konuda. Musa Süleyman, Zeynel Karaman, Yusuf Yıldız gibi bizim de tanışma imkanı bulduğumuz kaynaklar bunlarla devam etmiştir. Fakat modern süreçle birlikte siyasi yasaklar sebebiyle de bu gelenek gittikçe gerilemiştir. Yani doksanlara geldiğimizde artık bu geleneği temsil edenler sadece “marjinal” ya da yerel anlamda belli kuşakların zevkine hitap ediyordu. Doksanlardan itibaren ise bizimle Yılmaz Çelik ve bizden sonra gelen arkadaşlarımızla biraz daha bu zamanın gereklerine uygun yeni eserlerle durum değişmiştir. Bizim kuşağımızda da müzik aslında yine kendi gerçekliğini var etmenin, ifade etmenin en önemli araçlarından biri olarak devam etmiştir. Biz mesela ’38’i yaşamış kuşaklar değiliz, sadece dinlemişiz fakat sanki yaşamışız gibi bizler de bunun gibi önemli olaylar için besteler yapmışız. O anlamda bence Dersim kültürünün, Zazaca dilinin kendini yeniden kurmasında müziğin çok önemli bir fonksiyonu olmuştur.
‘DERSİM’DE KÖY HAYATINI CANLANDIRMAMIZ GEREKİR’
Dersim’de 12 Eylül askeri darbesi, sonrasında 1994’lerde köy boşaltmalar ve şimdiyse barajlar yapıldı, yapılmak isteniyor. Hem doğasına hem de insanına yönelik tahribat yaratan gelişmeler bitmiyor. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?
’90’larda, özellikle köy boşaltmalar, yakmalar vesaire ile gittikçe nüfus kaybeden bir sürecin içerisindeydi Dersim coğrafyası. En son kalan yaşlılar vesaire de köylerden, mezarlardan şehirlere, hatta yurt dışına kaçmak zorunda kaldılar. Dersim kültürü aslında temelde bir dağ kültürüdür. Mezralar köyler üzerine kurulu hayatın varlığını böyle devam ettirebilmiş bir kültürdür. O anlamda dediğiniz gibi doksanlardaki bu köy boşaltmalarla birlikte aslında en son hayat alanlarından birini de kaybetmiştir. Yani bugün mesela Dersim kültüründen söz edebiliyorsak, bunun yeniden bir değer olduğu ve yaşaması gerektiğini söyleyebiliyorsak bizim yeniden mezra kültürüne dönmemiz, Dersim’deki köy hayatını yeniden canlandırmamız gerekir.
Müzik yolculuğunuza geçmeden önce, İsrail ordusunun yeniden işgal altındaki Filistin’e yönelik saldırıları sürüyor. Siz de öğrencilik yıllarınızda İsrail protestosu nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanmıştınız…
1988 yılıydı. ODTÜ Felsefe Bölümünde okuyordum. Öğrenci derneklerinde biz de yer alıyorduk. O zaman öğrenci dernekleri vardı. Üniversite ikinci sınıftaydım. Bugün olduğu gibi o zaman da İsrail saldırıları nedeniyle Filistin sorunu gündemdeydi. Televizyonlara yansıyan çok sert görüntüler vardı. Öğrenci derneklerinde örgütlü Dev-Gençliler olarak Ankara’da Sakarya Caddesi’nde bir korsan gösteri yaptık. Gösteriden birkaç gün dernekte Ankara genelinde bütün üniversiteden öğrenci derneklerinde aktif olan hemen hemen 80 kişiye yakın kişi gözaltına alındı. Ben de gözaltına alındım. Biz 11 kişi tutuklandık. Bir yıl süren yargılama sonrası ben de dahil yanlış hatırlamıyorsam 7 ya da 8 kişi hakkında örgüt üyeliğinden ceza aldık. 3 yılı aşkın bir süre cezaevinde kalmıştık. Zaten o zamanda müzik içindeydik. Öğrenci hareketi içerisinde Grup Yorum vb. gibi yeni yeni kurulan öğrenci toplulukları grupları vardı. Bizler de dernek bünyesinde Ankara’da bir müzik grubu kurmuştuk. Grup olarak öğrenci aktiviteleri içerisinde yer alıyorduk.
‘KÜLTÜREL HAFIZAM İÇİN YURT DIŞI İMKAN YARATTI’
22 yıl yurt dışına yaşamak zorunda kaldınız. Bu sizin için ne ifade etti?
Bu 22 yıl aslında bizim tam da gençlik yıllarımızdır. Hayata dair, kendi dilimize, kültürümüze dair sorularla dolu olduğumuz bir dönemdir. Yurt dışı kendi ülkenden, sevdiklerinden, ailenden uzak geçirilmiş bir süreç olarak mağduriyetler yaşatsa da bir taraftan kendi gerçekliğine, kendi kültürel hafızına yeniden dokunabilme imkanı yarattı; bu anlamında çok verimli bir süreç oldu.
‘KONSERLERE ÇIKACAĞIM’
Sağlık durumuzla ilgili bilgi verir misiniz?
En son bildiğiniz gibi akciğer kanserinin tedavisi tamamlanmıştı hem kemoterapi ve hem de ameliyat olarak… Fakat sonra işte bir de beyinde yeniden tümör oluşmuştu. Bununla ilgili de hem ameliyat oldum ve hem de ışın tedavisi gördüm. Bu yılın başından beridir de yeniden kemo ve immünoterapi ilaçları almaya başladım. Bu süreç 2 yıl sürecek; yani 2026 yılı başına kadar üç haftada bir bu ilaçları almaya devam edeceğim. Bu altı ay boyunca konserlere çıkamadım. Ama bundan sonraki konserlere çıkacağım.