Önceki gün Ankara savaş alanı gibiydi. Binlerce işçi ve kamu emekçisinin “torba yasa”ya karşı tavırlarını ifade etmek için giriştikleri eyleme polis, biber gazı, su, panzer ve copla müdahale etti. Ankara’nın en önemli merkezi Kızılay ve etrafında gün boyu elindeki tüm araçlarla kenti terörize eden emniyet güçleri, sadece eyleme katılanları değil, sokağa çıkan, hatta evlerinde oturan halkı bile taciz etti. Gün boyu kent merkezine çıkan bütün yolları ve sokakları polis ordusuyla işgal eden emniyet, kentin merkezini biber gazına boğarak, emekçilere gaz, su ve copla vahşice saldırarak, son günlerin Kahire’sini bile aşan bir terör uyguladı.
Kızılay ve çevresinde hükümetin emek düşmanlığının, en güzide örneklerinden olan “torba yasaya” karşı emekçilerin “Hayır!” diyen gür sesi yükselirken, Ankara’nın en ünlü, en modern sanayi sitesi OSTİM’den art arda “patlama” ve işçilerin ölüm haberleri gelmeye başladı.
OSTİM’de iki ayrı işyerindeki patlamada 18 işçi yaşamını yitirirken 20’den fazla işçi de yaralanmıştı.
İlk patlama bir jeneratör fabrikasında, “oksijen tüpü patlaması” olarak gerçekleşmişti. Patlamanın adresi OSTİM’de Uzayçağı Caddesi’nde (Peh, peh, yesinler senin uzay çağını!) 70 kişinin çalıştığı Özkanlar Hidrolik Makine Sanayi fabrikasıydı.
İkinci patlama ise yine OSTİM’de, tiner ve otomobil boyası imal eden bir “torna atölyesi”ndeydi. Ve yine “sanayi tüpü patlaması” sonucu 11 işçi ölmüştü. Evet, yanlış değil; tiner ve boya gibi, imalatı sıkı izne bağlı son derece tehlikeli maddeler imal ediliyor ama ruhsatına göre torna atölyesi! Yani kaçak imalat!
Peki, ilk patlamanın olduğu yer mi?
Yani “Jeneratör fabrikası” mı? Çalışma Bakanı Dinçer’in alelacele yaptığı açıklamaya göre bu “fabrikanın” hiç ruhsatı yok!
“Bu ne laubalilik, bu ne laçkalık, bu ne vurdumduymazlık” demeyin!
Hiç böyle şeyler yok. Bu durum; o bıyıklı sakallı profesörlerin, meydanlarda hak-hukuk nutku atan politika erbabının; “İşçi maliyetleri yükseltilmemeli. Çin gibi çalışmalıyız.
İşverenlerimizin yatırım şevkini kırmayalım!” gibi süslü laflarla ifade ettikleri ekonomik politikanın çok bilinçli uygulanmasıdır. Ve bu politikanın vardığı sınırsız sömürü, kayıtdışılığa kadar vardırılmış bir esnek çalışma (tüm patronların liberallerin hayali) böyle olur.
Ankara’da Perşembe günü yaşananlar, birbirinden tamamen farklı iki olay gibi görünürse de aslında tek bir olaydır: Kâr hırsı, bu hırsı daha da kışkırtan ekonomi politikalarının gelip dayandığı yer!
Ya da şöyle ifade edilebilir: Bu tablo, bu politikalar, isyan edenlerin emniyet güçlerini terörüyle ezilip susturulmak istenmesi; bu politikalara boyun eğenlerin de bedeli canlarıyla ödemesinin tablosudur!
Olanlar bu kadar nettir!
Bakmayın siz Çalışma Bakanı Dinçer’in ya da valinin, “Sorumluları bulacağız; ruhsatsız çalışmayı cezalandıracağız” diye afra tafra yapmasına. Hiçbir şey yapmayacaklar, göstermelik raporlar, göstermelik nutuklar; işyeri işyeri, kurum kurum suç gezdirmesi yapacaklar, herkes birbirini suçlayacak ama kimse suçlu görülmeyecek ve sonra “Kader böyleymiş ne yapalım”, “işverenlerimizin yatırım şevkini köreltmeyelim” diyerek, patronların zarar ziyanının karşılayarak yola devam diyeceklerdir!
Bu makûs talihin önün kesmenin tek yolu ise işçilerin, emekçilerin kendi haklarına ve geleceklerine sahip çıkma mücadelesinde birleşmelerdir.
Kısacası bu iki olay bir madalyonun iki yüzüdür. Ve bu emek düşmanlığı, Perşembe günü Ankara’da çok trajik ama aynı zamanda çarpıcı biçimde gözler önüne serilmiştir.
Eğer OSTİM işçileri haklarına ve geleceklerine sahip çıkarak Kızılay’daki sınıf kardeşlerine katılsaydı; polis copunun, biber gazının ve pis suyun hedefi olacaklardı.
Tıpkı eyleme katılan işçilerin, kamu emekçilerin, kendi haklarına sahip çıkmazlarsa şöyle ya da böyle OSTİM’deki işçiler gibi kâr hırsının, kayıt dışılığın kurbanı olacakları gibi!
Elbetti burada merak ettiğimiz şeylerden birisi de Türk-İş’in üst yönetiminin ve öteki pek çok sendika merkezinin Kızılay’daki saldırı ve OSTİM’deki toplu iş cinayetlerine ne diyecekleri?
Acaba, “Onlar bizim üyemiz değil” mi diyecekler yine?
Merakla bekliyoruz ve izliyoruz!
Bir merakımız da bunca olandan sonra Erdoğan’la Mübarek’in ne farkının olduğudur?
İlla bir fark varsa bizimkinin fazlası var gibi!
Evrensel