6 ülkeyi dolaşan Mekong nehri için kurulan MCR bir model olarak Türkiye’nin de önüne konuluyor. Peki, Mekong’u Ortadoğu’ya taşımak kolay mı?
Vientiane’de kaldığım otelin asansöründe “İyi bir amaç için bir dolar bağışla” başlıklı afiş yakın tarihin kapanmamış bir sayfasına dair:
“1964’ten 1973’e kadar Lao’nun üzerine 260 bini salkım mühimmatı olmak üzere 2 milyonu aşkın bomba bırakıldı. Bombaların yüzde 30’u patlamadı. Patlamamış bombalar ülke genelinde öldürmeye ve yaralamaya devam ediyor. Bu durum toprakların kullanılmasını da önlüyor.” Toplam 270 milyon adet bomba 600 bin sorti ile Kamboçya ve Lao’ya bir mönü gibi atıldı. ‘Breakfest’ adıyla başlayan operasyonlar ‘Lunch, ‘Snack’, ‘Dinner’, ‘Supper’ ve ‘Dessert’ adlarıyla sürdü. Dünya genelinde mayın ya da patlamamış bombalarla ölenlerin yarısı Lao halkından. Yani Amerika öldürmeye devam ediyor. Bu patlayıcılardan bir kısmı, Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesi ve Marksist düzen kurma çabalarına geniş yer veren Ulusal Müze’de de sergileniyor. Müzede Fidel Castro ve Yaser Arafat’ın Lao halkıyla dayanışmasını gösteren iki kare de dikkatimi çekti.
ABD ile savaşan Kuzey Vietnamlılara kucak açmasının bedelini ödeyen Loa Demokratik Halk Cumhuriyeti bugün orak-çekiçli kızıl bayrakların her yeri süslediği bir ülke. Duvarlarında Marks ve Lenin’e, ‘tut tuk’larında Che Guevara’ya yer açan Lao, bir yandan Komünist damarını canlı tutmaya çalışırken diğer yandan ABD dahil uluslararası toplumun projelerine açık. Belki karşılıklı çıkarları gözeten bir siyaset belki yokluğun getirdiği mahkûmiyet!
Yukarı havzada Çin ve Myanmar, aşağı havzada Tayland, Lao, Kamboçya ve Vietnam’ı besleyen Mekong Nehri’nde sürdürülebilir bir kalkınma için kurulan Mekong
Nehri Komisyonu (MRC) da batının desteğiyle çalışmalarını yürütüyor. MRC’nin selefi Mekong Komitesi, Komünizme karşı nüfuz aracı olarak kurulmuştu. Bölgenin
Vietnam Savaşı, Pol Pot rejimi ve askeri darbelerle yaşadığı anormallikler yüzünden sekteye uğrayan Mekong Komitesi’nin deneyimleri üzerinden 1995’te oluşturulan MRC’nin finansörleri şunlar: ABD, Belçika, İsveç, Hollanda, Danimarka, Lüksemburg, Finlandiya, Almanya, Avustralya ve Japonya hükümetleri; İsviçre Kalkınma ve İşbirliği Ajansı ve Fransız Kalkınma Ajansı.
ZOR ZAMANDA EGEENLİK ‘IN’, KOMİSYON ‘OUT’
Vientiane’de orak-çekiç ile Marks-Lenin portreleriyle süslü afişin önünde Lao Tabi Kaynaklar ve Çevre Bakan Yardımcısı Monemany Nhoyboukong’u dinliyoruz. Monemany, Mekong’taki doğal sistemi tehdit eden baraj projeleriyle ilgili eleştiriler karşısında Lao’nun nehrin korunması için elinden geleni yaptığını ve insani bir politika izlediğini anlattı. Batılı finansörlerden bahsederken de onurlu bir halk oldukları vurgusunu yaptı. Mahkûmiyet atfı bu yüzden! Bu ülkeleri Batıyla işbirliğine iten şey şu: Nehrin geleceği için gerekli finans, teknik, bilgi ve insan kaynağı kendilerinde yok. Bir yaşam pınarının felakete dönüşmemesi için gereken işbirliğini kendi kapasiteleriyle üretmeleri kolay değil. Çin gibi gücü olanlar da ayak bağı olacak kurumlar istemiyor. Ama Çin aleyhine dönmemesi için sürecin dışında
kalmayıp MRC’de gözlemci statüsüyle sınırlı katkı sunuyor. Mesela Mekong’daki 49 gözlem istasyonundan 2’si Çin’de.
PEKİN’İN DERDİ ENERJİ: Çin dar ve eğimli vadilere ardı ardına kurduğu elektrik santralleriyle fakir Yunnan bölgesini kalkındırmak istiyor. Barajların su baskınlarına karşı regülatör işlevi gördüğünü ve ayrıca yukarı havzanın dağlık bölge olması nedeniyle sudan başka türlü yararlanamadığını savunuyor. Çin’in komisyona tam üye
olmaktan kaçınmasının bir diğer nedeni: Böylesi bir işbirliği, Çin’in 40’ı aşkın sınır aşan suları için emsal olacak. Pekin komşularına bu kozu vermek istemiyor.
AKÜ OLMAK İSTEYEN ÜLKE: Çin yönetimine yakınlık duyan Lao da 2012’de 3.5 milyar dolarlık Xayaburi Barajı projesiyle alarma neden olunca ‘egemenlik haklarım’ demeye başladı. Fukaralığa demir atmış Lao, bölgenin ‘elektrik bataryası’ olmak için arzulu. Amacı üreteceği elektriği Tayland gibi ülkelere satarak mali kaynak yaratmak. Bu yüzden çok sayıda baraj projesiyle, kimsenin laf geçiremediği Çin’in gölgesinde yol almaya çalışıyor.
KAMBOÇYA, TONLE SAP İÇİN TİTİZLENİYOR: Yukarıda baraj yapılmasından en fazla rahatsız olan Vietnam ile Kamboçya. Kamboçya Mekong’un kollarına baraj yapmaktan geri durmasa da özellikle besin deposu Tonle Sap Gölü’ndeki yaşam döngüsünün bozulmasından endişe ediyor. Pekin “Benim barajlarım sayesinde baskınları önleyebiliriz” dese de Kamboçya, Mekong’daki taşmayı rahmet sayıyor. Kamboçyalıların haklı olduğu yer ilginç bir doğa olayında ifadesini buluyor: Mekong muson mevsiminde kabardığında suyun bir kolu Tonle Sap’a akıyor. Yağmur kesildiğinde ve buz tutan Himalaya’da erime durduğunda bu kez sular tersine yani Tonle Sap’tan Mekong’e akıyor. Bu ters akış habitattaki canlılığı temin ediyor. MRC’nin taşkına karşı uyarı sistemi tam bu noktada önem kazanıyor.
VİETNAM’IN KORKUSU DELTA: Vietnam da barajların nehirdeki su seviyesini düşürmesine bağlı olarak 20 milyon insanın yaşadığı deltanın kurumasından korkuyor.
TAYLAND’A ENERJİ VER YETER: Ekonomik olarak Mekong’un sunduğu olanaklara daha az bağımlı olan Tayland ise kendini bağlayacak sıkı kurallar istemiyor.
Nehre akım katkısı yüzde 2 olan Myanmar için Mekong sadece bir sınır taşı. Bu yüzden gözlemci olmak kâfi.
MRC ORTADOĞU İÇİN MODEL OLUR MU?
Herkes kendi yoluna giderken MRC’nin başarısı nerede kaldı? MRC’nin raporları bağlayıcı değil yol gösterici. 1995’teki anlaşma baraj projelerinin önceden üye devletlere bildirilmesi ve MRC etütlerinin beklenilmesini salık veriyor. Yaptırım gücü yok diye komisyon için önemsiz demek insafsızlık olur. Her şeyden önce hükümetler arası işbirliğinin zemini oluşturacak şekilde veri tabanı oluşturuyor. Bunun başka bölgelere model olup olmayacağı ise tartışmalı. Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan’dan uzmanlarla birlikte Mekong havzasına davet edilmemizin nedeni Fırat, Dicle ve Ürdün Nehri için benzer komisyonların önerilmesidir. Mekong örneği hep Türkiye’nin önüne konuluyor. Önceden bu tür toplantılara katılmaya yanaşmayan Ankara artık geleceğe hazırlıklı olma gereği duyuyor. Türkiye’nin tercihi meseleyi uluslararasılaştırmadan bire bir komşularla ortak tedbirler üretme
yönünde. Türkiye suların hakkaniyet ve makuliyet çerçevesinde kullanılmasını isterken Fırat ve Dicle’nin ‘uluslararası su’ olarak tanımlanmasına karşı. Çünkü tanım eşit paylaşım tezini ve uluslararası aktörleri devreye sokuyor. Türkiye bu yüzden Çin gibi ‘uluslararası su’ ifadesi üzerinden giden anlaşmalara imza atmıyor.
Türkiyeli uzmanların yaklaşımı şu: Mekong havzasının aksine Fırat ve Dicle havzasında kuraklık sorunu var. Irak ve Suriye iklime bağlı yağış düşüşünü görmezden gelip kirlilik ve yüzde 60-70’lere varan israf ya da kaçaklarla ilgili önlemler almayarak kuraklıktan otomatik olarak Türkiye’yi sorumlu tutuyor. Bu yüzden bilimsel verilerin önemi artıyor. Evvela Türkiye’nin bıraktığı su miktarı sınırın her iki tarafında güvenilir yollarla ölçülmeli. Suyun hangi noktalarda kirlendiği bilinmeli.
Ankara bu konuda teknik desteğe hazır ama halihazırda Şam ve Bağdat’taki siyasi durum işbirliğine mani. Özetle Türkiye uluslararası aktörleri söz sahibi edecek Mekong tarzı bir model yerine ikili ilişkilerle üretilecek mekanizmalar istiyor. Muhatapları ise Türkiye üzerinde daha fazla baskı kurabilecekleri uluslararası bir mekanizmadan yana. Görünen o ki taraflar birbirini anlayıncaya kadar vadilerden daha çok su akacak. Tabi vadiler kurumazsa… (www.radikal.com.tr)