Bu yazıda günümüzün en önemli günceli ile çok yakından ilgisi bulunduğu için kendisi, öncesi ve sonrasındaki bir örnekle “Medine Sözleşmesi” denen “sahife” hakkında Cabir’den alıntı sunmak istiyorum(*); Hz. Peygamberin Medine’de karşılaştığı ve çözmek zorunda kaldığı ilk sorun, kendisinden önce ya da sonra Mekke’yi ve bütün mal varlıklarını terk edip hicret etmiş müminlerin Medine’de nasıl geçim sağlayacakları sorunu olmuştu. İşte Hz. Peygamber şehre varır varmaz verdiği ilk hutbede sadece bu konuya değinmiştir. Bu konuşma, Ensar ve Muhacir tüm Müslümanlar arasında açık bir yardımlaşma ve dayanışma çağrısıdır. Muhacirler bu dönemde Medine’deki Ensar müminlerin, din kardeşlerinin evlerine yerleşmişlerdi. Hz. Peygamber bu daveti bariz bir toplumsal gerçeklik şeklinde somutlaştırmak için “kardeşlik” düzenlemesi yaptı. Bu kardeşlikte esas olan şey, hak ve eşitlik ölçüsü idi. Buna miras hakkı bile dâhildi, buna göre herkes, kardeş olarak anlaştığı kişi ile karşılıklı tevarüs bağına sahip olacaktı, bu kişi onun akrabası olmasa dahi durum buydu. Kabile mensubu olan muhacirler kendileri gibi kabile mensubu olan Ensar’ın evlerine yerleşmişlerdi. Kabile mensubu olmayan ve kendilerinden Mekke döneminde “mustaza’flar/garibanlar” adıyla söz ettiğimiz ve çoğunluğu Kureyşlilerin kölesi olan fakir müminler ise Hz. Peygamberin izni ile Mescidin örtülü avlusuna yerleşmişlerdi. Bunların geçimlerini Hz. Peygamberin bizzat kendisi ve bazı varlıklı sahabeler üstleniyorlardı. Bu kimseler daha sonraları “ashab-ı suffe” adıyla tanındılar ki bunlar arasında Ebu Zer el-Ğıfari, Ammar b. Yasir, Mikdad, Ebu Huzeyfe b. El-Yeman gibi kimseler de bulunuyordu. Muhacirlerin geçimi konusu böyleydi.
Hz. Peygamberin çözmesi gereken ikinci mesele ise, Medine’ye yerleşmiş bulunan ve orada yaşayan değişik grupların bir arada yaşamalarının sağlanmasıydı. Zira bu grupların barış ve hatta dayanışma içinde birlikte yaşamalarını sağlayacak bir sistem olmaksızın, Hz. Peygamberin Medine’ye hicret etme amacının(İslâm’ı tebliğ hedefinin) gerçekleşmesi mümkün değildi. İşte Hz. Peygamberin Medine’de yaşayan Ensar, Muhacirler ve Yahudiler arasında bir ittifak sözleşmesi olarak yazdığı, “sahifeyi” (Medine Sözleşmesini) bu çerçevede ve bu bakış açısından hareketle yorumlamak gerekmektedir. Medine Sözleşmesi metni: “ 1- Bismillahirrahmanirrahim. Bu kitap, Peygamber Muhammed ile Kureyşli ve Medineli müminlerin ve Müslümanların ve onlara tabi olan kimselerin, onlara katılan ve onlarla cihat eden kimselerin diğer herkes karşısında tek bir ümmet olduklarını ifade eder.
2- Kureyşli muhacirler, kendi aralarındaki cinayet olaylarında diyet belirleme konusunda kendi adetlerini uygulayacaklardır. Esirlerini fidye karşılığı serbest bırakacakları zaman güzellikle ve müminler arasında adaleti gözeterek hareket edeceklerdir. Beni Avf kabilesinden olanlar, kendi aralarındaki cinayet olaylarında diyet belirleme konusunda kendi adetlerini uygulayacaklardır. Her grup esirlerini fidye karşılığı serbest bırakacakları zaman güzellikle ve müminler arasında adaleti gözeterek hareket edecektir. Beni Saide de. (diğer bütün kabileler aynı şekilde sayılmaktadır.)…
Müminler, kendi aralarında ağır mali mesuliyetler altında bulunan hiç kimseyi bu durumda bırakmayacaklar. Kurtuluş fidyelerini veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir. Hiçbir mümin diğer müminin anlaşmış ve kardeşlik kurmuş olduğu kimse ile onun aleyhine olacak bir anlaşma yapmayacaktır. Takva sahibi müminler, kendi aralarında, mütecavize, haksız bir fiili tasarlayana, bir cürüme veya hakka tecavüze ya da müminler arasında bir karışıklık çıkarma amacını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsi onun karşısına dikileceklerdir. Hiçbir mümin, bir kâfir için bir mümini öldüremez ve mümin aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez. Allah’ın himaye teminatı tektir. Dolayısıyla müminlerin en yoksul ve güçsüzlerinden birinin himayesi dahi, bütün müminler için bağlayıcı bir hüküm ifade eder. Zira müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin dostu durumundadır. Yahudilerden bize tabi olup Müslüman olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara karşıt olanlarla yardımlaşmazlarsa, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır. Sulh Müminler arasında bir tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir savaşta, diğer müminleri hariç tutarak, bir barış antlaşması yapamaz. (Kimse düşmanla tek başına antlaşma yapamaz, antlaşmayı Müslüman toplum yapar. Bu iş, fertlerin değil toplumun işidir.) Bu sulh ancak müminler arasında genellik ve adalet üzere yapılacaktır. Bizimle birlikte savaşa katılan bütün askeri birlikler, birbirleriyle nöbetleşeceklerdir. (Savaşa veya sefere çıkmak kabileler arasında nöbetleşe yapılacaktır) Müminler birbirlerinin Allah yolunda akıtılan kanlarının intikamını alacaklardır. (Güçlü zayıf ayrımı olmaksızın bütün müminlerin kanları eşittir.) Takva sahibi müminler en iyi ve en doğru yolda bulunurlar. Herhangi bir kimsenin bir müminin ölümüne sebep olduğu kesinleşirse, maktulün velisi rıza göstermezse, kısas hükümleri gereğince katil onun cezası olarak öldürülür. Bu halde, bütün müminler ona karşı olurlar. Müminlere bu konuda helal olacak tek davranış ona karşı çıkmaktır. Bu yazının/sahifenin içinde yer alanları kabul eden, Allah’a ve ahiret gününe inanan bir müminin bir katile yardım etmesi (onu kısastan koruması) ve ona sığınak temin etmesi helal değildir. Ona yardım ve yataklık eden, kıyamet günü Allah’ın lanet ve gazabına uğrayacaktır. O zaman artık kendisinden ne bir para ve ne de bir taviz kabul edilecektir.
3- Yahudiler, müminler gibi savaş sürdüğü sürece savaş masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler. (Müminlerle ittifak halinde giriştikler savaşların masraflarını karşılayacaklardır.) Beni Avf Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmet (toplum) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna Mevlaları da dâhildir. Yalnız, kim haksız bir fiil irtikâp ederse veya bir cürüm işlerse, o sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş olacaktır. Beni Neccar Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. Bu şekilde bütün Yahudi grupları zikredildikten sonra; Yahudilerden hiç kimse Muhammed’in izni olmadan, Müslümanlarla birlikte bir askeri sefere çıkmayacaktır. Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilmeyecektir. Biri bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve aile efradını mesuliyet altına sokar. Aksi halde haksızlık olacaktır. Allah bu yazıya en iyi riayet edenlerle beraberdir. Bir savaş vukuunda Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve Müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Bu Sahifede gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar birbirleriyle yardımlaşacaklardır. Onlar arasında iyi davranma olacaktır. Kaidelere mutlaka riayet edilecek, bunlara karşı davranış olmayacaktır. Hiç kimse müttefiklerine karşı cürüm işleyemez. Zulmedilene mutlaka yardım edilecektir. Yahudiler Müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri sürece masrafta bulunacaklardır.
4- Bu sahifenin gösterdiği kimseler için Medine, vadisi dâhil mukaddes bir yerdir. Himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir. Ne zulmedilir ne de kendisi zulmedebilir. Himaye verme hakkına sahip olanların dışında hiç kimse himaye veremez. Bu sahifede taraf olan kimseler Medine’ye saldıracaklara karşı yardımlaşacaklardır. Şayet; Yahudiler, Müslümanlar tarafından bir sulh yapmaya veya bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet Yahudiler, Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır. Din konusunda girişilen harp vakaları müstesnadır. Her zümre, kendine ait mıntıkadan sorumludur.
5- Medine ehlinden hiçbir müşrik, Kureyşli müşriklerden hiçbirine mali ya da şahsi destek veremez, işlediği suçtan dolayı onu koruyamaz. Ne Kureyşliler ne de onlara yardım edecek olanlar, himaye altına alınmayacaklardır.
6- Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir, selâm O’na olsun… Bu sahifede gösterilen kimseler, arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münazara vakalarını Allah’a ve O2nun elçisi Muhammed’e götürmeleri gerekir. Allah, sahifeye en kuvvetli ve en iyi riayet edenlerle beraberdir.
7- Kurallara mutlaka riayet edilecek, bunlara aykırı hareket edilmeyecektir. Haksız yollarla kazanç temin edenler, sadece kendilerine zarar vermiş olurlar. Allah, bu sahife gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riayet edenlerle beraberdir. Bu yazı, bir haksız fiil veya cürüm işleyenin ceza görmesine engel olamaz. Harbe çıkan da Medine’de kalan da emniyet içindedir. Haksız bir fiil işlemek müstesnadır. Allah ve resulü Muhammed himayelerini, bu sahifeyi tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza edenler üzerinde tutulacaklardır.” İşte Medine’de özelde Müslümanlar ve müminler arasında cinayet ve savaş konularında bir tür “iç düzenleme” olan, ama daha da geniş çerçevede Hz. Peygamber ile Yahudiler arasındaki konularda bir tür “savaş/barış sözleşmesi” olan meşhur 7 maddelik Medine Sözleşmesi budur.
Sözleşmeyi bozan tarafla ilgili bir uygulama örneği; Sözleşmeyi bozan Beni Kurayza Yahudilerinin sonu hiç iyi olmamıştır. Şöyle ki: Kurayzaoğulları Yahudileri de müttefiklere katılarak Sahife’yi bozmuş, ihlal etmiş oldukları için Hz. Peygamber onların da üzerine yürümüş ve kendilerini muhasara altına almıştı. Bunun üzerine çok şiddetli bir korkuya kapılmışlar ve kadim müttefikleri olan Araplardan birinin hakem olup aralarında karar vermesini istemişlerdi. Hakem de kabiledeki bütün erkeklerin öldürülmeleri, kadın ve çocukların esir edilmeleri şeklinde hüküm vermişti. Sayıları 600 ile 900 arasında olan erkekler hakkındaki hüküm Hz. Peygamber tarafından uygulandı. Sonra Hz. Peygamber onların mallarını ve kadınları Müslümanlara paylaştırdı.
“””””””””””””””””””””””””””””
(*) El- Cabiri, Muhammed Abid, Fehmü’l Kur’an, 3’ncü cilt, s. 10-14 arasından, Mana Yayınları, 2013-İstanbul