Bu yazıda “zulüm/zlm” kavramının mahiyeti ile giriş yapıp yazı başlığındaki dört kavramla ilgili tartışma zemini açmaya çalışacağız… Diğer bir ifade ile ezberlere dokunacağız!
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen “zulüm” kelimesi artık Türkçeleşmiş olup günlük hayatımızda çokça kullanılmaktadır. Kelimenin geniş bir sözlük anlam haritası olup “zlm” köküne bağlı olarak konumuzla ilgili olanlardan bazıları şunlardır: Yersiz hareket etmek; gerektiği gibi yapmamak; haksızlık etmek, hak yemek, doğru yoldan ve doğruluktan sapmaktır. Kararmak, karartmak ve karanlığa girmektir. Zulmet; cehalet, şirk ve fasıklıktır, bunların zıtları da ‘Nur’ sözcüğüyle anlatılır. Bu anlamda zulüm/zalimlik, gerçekleri görememek ya da onları saklamak anlamında ‘kör olmak’ demektir. Zulüm sözcüğü dilcilere ve âlimlerin çoğuna göre ‘bir şeyi ya eksilterek ya da artırarak veya zamanından ya da mekânından saparak kendine ait olmayan yere koymak’ demektir. Küfür, şirk ve nifakın her biri büyük bir zulümdür.
Yukarıdaki pasajda iki şey anlatılıyor: zulme uğrayan(mazlum) ve zulmeden(zalim). Kelimenin az önce değindiğimiz anlamlarına baktığımızda özetle; adaletin gözetilmemesi; hakkın yenmesi; ahlaksız davranma; bir şeyi bulunması gereken yerde değil bulunmaması gereken yerde bulundurmak; karanlık ve karanlık işler peşinde koşmak olduğunu söyleyebiliriz. Burada sayılan tutum ve davranışları yapan zalim, zalimce tutum ve davranışlara maruz kalan, yani mağdur edilen kişi de mazlumdur. “Zlm” köküne dayalı zalim ve mazlum kavramını böylece ortaya koyduktan sonra, başlıktaki tezimizi sorgulayalım: yani “Sadaka ile Zekât” ve “Adalet ile Kıst” kavramları uygulamada zulme uğramışlar/uğratılmışlar mı? Soruya cevap verebilmek için, önce mevcut durumu ya da uygulamayı kısaca hatırlamak yararlı olacaktır.
Sadaka ile ilgili günümüzdeki uygulama; durumu müsait olan insanların muhtaç gördüklerine üç beş kuruş para ya da yiyecek ve giyecek vermek şeklinde gerçekleşmektedir. Bu bağlamda kendisi muhtaç olan insanların da başkalarına bir şeyler verdikleri biliniyor. Zekâta gelince, o konuda çok çeşitli uygulamaların olduğu söylenebilir. Zekât anlayış ve uygulamasında genellikle ilmihal ve fıkıh kitapları ile din adamlarının hükümlerine uyulmaktadır. Buna göre belli miktarlarda bir şeyler, daha çok sempati duyulan ya da tarafı olunan dernek, cemaat ve bazen de doğrudan kişilere veriliyor. Ayetlerde Sadaka geçen birçok yerde meal ve tefsir yazarları önce “sadaka” yazıyorlar sonra da yanına parantez içinde “zekât” kelimesini ekliyorlar, bazen de tersini yapıyorlar. Bu çok komik ve ilginç değil mi?
Adalet ve Kıst konusuna baktığımızda, bunda da çok ilginç bir durum karşımıza çıkıyor. Şöyle ki; bu kavramların ikisi için de Türkçede “adalet” kelimesi kullanılıyor. Yani iki ayrı Arapça kelime, tek kelimeye indiriliyor. Hatta “Kıst” bu anlamda çok az bilinip kullanılıyor. Şimdi de bu dört kelimenin sözlük anlamlarına kısaca bakalım:
Sadaka/sdk: Doğru. Doğruluk. Dosdoğru. Hakikat. Dosdoğru davranmak. Gerçeği söylemek. Gerçeğe uygunluk. Doğru söylemek. Yürek temizliği. İç güzellik. Halis kalpli. Sözünü yerine getirmek. Doğru bilmek. İşi ve sözü doğru, gerektiği gibi olmaktır. Tasdik etmek(onaylamak). Gerçekleştirmek. Allah rızası için verilen şeydir. Doğruluk delili. Es sıdk: Hem içte gizli tutulan örtülü sözün hem de haber verilen sözün birbiriyle mutabık(uyumlu) olmasıdır. Bu şartlardan birisinin çiğnenmesi halinde bu tam bir “sıdk” olmaz. Bu durumda artık o “sıdk” kelimesiyle nitelenmez. “Sıdk”, asla yalan söylemeyen, sürekli doğru ve doğrulukla söz söyleyen insanların niteliğidir. Doğru söylemeyi ilke ve alışkanlık haline getirmektir. ‘Sıdk’, ‘kizb’ in karşıtıdır: doğru-yalan. Sadakat; verilen sözün davranışlarla da ortaya konması ile söz ve fiillerin doğru olduğunu göstermek, kanıtlamaktır. Başka bir deyişle; diliyle doğru söyleyenin, fiilinin de doğruluğudur. “Es sıdk”, kendisiyle gerçekliğin, doğruluğun teyit edildiği her şeyle ilgili kullanılır. Sevgide, muhabbette doğru inançtır. Darlık içinde olana gösterilen kolaylıktır; darda olup borcunu ödeyemeyene borcunun bağışlanması gibi. Mihri vermek. Mihri tespit etmektir. Kadına verilen ya da takdir edilen mihr(sıdak/nikâh akçesi) için de sadaka denmiştir. Zekât/Zky: Artmak, fazlalaşmak. İyi olmak. Zenginleşmek. Temizlemek, temizlenmek. Bereket. Artış. Temizlik. Düzen. Saflık/duruluk. Zekât sözcüğü temelde ‘Yüce Allah’ın bereketinden hâsıl olup ortaya çıkan büyüme veya artış’ anlamına gelir. Temizleyip paklamak. Fakirlere verilen şeylerdir. Adil birinin bir başkasını tezkiye etmesi, (onun doğru sözlü, güvenilir ve dürüst olduğunu söylemesi) demektir. Zekât vermek (tezkiye, tezkiyeleşme): kendinde olandan vererek arınmaktır. Zihinsel arınma; zekâyı sağlamlaştırma; temiz ve sağlam zekâ ile hayır işlemek.
Adalet/adl; Doğruluk. Düzgünlük. Dürüstlük. Hakkı gözetme. Adil olmak. Eşit davranmak. Hak yememek. Ayırım yapmamak. Hakkı gözetmek. Dengelemek. Doğrultmak. Düzeltmek. Düzenli. Düzgün. Bozukluğu düzeltmek(Tadilat). Akla uygun(itidal). Vasati, ortalama(mutedil). Normallik. Orantılı olma. Eşitlik. Denklik. Denk olmak. Adalet kelimesi basiretle idrak edilen konularda kullanılır. Adalet; eşit, denk bir biçimde dağıtmak demektir. Kıst/kst; Kişinin, arkadaşından, kendi verdiğine eşit faydalar elde etmesi, yani alışverişteki hakkaniyettir. Adil olarak paylaştırılan pay/hisse demektir. Adalet. Kısımlara bölmek. Ayırmak. Adil davranmak. Hakkı gözetmek. Hükümlere uymak. Hükmü uygulamak. İktisat. Taksit. Tartıyı adaletle yapmaktır.[1]özlük yazarlarından bazılarının kimi kez mensubu bulundukları ekollere göre kelimelere anlamlar verdiklerini, sözlüklerle çalışıp çok meşgul olanlar bilirler…
Sadaka ve zekât kavramlarının anlamlarına baktığımızda, uygulamada yer değiştirildikleri görülüyor. Halk dilinde şöyle yaygın bir söz vardır: “Zekât verilir, sadaka alınır.” Sözleri ayırarak değerlendirelim; “zekât verilir”: bu sözde işaret edilen eylem, serbest, gönüllülüğe dayalı davranıştır. Yani isteğe bağlı, herhangi bir zorlama olmadan yapılan bir salih ameldir. Hatırlayalım; zekât verilmesi, birçok ayette salâtın ikamesi ile birlikte geçer. Bu anlamda toplumsal yararı olmakla birlikte daha çok bireysel bir uygulamadır. Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de zekâtla ilgili verilecek yer, miktar, oran gibi somut değerler kullanılmaz. Oysa “sadaka” öyle değildir. Bu anlamda sadakanın ne kadar ve nereye verileceği ile kim tarafından alınacağı bellidir. Bunun böyle olduğu ayetlerde apaçık belirtilmiştir. Buna rağmen “sadaka” kelimesinin yerine “zekât” kelimesini ya da “sadaka” yazıp yanına parantez içinde bir de “zekât” yazılırsa, insanların kafası karışır ve içinden çıkılamaz hale gelir.
Bu çok ciddi ve önemli bir meseledir. Bazı okuyucular merak edip şöyle diyebilirler: “madem çok ciddi ve önemli bir meseledir, neden ilgili ayetleri ve başka delilleri sıralamıyorsun?” Bu yazı dip notsuz olacak, eksiklikse özür dilerim. Ben de şu soruyu soruyorum kendime; elde bu kadar değerli ve hem dünya hem ahret cennetini inşa etmeye fazlasıyla yeter bir kitap, hem o kitabı gerektiği şekilde yaşamı ile örnekleyen Resul varken, O’nun dönemi ve vefatından sonraki birkaç yılı saymasak tarihin neresinde bir erdem var? Bu kadar olumsuzluk, ancak temel değerlerin yüzde yüze yakını ters yüz edilmesiyle gerçekleşebilir. Bu anlamda uydurulan din bağlamında dört önemli kavram üzerinden bir örnek ortaya koymaya çalışıyorum.
Yukarıda zulmün, bir şeyin bulunması gerektiği yerde değil, başka yerde bulunmasının olduğunu öğrenmiştik. Şimdi merak edip bu iş nasıl böyle olabilir diyen her Müslüman oturacak, Kur’an’ı açıp sadaka ve zekât ayetlerine bakacak ve ondan sonra din adamlarının halkın mallarını, paralarını ve zamanlarını haksız yere nasıl alıp lüks hayatlar sürerek yediklerini görecek. Bu çarpıklık öyle bir seviyeye gelmiş ki, kamu ve toplumun hakkı olan vergiyi vermeyip kaçıranlar, yıllarca nasıl ve nerelere harcandığını hiç sorgulamadan muntazam aidatlar şeklinde bir takım din istismarcılarına zekât adı ile paralar ödediler/ödüyorlar, mallarından verdiler/veriyorlar…
Sadaka, tasdik edilmiş ve periyodik aralıklarla alınan vergidir. Zekât ise, kendisi sürekli faal olan, zamanı ve miktarı belirsiz vermelerle gerçekleştirilen arınmadır. Bu noktada şunu söyleyip Adalet ve Kıst’a geçelim: zekât, sadaka; sadaka da zekât değildir. Bunların hiç biri infak, infak da onların hiç birisi değildir. Üçü de bulunması gereken yerde bulunduğunda işlevini yerine getiren çok yararlı bir değerdir. Bununla birlikte bunlardan her birinin diğeri ile sağlam bir bağı ve ilişkisinin bulunduğu da bilinmelidir.
Adalet ve Kıst; bunlar da yerlerinden oynatılmış! Öyle olmasa bu kadar adaletsizlik ve kanun tanımazlık olabilir mi? İnsanlar arasında meydana gelen kanunlara aykırı ve suç teşkil eden konuların “adalet” kavramı içinde değerlendirilerek onlarla ilgili yapılan işlemlere “adalet” ve bu işlemlerin yapıldığı mekânların “adliye” olarak adlandırılması, “adalet” kavramına irtifa kaybettirmektir. Diğer bir ifade ile bulunması gereken yerden alınıp daha aşağı bir kademeye indirgenmesidir. Belki kısaca şöyle de denebilir; derece kaybettirilerek derekeye uğratılmıştır. Adalet kavramının, Kıst kavramı ile eşitlenmesi; adaletin ortadan kaldırılması gibi bir şeydir. Öyle bir tenzili rütbe ki varlığı yok sayılıyor.
Ancak Adalet kendi makamında, Kıst da kendi makamında bulunduğunda, Kur’an’da kendilerine yüklenen işlevlerini gereği gibi yerine getirebilirler. Adalet, herkes için vazgeçilemez bir değerdir ve o basiretle birlikte yürür. Kıst ise hükümlerle, kanunlarla/yasalarla yürür ve Adalete muhtaçtır. Onun insan hayatındaki yeri; insanlar tarafından insanlara uygulama alanıdır. Adalet öyle değildir; o, içine Kıst’ ı da alan ve doğrudan Allah ile aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya olan ilişkilerde kendini gösterir. Adalet, kendi dışındaki başka değerlerle doğrudan ilintilidir. Bunların başında ahlak, düşünce, her türlü özgürlük, eşitlik, güvenlik, mutluluk ve onur gibi değerler gelir. Bu söylediklerimizden Kıst’ın, adaletin kuvvetli elemanlarından, başka bir deyişle sağlam ayaklarından birisi olduğu açıkça anlaşılabilir. Bu bağlamda Kıst’ı Adalet‘le aynı anlamda kullanmanın ya da bu kelimeleri birbirinin yerine koymanın bir zulüm olup olmadığının sorgulanması gerekmez mi? Bir de şöyle soralım: Resulullah’ın vefatından sonra çok az istisnalar hariç, adaletin bireysel ve toplumsal hayattaki seyrinin derecesi nedir? Söz konusu zaman dilimi için bin dört yüz yıl dersek ve buna orantı uygularsak; olumluluk yüzdesi kaçtır? Şu çok açık bir gerçektir ki: adaletin olmadığı yerde Kıst da olmaz. Adliye, mahkeme, ceza, kanun(yasalar) ve bunun gibi konu ve işlemler Kıst makamında, Kıst da; bireysel ve toplumsal hayatın en küçük zerresini dahi içine alan Adalet’in kanatları altında olması gerekir.
Sadaka, Zekât, Adalet ve Kıst kavramları bugün yoğun ve bulanık anlam içerikleriyle çoğu kez de birbirlerinin yerine kullanılagelmekte, kökeni Arapça olan bu kelimeler diğer dillere ya çevrilemiyor ya da daha da bulanıklaştırılmaktadır. Her değer, bulunması gereken yerde bulunduğunda gerçek fonksiyonunu icra eder. Değil ise; bireysel ve toplumsal yaşama komple erdemlilik yerine, adaletsizlik, bozgunculuk; münafıklık; haset ve fesatçılık; inkâr ve şirk kapanları/tuzakları egemen olur. Sonra da durumdan görev çıkaran gereksiz bekçiler, zorbalar ve vekiller türer; işte bunlardır sahte dinler üretip Hak Din’i istismar edenler…
Problem ve çare olarak iki aşamalı sonuç: Problem; İslâm Dünyası denen Coğrafya günümüzde tam bir ateş çukuru (iç çatışmalar) ve yoksulluk (açlık ve cahillik) sarmalında kıvranıp duruyor. Yani insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar. Her dönemde bütün zulüm mekanizmalarının işletilmesinde en çok kullanılan araç din olmuştur. Hangi Din? Elbette, SAHTE DİN! Nasıl? Onu üretmenin yöntemi nedir? Yazının başından beri dört kavram üzerinden örneklemeye ve anlatmaya çalıştığım uygulama yöntemi şudur: her değeri bulunması gereken yerden alarak; çıkar, heva ve hevesleri tatmin anlam ve makamına yerleştirmek… Çare: Tam bir ihlâs ve samimiyetle Kur’an’ a Yönelmek; Kur’an’ı kendi iç bütünlüğü ve bağlamı içinde anlamaya ve gereği gibi yaşamaya çalışmak; bu samimi çabada her değeri yerli yerinde bulundurup içeriğine uygun işlevselliğini sağlamak; Kur’an-ı Kerim ve Resulullah’ın(s) sahih örnekliği ışığında yeni sorunlara yeni çözümler üretmektir…
[1] R. el İsfahani, Müfredat; H. Karaman-B. Topaloğlu, Yeni Kamus; Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük: ilgili kavramlar.