1 Mayıs; coşkusuyla, kitleselliği ile işçilerin emekçilerin en sıcak taleplerini haykırmasıyla geride kaldı. Ama 1 Mayıs’ı 26 Mayıs’a bağlayan süreç işlemektedir.
Elbette işleyen sadece işçilerin, emekçilerin hak ve taleplerine ilişkin süreç değil, Türkiye’nin demokrasi mücadelesi alanındaki taleplerle ilgili süreç de işlemektedir.
“Anayasa Değişikliği Paketi”nin Meclis’teki ikinci görüşmesi dün başladı. Muhtemelen de yarın, 330’un üstünde oy alan maddeler Meclis’ten geçerek Cumhurbaşkanı Gül’ün önüne götürülecek.
1 Mayıs alanlarında emekçilerin günlük talepleri çok çeşitli ifadelerle pankartlar ve dövizlerde yer alırken, “demokratik anayasa” talebi ve “AKP’nin anayasa paketi”ne yönelik talep ve tepkiler ancak siyasi odakların pankartlarında yer almıştı.
Elbette şöyle söylenebilir: “Dün 1 Mayıs alanında AKP’nin anaysa değişikliği paketine evet diyen tek bir pankart bile yoktu ama ‘demokratik anayasa’ talebi ve paketin reddine ilişkin talepler çeşitli kortejlerde yer alıyor; konuya ilişkin sloganlar haykırılıyordu” diye, “bardağın dolu yanı”ndan bakılabilir. Ancak şu bir gerçek ki; gerek sendikalar gerekse sınıftan yana sendikacılar ve ileri işçi kesimleri, işçilerin emekçilerin en acil taleplerini her koldan, her kortejden haykırdılar, ancak anayasayla ilgili işçi yığınlarından herhangi bir tepkinin geldiği söylenemez.
Elbette ki burada; sınıftan yana sendikacılardan sınıf partisine, işçilerin, emekçilerin ileri kesimlerine kadar çeşitli güçlerin sorumluluğu ve zafiyetleri vardır. Ama sonuçta; bu büyük 1 Mayıs gününde işçilerin demokrasi talepleri konusunda zayıf bir 1 Mayıs geçirdiklerini de kabul etmeliyiz. Oysa, açıktır ki; önceki gün alanlara çıkan yüz binlerce emekçinin (ki bunlar emekçilerin en bilinçli ve en örgütlü kesimidir), AKP Hükümeti’nin çıkarmayı amaçladığı anayasa değişikliği ile nasıl kayıplara uğrayacağı, nasıl istismar edilip bölüneceğini görüp, bu konuda geniş emekçi yığınlarını uyaramazsak, en görkemli 1 Mayısların bile çok bir anlamı olmayacağı apaçıktır.
Elbette Evrensel, gündeme geldiği günden beri “anayasa paketi”nin AKP’nin iktidarını sağlamlaştırma ve muhalefeti sindirme planının bir parçası olduğu konusunda işçileri, sendikacıları da uyarıyor. Ancak geleneksel sendikacılık anlayışı ve işçilerin, emekçilerin ileri kesimlerinin alışkanlıkları (anayasa konusunun Meclis ve sermaye partilerinin alanı) olduğu da göz önüne alındığında, bu konuda adım atmanın güçlükleri ortadır. Ancak şunu da bilmeliyiz ki; “anayasa değişikliği”nin referandum sürecine girmesiyle birlikte, ülke sathına yayılacak tartışmalarda işçi ve emekçi kesimlerin, sendikal camianın tarafsız ya da ilgisiz kalması kabul edilemezdir. Tersine; bu süreci, hükümetin amaçları, emekçilerin anayasa, sermaye partileri, onların hükümetlerinin niyetleri konusunda gerçekleri öğrendikleri bir sürece dönüştürme, belirleyici önemde olacaktır. Aksi halde AKP ve hükümeti, sürece kendi iktidarını sağlamlaştırma, emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesini bastırma ve iktidarı mümkün olduğu kadar uzun süre elde etme mücadelesinin bir aracına dönüştürecektir. Dolayısıyla bu, AKP’nin anayasa değişikliği, içindeki birer birer maddelerden bağımsız olarak “hayır” denmesi gereken bir pakettir.
Bu yüzdendir ki, 1 Mayıs’taki zaafları da bilerek, 26 Mayıs’a giden süreci aynı zamanda işçilerin emekçilerin “AKP’nin anayasasına hayır! Demokratik bir anayasa için mücadele!” süreci olarak da değerlendirmelerini sağlamak, son derece önemli olacaktır.
Bu açıdan bakıldığında, 26 Mayıs’a giden günlerde mücadele, bir yandan emekçilerin konfederasyonlar tarafından belirlenen emek talepleri, öte yandan da “demokratik bir anayasa” talebiyle birleşen “AKP’nin anayasa paketine hayır” süreciyle birleşerek ilerleyecektir.
Evrensel