- 5. Zulme Hayır!
“Lût, ‘Dernek toplantılarınızda, eğlence mekânlarınızda, kulüplerinizde erkek erkeğe cinsel ilişki peşinde koşarak cinselliğin doğal akışını engelliyorsunuz; cinselliği sadece erkekler arası ilişkiye indirgeyerek cinsel yaşamın doğal çizgisini görmezden geliyor, tanımıyor ve ısrarla kendi seçiminiz dışındakileri onaylamıyorsunuz.’[1] dedi. Lût’un uyarılarını dikkate almayan toplumu, ona ‘Ey Lût! Sürekli konuşuyorsun. Madem mekânlarımızdaki eğlencelerimiz, kulüplerimizdeki cinsel seçimlerimiz, salon toplantılarımızdaki cinsel ilişki biçimlerimiz hoş karşılanmıyorsa senin bahsettiğin sevgi, acıma ve adâlet sahipleri ile sağduyulu ve akıl sağlığını koruyan kimselerin başımıza geleceğini iddiâ ettiği sürekli doymazlık, ağız tadını kaybetme, dayak yemiş gibi beden acısı çekme, umutsuzluğa hapsolma ve içsel bunalımla dolma gibi belalar ne zaman gelecek. Üstelik size göre bunlar sürekli başımıza gelecek. Şöyle bir baktığımızda ne gelen bir bela ne de dert var. Hani yalan söylemezdiniz, hani söyledikleriniz gerçekleşirdi?!’ dediler.[2] Lût, onların meydan okumalarına karşı ‘Varlığı en basit halinden en kaliteli haline doğru yol aldıran, varlığı yaratılış amacına uygun biçimde olgunlaşma sürecine girdiren, eğiterek öğreten ve öğreterek eğiten, besleyen, büyüten ve donatan kamu vicdânından ölçüyü aşan, uyum ve düzeni yok eden, kaos çıkaran bir topluma karşı yardım bekliyorum.’[3] dedi.
Elçilerimiz İbrâhîm’e müjdeli bir haberle geldiklerinde laf arasında ‘Lût’un kasabasını ele geçireceğiz ve orayı bir daha hatırlanmayacak biçimde unutulmaya terk edeceğiz. Çünkü o kasabanın halkı başkasının özel alanını yok sayıyor, hakkı olmayanı alıyor, toplumsal birlikteliği çıkarları için parçalıyor; haksızlık etmeyi, kötülük yapmayı ve gerçeği görmezden gelmeyi bile bile seçiyor; bilgisizlik ve bilinçsizlik ortamı yaratıyor, isteyerek zarar veriyor, istediğine baskının her türlüsünü yapıyor; yaptığı işi eksik, yetersiz veya kötü biçimde yapıyor; yanlışa yol veriyor, topluma yararlı işlerin peşinde koşmuyor; karşı görüştekilere veya farklı yaşam biçimleri yaşayanlara işkence ediyor, sınırını aşıyor, gerçekleri karartıyor; bir şeyi eksilterek veya artırarak kişileri layık olmadığı yere getiriyor.’ dediler.[4]”[5] âyetlerinde Lût toplumunun başına eşcinsel ilişkileri nedeniyle değil zâlim olmaları sebebiyle belaların geleceği vurgulanır. Çünkü elçilerle İbrâhîm’in diyaloğunda erkek erkeğe cinsel ilişki kurmak amacıyla eğlence yerleri üretenlerin aynı zamanda birer zulüm şebekesi[6] oluşturduğu, bir tür mafya düzeni kurup eğlence sektörünü tekdüze[7] bir cinsel seçime hapsettiği vurgulanır.
Bu âyetlerde eşcinsel ilişkilere bir ceza belirlenmez, kişi ister heteroseksüel[8] ister homoseksüel[9] olsun karşısındaki kişiyi kendi cinsel tercihine zorlayamaz; kendi yönelimini üstün, başkasınınkini aşağı olarak niteleyemez. Kim neyi seçiyorsa seçsin zulmetmedikçe, rıza dışı bir zorbalığa teşebbüs etmedikçe, zevk adıyla insanlara işkence yapmadıkça, haz için bedenlere zarar vermedikçe kimse kimsenin özel yaşamına karışamaz.
- 6. Lût Kavmi’nin Pervâsızlığı[10]
“Elçiler Lût’un sevdiği ve dostluk kurduğu seçkin yakınlarına geldiklerinde[11] Lût onlara ‘Ne iş yaptığınızı, ne kadar güçlü olduğunuzu bilmiyorum; kültürel olarak ortak yaşam değerlerini nasıl yakalamış ve ortak bir gen havuzunu nasıl oluşturmuş bir topluluk olduğunuz konusunda da bilgim yok’ dedi.[12] Bunun üzerine onlar, Lût ve seçkin yoldaşlarına ‘Doymazlık, ağız tadını kaybetme, dayak yemiş gibi beden acısı çekme, umutsuzluğa hapsolma ve içsel bunalımla dolma gibi belaları görmek isteyen; ancak böyle şeylerin başlarına geleceği hususunda içlerinde şüphe taşıyan kimselere istedikleri belaları getirdik.[13] İşimiz ve sözümüzün doğru zaman ve doğru yerde, doğru biçimde ortaya konan iş ve söz olduğu konusunda hiçbir kuşkunuz olmasın.[14]’ dediler.”[15] âyetleri, Lût’un misafirleri tanımadığını; ancak onların Lût halkını çok iyi tanıdıklarını ve halk içinde kimlerin zorba eyleme giriştiklerini çok iyi bildiklerini belirtmektedir.
Âyetlerin devamında Lût toplumu Tanrı’ya inanan,[16] yabancılara ve misafirlere karşı saygısız davranan,[17] bir yabancı erkek şehre geldiğinde onu erkek erkeğe cinsel ilişkiye zorlayan ve hemen birbirine haber ulaştıran,[18] Lût’a “Başkasının işine karışma, kendi işine bak; bizden sana ne!” deyip topluma yaşattıkları zorbalığa karışılmasını istemeyen ve “Bizden izinsiz nasıl misafir kabul edebilirsin?!” diyerek Lût’un özel yaşamına karışan,[19] Lût’un erkek misafirlerini eşcinsel ilişkiye zorlayan ve Lût’un karşı koymasını dikkate almayan ve hatta bir uyuşturucu müptelası gibi eşcinselliğe tutkun olan[20] karakteriyle tanıtılıyor ve eleştiriliyor.
Gelenekselci bakış sahipleri; baskı, dayatma ve zorbalığı padişah eylemleri ve mezheplerinin uygulanmasında normal bir davranış gördüklerinden âyetlerin göze soktuğu zorbalık üzerine değil de eşcinsel ilişkilere odaklanmışlardır. Mezhepçi hastalıklı bakış hemen hemen her konuda olduğu gibi bu meselede de egemenlerin baktırmak istediği yerden âyetleri konuşturmuştur. Üstelik Lûtîlik diye uydurduğu bir kavramı da eşcinsel ilişki olarak tanımlamıştır. Hâlbuki Lûtîlik, ne eşcinsel ilişki dayatmasında bulunma ne de birine istemediği ve hoşlanmadığı bir şeyi zorlama veya zorla yaptırmadır. Lûtîlik, Lût’a ait olma demektir ve Lût baskı ve dayatmalara karşı çıkan, yaratılışın normalini seçen biridir. Lût’un karşısındakiler, zevk adına eşcinsel ilişkiyi şımarıklık boyutuna ulaştırmış ve herkesi kendileri için zevk oyuncağına dönüştürme çabasına girmiş tiplerdir. İlgili âyette reddedilen ana tema zorbalık, bencillik ve özel seçimin genele dayatılmasıdır.
- 7. Tâcizci, Tecâvüzcü ve Aldatana Eziyet
“Tâciz ve tecâvüz eden, eşini veya partnerini aldatan kadın ve erkeği incitin, gücendirin; onların canlarını sıkın; onları maddi zarara uğratın, psikolojik yönden huzursuz olmalarına ve bedensel yönden yaptıklarını ödemelerine yönelik cezalandırın.”[21] âyetinde zinâ eden kadın ve erkekten bahsedilir. Zinâ, geleneğin dar anlamda anladığı gibi evli veya bekâr fark etmeksizin en az iki kişinin rızaya dayalı cinsel ilişkiye girmesi değildir. Zinâ; tâciz, tecâvüz ve aldatmayı içeren çirkin bir eylemdir. Kur’ân burada Lût kavminden bazı kimselerin yaptığı eşcinsel ilişkiye dair bir cezalandırmadan bahsetmiyor. Mesele bir önceki âyetin (Nisâ, 15) bağlamıyla düşünüldüğünde kadın veya erkek her kim olursa olsun tâciz eden, tecavüz eden yahut aldatan birinin toplumda ekonomik zarara uğratılmasını; bedensel yönden cezalandırılmasını, psikolojik yönden baskı altına alınmasını öneriyor. Böylece tâcizci, tecâvüzcü ve aldatma heveslisi kimselere toplumda yer verilmemesi; toplumdan dışlaması sağlanmaya çalışılıyor. Bu durum tıpkı Alevîlikteki düşkün ilan etme gibidir.
Geleneksel ulemâ eşcinsellik takıntısı sebebiyle buradaki zinâ cezasını yine eşcinsellik diye çevirmiştir. Tâcizci ve tecavüzcü ile aldatan hakkında “Onları incitin, gücendirin; onların canlarını sıkın; onları maddi zarara uğratın, psikolojik yönden huzursuz olmalarına ve bedensel yönden yaptıklarını ödemelerine yönelik cezalandırın.” diyen Kur’ân konuyu biraz daha açarak “Onlara halkın görebileceği bir alanda yüz sopa vurun,[22] tâcizciyi tâcizciyle, tecâvüzcüyü tecâvüzcüyle ve aldatanı aldatanla evlendirin; onlar bunu hak ediyorlar. Onları tâciz, tecavüz ve aldatmadan uzak duran kimselerle evlendirmeyin.”[23] diye cevaplandırıyor. Bu tarz bir yasaklama gelenekçi ve onuruna düşkün bir kabîleciliğin hâkim olduğu Arap toplumunda çok büyük bir cezalandırmaydı. Böylesi bir ceza alan kimsenin kabîlesi bile aşağılanmış sayılırdı. Ancak Kur’ân insana hatasından dönüş kapısı da açıyor. Kur’ân, geçmişinde tâciz, tecâvüz ve aldatma olmasına rağmen yaptığı yanlışlardan dönerek temiz ve doğru yolu seçenlere temiz ve doğru insanlarla evlenme özgürlüğü tanıyor;[24] çünkü Kur’ân doğru, temiz ve dürüst kadınlarla dürüst, temiz ve doğru erkekleri birbirine layık görüyor.[25] Kur’ân’ın tâciz, tecâvüz ve aldatma için belirlediği yüz sopa cezası ile farklı cezalandırma hükümleri tarihsel hükümlerdir ve bunlara şeriat denir. Ancak bu hükümlerden çıkarılacak olan evrensel değerler ile tâciz, tecavüz ve aldatmanın yasaklanması ise dindir. O nedenle din tüm zamanlar için geçerliyken, şeriatlar toplumdan topluma değişen yerel ve tarihsel kararlardır.
- Mezheplerde Eşcinsellik
Kur’ân, eşcinseller hakkında öldürülmeleri veya işkence edilmeleri gibi herhangi bir ceza belirlememez. Ancak mezhepler bu konuda Kur’ân’dan farklı düşünür. Örneğin İmam Şâfî’ye göre 100 sopa vurulmalı ve 1 yıl sürgün edilmeli, hatta icap ederse öldürülmelidir. İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel’e göre eşcinseller taşlanarak öldürülür. İmam Azam’a göre eşcinsel biri öldürülmez, sopalanmaz, işkence edilmez; ama davranışları kınanır ve yaptıkları nedeniyle kendisiyle onur kırıcı biçimde konuşulur.[26]
Eşcinsellerin uçurumdan atılması, evinin başına yıkılması ve enkazda öldürülmesi gibi fetvalar bile vardır. Eşcinsellere karşı bu tür dehşetli cezayı hak görenler Halîfe Ebubekir’in eşcinsellerin evini yıkıp enkaz altında öldürdüğünü, İmam Ali’nin de eşcinselleri yaktığını iddiâ eder ve bu konuda rivâyette bulunurlar.[27] Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kur’ân eşcinsel tercihte bulunanların yakılması, sürgün edilmesi, betona gömülmesi, aşağı atılması, kesilmesi ve doğranması gibi vahşî cezalarla cezalandırılacağına dair hiçbir şey söylemez.
Eşcinsellikle ilgili vahşet rivâyetleri sergileyenler öyle dengesiz rivayetlerde de bulunurlar ki şaşırırız. Örneğin “Hayvana tecavüz edeni ve hayvanı öldürün.”[28] rivâyetindeki tuhaflık gibi. Tecavüz eden insanın öldürülmesi istenirken dili olmayan, kendini savunamayan zavallı hayvan neden öldürülür? Kâtil ile maktülü, zâlim ile mazlûmu, zorba ile mâsumu, ezen ile ezileni, efendi ile köleyi, serbest ile bağlıyı eşit tutmak Kur’ân’ın hangi âyetinden onay alır?
Kur’ân’ı ya doğru anlamayan ya rivâyetler zincirini kutsadığı için aklını rivâyetlere kiraya veren ya da mezhebinden dışlanma korkusu yaşayan veya sultanların ulûfelerinden[29] mahrum kalmak istemeyen ve cahil halkın sömürülmesine hizmet etmek için egemenlerin çanağını yalamayı tercih eden kimseler elbette âyetleri çarpıtmaktan geri durmazlar. Eşcinsellik meselesi de bunlardan biridir. Daha garip olan ise saray ve saltanatlar tarihinde uygulanmış olan oğlancılık ilişkilerini görmezden gelen ulemâ, sıradan insanlar arasındaki eşcinsel ilişkiye dair verdikleri fetvaları sahipleri için görmezden gelmişlerdir.[30]
- Lût Kıssasından Çıkarılacak Dersler
Lut toplumunun içindeki eşcinseller veya eşcinsel ilişkilerden zevk alma peşine düşenler kimseye karışmadan, kimseyi kendi cinsel tercihlerine zorlamadan, kimsenin cinsel yaşamını aşağılamadan ve karşılıklı rızaya dayalı biçimde sadece kendi aralarında eşcinsellik yaşasalardı Lût toplumunun başına ateş topları yağmayacaktı. Çünkü herkes kendi tercihiyle baş başa kalırdı; eşcinselliği bedensel ve rûhsal bir çökmüşlük, akıl sağlığının yitirilmesi, insan doğasının kabul etmeyeceği yanlış bir yöntem olarak kabul edenler ile eşcinselliği bir cinsel yaşam tarzına dönüştürenler, eşcinselliği doğal bir gerçeklik olarak görenler birbirlerine cinsel dayatma yapmadıkları sürece toplumsal bir sorun doğmaz. Çünkü herkesin dîni kendinedir, herkes kendi tercihinin sonucuna katlanır.[31] Bu nedenle normal cinselliği yaşayanlar sırf normal oldukları için eşcinseller tarafından cezalandırılamayacağı gibi normal cinsellik yaşayanlar da eşcinselleri sırf eşcinsel oldukları için cezalandıramaz.
Kimse dîni, mezhebi, rengi, tercihi, bölgesi, dili, atası, serveti ve cinsiyeti nedeniyle ötekileştirilemez ve cezalandırılamaz. Cezanın tek gerekçesi baskı, dayatma, karartma, saklama, tek merkezcilik yapma, aldatma, soyma, haksız biçimde doyma ve haksız şekilde öldürmedir. Bunlar olmadığı sürece kimse cinsel yaşam biçimi nedeniyle cezaya çarptırılamaz. Toplumsal norm dışı cinsel ilişki yaşayanlar asla kırbaçlanmaz, kellesi uçurulmaz, hayat hakkı elinden alınmaz; eşcinsellerin de bir insan olduğu unutulmaz.
Âyetlerden çıkan önemli bir mesaj da karanlığa direnirken en karanlık rûhluların yanı başımızda bitebileceği gerçeğidir. Lût aydınlığı savunurken aynı yastığa baş koyduğu karısı karanlığı seçmiştir. Lût ile karısı, Nûh ile oğlu, İbrâhîm ile babası, Muhammed ile amcası gündüz ile gece, yaz ile kış, adâlet ile zulüm kadar farklıdır. Bu nedenle kimse yakınlarıyla kınanamaz ve yakınlarına karşı tavrı sebebiyle ayıplanamaz. “Anasına bak, kızını al; karısına bak, bir de ettiği lafları gör; sen önce çocuğunu yola getir; baban bile sana düşman; akrabaların bile seni sevmiyor; halkın senden nefret ediyor, devlet bile seni eşkıya ilan ediyor.” denilerek adâlet, kıst, barış, kardeşlik, paylaşma, dayanışma ve devrimin yoldaşlığı görmezden gelinemez.
______________________________________________________________________
[1] E-inne-kum lete’tûne’r-ricâle ve tegda’ûne’s-sebîle ve te’tûne fî nâdî-kumu’l-munker(a)
[2] Fe-mâ kâne cevâbe gavmi-hî illâ en gâlu’-tinâ bi’-azâbi’l-lâhi in kunte mine’s-sâdigîn(e)
[3] Gâle rabbi’n-surnî ‘ale’l-gavmi’l-mufsidîn(e)
[4] Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bi’l-buşrâ gâlû innâ muhlikû ehli hâzihi’l-garye(ti) inne ehle-hâ kânû zâlimîn(e)
[5] Ankebût, 29-31.
[6] Şebeke: Ulaşım ve iletişim ağı. Birbiriyle bağlantılı ve gizli çalışan kimselerin tümü.
[7] Tekdüze: Değişmeksizin, düzenli, aynı biçimde tekrarlanan, sürüp giden; tek örnek, muttarit, yeknesak, monoton; değişmeyerek, aynı biçimde tekrar edilerek, bitevi, biteviye.
[8] Heteroseksüel: Karşı cinsle cinsel ilişki kuran.
[9] Homoseksüel: Eşcinsel. Aynı cinsle cinsel ilişki kuran.
[10] Pervâsızık: Çekinmezlik, korkusuzluk, sakınmazlık, utanmamak.
[11] Fe-lemmâ câe âle lûti’l-murselûn(e)
[12] Gâle inne-kum gavmun munkerûn(e)
[13] Gâlû bel ci’nâ-ke bi-mâ kânû fî-hi yemterûn(e)
[14] Ve eteynâ-ke bi’l-haggi ve in-nâ le-sâdigûn(e)
[15] Hicr, 61-64.
[16] Hicr, 69.
[17] Hicr, 68.
[18] Hicr, 67.
[19] Hicr, 70.
[20] Hicr, 72.
[21] Nisâ, 16/Ve’l-lezâni ye’tiyâni-hâ min-kum fe-âzû-humâ
[22] Nûr, 2.
[23] Nûr, 3.
[24] Nûr, 5.
[25] Nûr, 26.
[26] Levm etmek
[27] İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, 1614-1615 nolu hadisler, 6. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1989.
[28] İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, 1614-1615 nolu hadisler, 6. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1989.
[29] Ulûfe: Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, sipahilere, saray ve devlet kurumlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen ücret/maaş.
[30] Halil İnalcık, Has-Bağçede Ayş ü Tarab (Nedimler Şairler Mutribler), 1. baskı, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2011; Mevdûdî, Meseleler ve Çözümleri, 3. cilt, çev. Yusuf Karaca, Risale Yayınları, İstanbul, 1990; Halit Erdem Oksaçan, Sultanlar Devrinde Oğlanlar, 1. baskı, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2014.
[31] Kâfirûn, 1-6.