Başbakan Erdoğan, son iki gündür Manisa ve İzmir çevresinde yaptığı konuşmalarda “anaysa paketi”nin Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesini eleştiriyor gibi görünse de, gerçekte başka bir şey söylüyor. Geri kalmışlıktan demokrasinin sorunlarına akla ne gelirse, hepsini 12 Eylül Anayasası’na bağlıyor. Ve “bu Anayasa’nın değiştirilmesi gerektiğini”, kendilerinin de bunu yapmak istediğini ama muhalefetin bugüne kadar buna engel olduğunu iddia ediyor.
Elbette burada amaç, gerçekten 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulmak değil. Ama bu hamleyle seçimi kurtarmak!.. Çünkü Başbakan, “Anayasa vurgulu” konuşmasında, hazırlanan Anayasa Değişikliği Paketi’nin Anayasa Mahkemesi’nden geri döneceğini biliyor gibi konuşmaktadır. Bu yüzden de “erken” ya da zamanında seçime; “12 Eylül Anayasası’nı değiştirecek kadar güç” isteyerek çıkmaya hazırlanacağını böylece ortaya koymuştur. Yani AKP ve Erdoğan, seçim gezilerini başlatmış; seçim stratejisini de “12 Eylül Anayasası’nı değiştirecek kadar bir güç” isteme olarak ortaya koymuştur.
Genel ve soyut demokrasiden, ülkenin demokrasisizlikten, özgürlüklerin olmamasından çektiği sıkıntılardan söz eden Başbakan, gezdiği illerin hemen yakınında, son günlerde Muğla’da olanlardan hiç söz etmezken, Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ve BDP’nin uzunca bir zamandan beri gündeme getirdiği, operasyonların durdurulması ve barış için adım atılması talebini duymazdan gelmekte ısrar etmektedir. Manisa konuşmasında, operasyonlarla ilgili söylediği; MHP, BBP ve Ergenekoncu çevrelerin cenaze törenlerini istismarından yakınmak olmuştur. Ama cenaze törenlerinin hiç olmaması, cenazelerin gelmemsi için hükümetin üstüne düşenden hiç söz etmemektedir. Oysa bu cenazelerin gelmesi ile kendi izlediği Kürt sorununun çözümüne dair “açılım” doğrudan bağlantılıdır.
Nitekim son günlerde BDP, çatışmalara son verilmesi ve operasyonların durdurulması için defalarca çağrı yaptı. Hükümeti uyarmaya çalıştı. Ancak Başbakan’ın bütün bu çağrılmadan çıkardığı; cenaze törenlerinde atılan sloganlar ve milliyetçi odakların cenaze törenlerini AKP’ye ve “açılıma” karşı tepkiye dönüştürme gayretlerine karşı çıkmakla sınırlı kalmıştır. Artık biliyoruz ki; eğer bu ırkçı, milliyetçi cenaze istismarcıları AKP’yi hedef almasa, sadece PKK’yi, BDP’yi hedef alıp halkı terörize etmekle kalsalar, Başbakan bu göstericilere de karşı çıkamayacaktı!
Nitekim Muğla’da olanlara, Muğla’da olanların Eskişehir’deki yansımalarına, Kürt öğrencilere yönelik baskılara, gözaltılara, tutuklamalara, bütün bir kent halkının terörize edilip sindirilmesine ses çıkarmamaktadır.
Başbakan Erdoğan ve partisi; demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerin sadece edebiyatını yapsa da, halkın istem ve umutlarını istismar edip oya çevirecek stratejilerden öte bir demokratlık cevheri taşamasa da, demokrasi mücadelesi sürmektedir. Ülkemizin demokratları, ilericileri; Kürt ve Türk her kökenden aydınları, operasyonların durdurulması; Kürtler ve Türkler arasında kardeşliği esas alan bir gönüllü birlik için mücadelede kararlıdırlar.
Bu amaçla BDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Gülten Kışanak, belediye başkanları, il genel meclisi üyeleri, ÖDP, EMEP…KESK, DİSK temsilcileri, Türkiye Barış Meclisi üyeleri ve aydınlardan oluşan kalabalık bir heyet olarak, Diyarbakır’ın Lice kırsalında operasyonların durdurulması çağrısı yaptılar.
Elbette bu açıklama, tek başına bir basın açıklaması değil, bir günlük bir çağrı değil; öyle de anlaşılmamalı. Tersine, tırmanan operasyonların sadece bölgede değil ülkenin her yanında çatışmaları gündeme getireceğini, Muğla’da olanların bu savaş psikolojisinin yayılması zemininde ortaya çıktığı gerçeğine dikkat çekmektir. Bu aynı zamanda barış için gayretleri birleştirme, barış ve demokrasi güçlerinin çatışmaların durdurulması girişimlerini ortaklaştırma amaçlı bir girişimdir.
Umalım ki; Lice’de yapılan bu sembolik çağrıyı duyması gerekenler duyar, anlaması gerekenler anlar!
Evrensel