Dinler doğru yolu gösterme iddiası ile gelirler. Doğru yolu gösterme iddiası, “Doğru yola muhtaç” bir toplum için anlamlı olabilir. Bu yüzden peygamberlerin, en karanlık dönemlerde geldiğine inanılır. Din, takip edilen hayat yoludur. İnsanın bireysel inanç, duygu ve düşüncelerinden davranışlarına, hayat felsefesinden sosyal ilişkilerine, bütün insani faaliyetleri ifade eder. Kur’an, doğal olarak, hayatın tüm yönleriyle ilgilenir. Toplumsal hayat, insan hayatının önemli bir bölümünü oluşturur ve toplumsal örgütlülük, toplu yaşamanın doğal bir sonucudur. Örgütlü hayata katılmamak mümkünse de, örgütlenme olmaksızın büyük işler başarılamaz. Toplumu dönüştüren hareketler, ancak örgütlenmiş insanların oluşturduğu enerji sayesinde mümkündür.
Dini hareketler sadece bir inanç hareketi olarak kalmazlar/kalamazlar. Dini hareketler aynı zamanda sosyal hareketlerdir ve sosyal hareketlerin söz konusu olduğu her yerde siyasi bir içerik mutlaka olur.
Peygamberler bidayette, dile getirdikleri farklı söylemleriyle dikkat çekerler; ancak bu iddialar, mevcut durum dikkate alındığında, “Olmayacak taleplerdir.” Bu yüzden bütün peygamberler delilikle itham edilmişlerdir.
Sonraki aşama, tarafların ayrışma aşamasıdır. Peygamberlerle birlikte muhalif bir hareket ortaya çıkmış ve toplum ikiye bölünmüştür.(1)[1] Kafirun Suresi, tarafların belirgin bir şekilde ortaya çıktığı aşamaya işaret eder. Egemenler muhalif hareketleri, saltanatlarına yönelmiş bir tehlike olarak algılarlar. Nitekim Firavun, Hz. Musa’yı, iktidarının geleceği açısından, tehlikeli bulmuş ve iktidar nimetlerinden yararlanan yakın çevresini bu hususta şöyle uyarmıştır: “Sizi yerinizden (koltuğunuzdan) etmek istiyor… (Araf 110)”
Gerçekten de peygamberler, halkı kendilerine tabi olmaya ve zalimlere destek vermemeye çağırırlar. Nuh(A.S) kavmine, “Allah’tan sakının ve bana tabi olun!” diye teklifte bulunmuş; ancak kavmi ona, “Sen de bizim gibi bir insansın. Görüyoruz ki sana ancak bizim en seviyesizlerimiz tabi oluyor. (Hud 27)” diye cevap vermiştir.
Bir sonraki aşama, “Savaş” aşamasıdır. Savaş, önce soğuk savaş olarak başlar.
Hâkim düzenin egemenleri, bidayette ciddiye almadıkları veya ciddiye almaz göründükleri tutumlarından vazgeçerler. Mücadele, aleni hale gelir. Kuşkusuz savaş konsepti farklıdır. Savaşta tek amaç kazanmaktır. Sözlerin doğruluğu üzerinde durulmaz, kimin yararına sonuçlar doğurduğuna bakılır. Gerçekten de Kur’an’ın anlattığı peygamber kıssalarında, muktedirlerin direniş stratejilerini, bir savaş konsepti çerçevesinde yürüttükleri görülmektedir.
Bu aşamada inanmak için değil; ama peygamberi çaresiz bırakmak için, yerine getirilemez şartlar (mucize) teklif edilir. Tarih bu teklifin bütün peygamberlerin önüne konulduğunu göstermektedir.(2)[2] Aslında peygamberler mucize gösteremezler. Bu yüzden inkârcılar, hep mucize teklifi üzerinden yüklenirler; ancak mucize gerçekleşse bile yine de inanmazlar. Bu husus, Enam Suresi 109. Ayette şöyle açıklanmıştır: “Şimdi en emin ve kararlı şekilde Allah’a yemin ediyorlar ki eğer kendilerine bir mucize gösterilmiş olsaydı, gerçekten inanmış olacaklardı. De ki: ‘Mucizeler yalnız Allah’ın elindedir.’ İstedikleri mucize geldiği zaman onların, yine de iman etmeyeceklerinin farkında değil misiniz?”
Son aşama “restleşme” aşamasıdır. Bütün diyalog kanalları kapanır: “Ey Nuh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı da uzattın. Eğer söylediklerin doğruysa, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir! (Hud 32)”
Gücünden emin olanlar ise ültimatom verir: “…Ey Şuayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz, ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız… (Araf 88)”
Finalde bir taraf tamamen kaybeder. Allah, vaadini gerçekleştirir ve müminleri kurtarır: “Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik. (Enbiya 9)”
Kur’an kâfirleri de, müminleri de bir topluluk olarak görür ve müminlere bir topluluk olarak seslenir: “Ya eyyühellezine emenu! (Ey müminler topluluğu!)(3)[3]” Nitekim “Ya eyyühellezine emenu!” diye başlayan ayetler çoğu zaman, örgütlü bir toplumun muhatap olacağı bir içeriğe sahiptir.(4)[4]
Kur’an iki topluluktan kâfirler tarafını, “Kavmül kafirin, zalimin, fasıkın, mücrimin, techelun (kafirler, zalimler, fasıklar, günahkarlar, cahiller topluluğu) olarak nitelendirmişken, müminler tarafını, “kavmün müminun, kavmün salihun” olarak nitelendirmiştir.
Müminler topluluğu ile kâfirler topluluğu arasındaki mücadeleyi konu alan sayısız ayet mevcuttur. Kur’an, müminler topluluğunu kâfirlerin tuzaklarına karşı uyarır ve tarafların savaşında müminlere rehberlik eder: “Düşman topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin! Eğer siz acı duyuyorsanız, kuşkusuz onlar da, sizin acı duyduğunuz gibi, acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah’tan, onların ümit edemeyecekleri şeyleri, umuyorsunuz. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa 104)”
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Kur’an bir mücadele süreci içinde inmiştir, bu sürecin yansımaları dikkate alınmadan birçok ayeti anlamak mümkün değildir.
[1] (1) Ve andolsun ki, Semûd kavmine, “Allah’a ibadet ediniz!” diye kardeşleri Salih’i gönderdik. Onlar ise hemen birbirine hasım iki fırkaya ayrıldılar.(Neml:45)
Mademki aranızda, getirdiğim habere inanan bir topluluk yanında, bir de inanmayan bir topluluk var. Öyleyse bu içinden çıkılması zor durumda sabredin, ta ki aramızda Allah hükmedinceye kadar… (Araf 87)
[2] (2) “Bilgiden nasibi olmayanlar da, “Allah bizimle konuşsa ya, yahut bize de bir mucize gelse ya!” dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişlerdi… (Bakara 118)”
[3] (3) Bu nida M. Elmalı tarafından, “Ey o bütün iman edenler!” şeklinde çevrilir. Bunu, “Ey müminler topluluğu!” şeklinde anlıyorum. Gerçekten de bu hitap ile sadece müminler kastedilmemiş, müminlerin yönetip yönlendirdiği siyasi bir topluluk kastedilmiştir. Zira müminler topluluğunun içerisinde çeşitli inanç ve amaçta insanlar olabilir. Diğer yandan bu sesleniş Mekki surelerde bulunmaz; çünkü Mekke’de Müslümanlar sadece müminlerden ibarettir.
Başka bir delil de Nisa Suresi 136. ayettir: “Ya eyyühellezine emenu! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap’a ve daha önce indirdiği Kitap[lar]a iman edin! Kim Allah’ı, Meleklerini, Kitaplarını, Peygamberlerini ve Ahiret Gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” Ayette nida ile buyruk arasında, ilk bakışta bir çelişki görülebilir: “Ey iman edenler! İman ediniz…” Bu durum nidanın, “Ey müminler topluluğu!…” şeklinde tercüme edilmesi sayesinde ortadan kalkar. Bu ayette Allah, sanki şöyle demiş oluyor: “Ey müminler topluluğunun içinde bulunan insanlar! Doğru tarafı seçtiniz; ancak inançlarınızı da düzeltin!”
Nitekim Taberi, “Ellezine emenu” formuyla “müminun” formunun aynı vurguyu taşımadığını belirtmiştir. Birincisi iman iddiasını ispat etmesi istenenler için, ikincisi iman iddiasını ispat edenler için kullanılır. (M İslamoğlu)
Siyasi bir karar alarak İslam toplumuna katılan bedevilerin, bu kararının ardından nazil olan Hucurat Suresi 14. Ayet bu iddiamızı destekler: “Bedevîler ‘inandık!’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz; ama ‘İslâm olduk!’ deyin! Henüz iman kalplerinize yerleşmedi’…”
[4] (4) “Ey müminler topluluğu! Sabırlı olunuz, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakınız, sürekli savaşa hazırlıklı olunuz ve Allah’tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz. (Ali İmran 200)”
“Ey müminler topluluğu! Allah’a itaat ediniz, Peygamber’e ve sizden olan emir sahiplerine de itaatte bulununuz! (Nisa 59)”
“Ey müminler topluluğu! Savaş hazırlıklarınızı yapınız ve sonra da; ya bölük bölük, ya da hep birlikte savaşa çıkınız. (Nisa 71)”
“Ey müminler topluluğu! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun! Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe sevk etmesin!(Maide 8)”
“Ey müminler topluluğu! Allah’ın size olan nimetini unutmayın! Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti… (Maide 11)”