“Ve Resul dedi ki: “Ey Rabbim! Şüphesiz benim kavmim bu Kur’an’ı gözden çıkarıp rafa kaldırdı” (Furkan 25: 30) Furkan suresinin 30’ncu ayeti önemli bir mesaj ve uyarı taşımaktadır. Biz ayetin mealini yukarıda görüldüğü şekilde tercih ettik. Yorumun başlığındaki “Kur’an’ı rafa kaldırıp bir kenara atmak” ifadesi de yaklaşık olarak aynı anlamdadır. Bu anlamın, ayetin içeriği ile uyumlu olduğunu düşünüyorum. Bu noktada başka kitaplardan örnek mealleri de paylaşmak istiyorum.
“Peygamber dedi ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk edilmiş (bir şey yerinde) tuttular.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili);
“ Ve (o gün) Rasul diyecek ki: “Yâ Rabbi! Benim kavmim bu Kur’an’a devri geçmiş, işlevi kalmamış bir kitap muamelesi yaptı.” (Mustafa İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an);
“Peygamber de diyecek ki: “Ey Rabbim, benim halkım bu Kur’an’ı bir kenara attı.” (R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an);
“Rasul: “Rabbim! Doğrusu benim kavmim bu Kur’an’ı, söylenegelen söz yerine koydular (bıraktılar)” dedi.” (Muhammed Özdemir, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali);
“Peygamber de: “Yâ Rabbi, kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş bıraktılar (buna iltifat etmediler, insanları da buna gelmekten alıkoydular) der.” (Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali);
(O gün) elçi de şöyle diyecektir: Ey Rabbim! Halkım, bu Kur’an’ı terk etti!” (Salih Akdemir, Son Çağrı Kur’an);
“Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’an’ı mehcur/terk edilmiş bir şey edindiler” dedi.” (Hakkı Yılmaz, Kur’an’ın Türkçe Meali).
Ayetin mealleri/anlamları birbirine yakın görünüyor. Ancak ayetteki “mehcur” kelimesi daha öne çıkarılmış, “ittihaz” kelimesi ise fazlaca vurgulanmamış. Bunun yanında Elmalılı ile Hakkı Yılmaz “ittihaz” kelimesini “tuttular”, “edindiler” anlamlarıyla karşılayarak daha isabetli bir tercüme yapmışlar. “İttihaz” ve “mehcur” kelimeleri ayetin meramını belirleyen anlamlarla yüklü bulunuyorlar. Bu kelimeler aslında birbirinin zıddı konumundadırlar; ittihaz/ehaze kelimesi, tutmak, sıkıca tutup bırakmamak, edinmek, elde etmek; mehcur/hecere ise bırakmak, uzaklaştırmak, terk etmek, uzak durmak, bir şeyden mahrum olmak ve mahrum bırakmak ya da o şey yanında olduğu halde ona ilgi duymamak, sırtını dönmek demektir.
İlginç değil mi? Tutulan şey, aynı zamanda bırakılan ya da bırakılan şey aynı zamanda tutulan şey oluyor. Böyle bir şey olabilir mi? Olabilir! Evet, ayet Kur’an-ı Kerim’in tam da bu şekle getirildiğini/getirilişini anlatıyor.
Bu nasıl olabilir? Sorusuna önce cevap sadedinde Elmalılı ve İbn Kesir’in tefsirlerinden ayetin yorumu ile ilgili alıntı yapmak, sonra da konunun günceline değinmek istiyorum:
“ Peygamber de, Ya Rab! Demekte, yani bir taraftan da Peygamber Allah’a şöyle şikâyet etmektedir: Kavmim bu Kur’an’ı mehcur tuttular. Mehcur tutmak iki anlama gelir, birisi terk edip uzak durmak, onunla amel etmemektir. Zira bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Her kim de Kur’an’ı öğrenir de Mushaf’ını asar, ilgilenmez ve bakmazsa; kıyamet günü gelir, yakasına sarılır ‘ya Rab! Bu kulun beni mehcur tuttu (beni terk edip uzak kaldı, benimle amel etmedi), benimle arasında hüküm ver’ der. Diğer anlamı ise;” hakkında saçma sapan konuştular, evvelkilerin uydurma masalları dediler”, demektir. Peygamberin bu şekilde şikâyetini söylemek büyük bir tehdittir. Çünkü peygamberler kavmini Allah’a şikâyet ettikleri zaman haklarında azap çabuklaştırılmış olur.” (Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, 6’ncı cilt, s: 65).
“Allah Teâlâ, elçisi ve peygamberi Muhammed – Allah’ın salâtı ve selâmı din gününe kadar daima onun üzerine olsun- in şöyle dediğini haber verir: “Ey Rabbim, doğrusu kavmim bu Kur’an’ı terk edilmiş olarak bıraktı.”Zira müşrikler, Kur’an’a kulak vermiyor ve onu dinlemiyorlardı. Başka bir ayeti kerimede: “Ve küfredenler dediler ki: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın ki bastırasınız” (Fussilet, 41: 26) buyrulur ki, onlara Kur’an okunduğu zaman gürültüyü çoğaltıyor ve başka konularda konuşuyorlardı ki Kur’an’ı işitmesinler. İşte bu, Kur’an’ı terk etme kabilindendir. Ona imanı ve tasdiki terk etmek de ondan ayrılmaktı. Onu anlamayı ve üzerinde düşünmeyi terk etmek de ondan ayrılmaktır. Onunla ameli, emirlerine sarılmayı, yasaklarından çekinmeyi terk etmek de onu bırakmaktandır. (İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, 11’nci cilt, s:6005, Çağrı yayınları, İstanbul-1986).
Az önceki alıntı yaptığım pasajlardaki yorumlar konuyu epeyce açıklıyor. Ancak güncel olanı biraz daha açmakta yarar var. Bunu ülkemizdeki günümüz örneğinden yapalım. Bir kere baştan şunu söyleyelim: Yukarıdaki iki alıntıda söylenenlerin hepsi şu anda toplumumuzda yaşanmaktadır. Benim üzerinde en çok durmak istediğim konu şudur: ülkemiz insanları, Mushaf’ın nesnel olarak kendisine çok saygılılar. Milliyetçisi, İslâmcısı, sağcısı, solcusu, liberali, laiki, komünisti, faşisti, mezhep fanatikleri, her türlü tarikat müntesipleri; evet bunların hepsi ve daha başka kim varsa herkes, Mushaf’a kutsallık derecesinde hürmet ederler. Onu yere koymazlar, göbek altında tutmazlar; muşambalarda, çok özel kılıf, torba ve çantalarda tutup korurlar. Kitaplık ve kütüphanelerde hep en yüksek raflara koyarlar. Yerde, yolda ya da herhangi bir mekânda Arap harfleri ile yazılı bir şey görseler hemen onu alıp ayak basılmayacak yere koyarlar. Bu kadar hürmet ettikleri kitabı hiç okumazlar mı?
Okurlar; mevlitlerde, düğünlerde (tam da bu günlerde çok yaygın/Temmuz-Ağustos ), mezarlarda, ölmekte olan hastaların başında, Şeytan çarpacak korkusuna kapıldıklarında, can güvenliklerinin tehlikeye girdiği ölümcül anlarda, çocuklarının girecekleri sınavlar öncesinde, vs, vs…
Gördünüz mü? Ne kadar çok okuyorlarmış! Cuma geceleri, Ramazan mukabeleleri, mezar başları, kandil geceleri ve bilmem ne kutsal anları, bunlar da onların çok Mushaf okudukları zamanlardır. Hatimler, evet hatimler! Yasinler, güllü Yasinler! Bunlara hiç girmeyelim, çünkü burası son derece muhteşem, yani görkemli, bir o kadar da profesyonellerin paralı bir sektörüdür…
Öyle cemaatler var ki, onlar Mushaf’la çok meşguller; gel gör ki, Kur’an-ı Kerim’den de o kadar uzaklar… Tam da ayetteki ifade ve mesaja uygun duruyorlar.
Resulullah’ın(s) zamanındaki Kur’an’ın mehcurluğunu az önce İbn Kesir’den öğrendik, Elmalılı’dan da iki çeşit evrensel bir yorum aldık. Bunlardan sonra birçok kez yaşadığım örneklerden birisini paylaşmak istiyorum. Bu, basit gibi görünen örnek, bir yerde yukarıda yazdıklarımı özetleyen bir hatıradır. Seydişehir’deki zamanlarımdan bir gün kendisi ısmarlama usulü ayakkabıcı olan mümin bir kardeşimin dükkânına gittim. Dükkânda ustadan başka bir kişi daha vardı, az sonra bir kişi daha geldi ve muhabbet faslı hızlandı. Derken konu Kur’an’a geldi. Ustanın rafında Süleyman Ateş hocanın Arapça metinli meal kitabı vardı. Ben onu dizlerime koyup okumak istedim. Fakat daha ben bir şey okuyamadan yanımdaki, kitabı elimden kaptı ve onu üç defa öpüp alnına değirdikten sonra en üst rafa koydu. Tabi bu arada gür ve tehdit edici sesi ile “Arkadaş, sen Kur’an’ı ne sanıyorsun, göbekten aşağı indirilir mi, abdestsiz okunur mu, öyle gelişi güzel tutulur mu? Tövbe, tövbe! Durup dururken günah işliyorsun!” gibi laflarını da yetiştiriyordu. Az sonra ben Kur’an’ı elime tekrar alıp ona dönerek, “Biz Kur’an’ı elimize alır, gerekirse dizimize koyar, gerekirse abdestsiz okur, bir daha okur, bir daha okur, hep okur ve onun kâğıt sayfalarını eskitiriz. İyice eskiyince gider yenisini alır ve anlamı ile birlikte metnini de okur, okuruz. Anlamını çok okuruz ki, içeriğini öğrenelim ve hayatımıza uygulayalım” dedim…