Sizlere ölülerin dirilişinden bahsetmek istiyorum.
Ölülerin dirilişi inancı aslında ne anlama geliyor? Öbür dünya ne demektir? Ahiret hayatı var mıdır? Ölüler dirilecek dendiği zaman acaba hangi ölülerden bahsediliyor? Mezarlıklarda yatan ölülerin dirilip cennet ve cehennem hayatı ne şekilde olacak? Öbür dünya, ahiret, ölülerin dirilişi inancı gerçekte ne anlam ifade etmektedir? Şu yaşadığımız kainatta gerçekte böyle bir şey olacak mı? Olacaksa ne zaman ve ne şekilde olacak?
Aslında bunlar bir taraftan dini inançların, bir taraftan da bilimsel araştırmaların konusu. Ben size daha çok Kur’an-ı Kerim’de ölülerin dirilişi meselesinin nasıl ele alındığını aktarmak istiyorum. Kur’an-ı Kerim ölüler derken aslında ne kastediyor? Ölü kelimesi biri hakikat, biri mecaz anlamda olmak üzere iki manaya geliyor. Yani birisi gerçek anlamı, öbürü sembolik anlamı. Hakikat anlamında kullanılan ölü kelimesi, mezarlarda yatanlardır veya Hindu inancında yakılmak suretiyle ırmaklara, havaya külleri savrulan insanlardır. Öldükten sonra tabuta konulur, toprağa gömülür. Bizim coğrafyada ölülere yapılan muamele toprağa gömme şeklindedir. Genellikle şehirlerin, kasabaların kenarlarında mezarlıklar vardır ve ölmüş insanlar gömülmüş vaziyette yatarlar. İkinci anlamda ölü kelimesi yaşayanlar için kullanılır. Kur’an-ı Kerim yaşayan insanlara da ‘’ölüler’’ der. Mesela bir ayette ‘’ölmüşken kendisine nur verdiğimiz kimse’’ der. Ölmüş bir insanın zihin dünyasına, kalbine, beynine nur girmemiş kimse olduğu ifade edilir. Yani aydınlanmamış kimse ölüdür. Fiziken yaşamaktadır ama bilinç, mana olarak ölüdür. Beyin, akıl, kalp fonksiyonlarını işletmediği için her ne kadar nefes alıp veriyorsa, yaşıyorsa da aslında o ölüdür. Ona da Kur’an-ı Kerim meyyit (ölü) diyor. İnsanın kendisine nur verilmesi ne demektir? Nur ışık, aydınlık demektir. Bilinç düzeyinin yükselmesi, farkındalığının artması, olayların neden olup bittiğini, hangi sebebin hangi sonuca, hangi sonucun hangi sebebe bağlı olduğunu kavraması anlamına geliyor. Bilinç sıçramasına da Kur’an-ı Kerim yaşamak diyor. Yaşam belirtisi ancak böyle anlaşılıyor.
Keza aynı şekilde Kur’an-ı Kerim ölü insanlardan bahsettiği gibi ölmüş şehirlerden de bahsediyor. Ölmüş, ölü şehirlerin dirilişinden bahsediyor. Mesela Bakara suresinin sonlarında ölmüş bir şehrin nasıl dirildiğinden bahsederken, Hz. İbrahim üzerinden bir kıssa anlatır. Adeta ölmüş olan bir şehirle sembolik olarak konuşmaya girerek, ”üzerinden kaç yıl geçti?’’ diye sorar şehre. Şehir dile gelip cevap verir ‘’100 yıl geçti’’ der. Yani üzerinden 100 yıl geçmiş ve hiçbir yaşam belirtisi olmayan bir şehrin nasıl dirileceğinden bahseder.
Burada vermeye çalıştığı mesaj şudur: Eğer bir şehirde hukuk ortadan kalkarsa, kurallara uyulmazsa, helal haram çiğnenip geçilirse yani öldürme, çalma, iftira atma, zulmetme, baskı uygulama, insanları aldatma, çevreye, doğaya, hayvanlara, Allah’ın yarattığı her şeye zarar verme, katliam yapma, rüşvet alıp başını gitmişse o şehir ölmüştür. Bunlara riayet edilmeyen bir şehir ne hale gelir? Meyyit/ölü hale gelir ve o şehirde hiçbir yaşam belirtisi kalmaz. Burada yaşayan insanlar can güvenliği sorunu içine girerler. Buradan insanlar yavaş yavaş başka diyarlara göçerler, şehir, mahalle, devlet çöker, orada yaşam sona erer. İşte Kur’an-ı Kerim o şehre, o diyara ölü diyar, ölü şehir diyor.
Peki o şehrin dirilmesi için ne gerekiyor? Öldürülmemesi, çalınmaması, iftira atılmaması, taciz tecavüzde bulunulmaması, zulmün ortadan kalkması, baskıların sona ermesi, rüşvet alınıp verilmemesi, insanların kendilerine, komşularına, doğaya, çevreye ve bütün canlılara iyi davranması ve zarar vermemesi gerekir. Eğer bunlar olursa aradan yüzyıl geçse de o şehirde hayat tekrar canlanır, yeşerir.
Şeriat su kaynağına giden yol demektir. Esasında şeriat hukuk demektir. Hukuk toplumun suyudur. Nasıl ki su tarlaları canlandırır, yeryüzünü yeşertir, hukuk da uyuldukça toplumu canlandırır, hayatı yeşertir. Adaletle hareket edildikçe o toplum ölü olmaktan çıkar yaşam belirtileri görülmeye başlar, canlanır. O nedenle hukuk su gibidir. Hukukun Arapça karşılığı şeriattır. Şeriat sanıldığının aksine el-kol kesmek, çarşafa girmek, dört kadınla evlenmek demek değildir. Şeriat denince çoğumuzun aklına hemen bunlar geliyor. Hukukun üstünlüğü demek keyfe göre değil; önceden belirlenmiş hukuk kurallarına göre hareket etmek demektir. Hukuk kurallarının ne olacağı ayrı bir konudur.
Şu halde ölü dendiği zaman, kişinin aydınlanması ve şehirlerin hukukla canlanması kastedilir. Bunlar olmadığı takdirde kişiler ve şehirler ölmüştür. Kur’an-ı Kerim’de bunların adı meyyittir. Meyyit de ölü demektir. Ölülerin dirilişi biraz evvel anlattığım gibi şahıs ölmüşse onun dirilişi aydınlanarak, şehir ölmüşse, yeryüzü ölmüşse onun dirilişi hukukla, anlamların, değerlerin, kuralların geri dönüşüyle, insanların haddini bilmesiyle, saygı göstermesiyle olacaktır. Bu şekilde şehirler ve ülkeler dirilebilir. Bu anlattıklarım sembolik anlamda ölü, bir de hakiki anlamda mezarlıklarda yatan ölüler var.
Peki mezarlıklarda yatan ölülerin dirilişi nasıl olacaktır? Kur’an-ı Kerim’de yer alan bütün ölülerin dirilişi ayetlerini biraz evvel anlattığım şekilde yorumlayabiliriz. Yani şahısların aydınlanması ve şehirlerin, ülkelerin hukuka dönmesi, su kaynağı yoluna dönmesi veya onunla canlanması olarak. Kur’an’da ne kadar ölülerin dirilişi, kıyamet, ayağa kalkış varsa hepsini bu şekilde yorumlayabiliriz. Bunun bu şekilde yorumlanmaması için hiçbir sebep yoktur. Gâme ayağa kalktı demektir. Gıyâmet de ayağa kalkış demektir. ‘’Yevmu’l-gıyamet’’ ayağa kalkış günü veya ayağa kalkış zamanı demektir. Demek ki bir ayağa kalkış olması gerekiyor. Bununla bir diriliş olması gerekiyor. Örneğin üzerine ölü toprağı serpilmiş bir halkın, esaret altında yaşayan bir milletin ve yaşam belirtileri sona ermiş olan bir kitlenin, şuurlanıp, bilinçlenip, aydınlanıp, örgütlenip ayağa kalkması başkaldırması kıyametle, ayağa kalkışla oluyor. Bunun gerçekleştiği gün veya bunun gerçekleştiği zamanda yevmil kıyame/ayağa kalkış günü, ayağa kalkış zamanı olmuş oluyor. Ölülerin kıyam edişi, ölü şehirlerin kıyam edişi, yaşamdan ümidini kesmiş, göçmeyi, gitmeyi, intihar etmeyi düşünür hale gelmiş insanların umuda, yaşama dönmesi, hayata sarılması, hayata dönüşü anlamına geliyor. Kur’an-ı Kerim’deki ölülerin dirilişi ayetlerinin indiği anda Mekke’de ve Medine’de bu anlamda anlaşıldığını düşünüyorum. Peygamber bu anlamda anlamıştı ki Mekkeliler Peygamberin bu anlamdaki sözlerini yakın bir tehlike olarak görüyorlardı. Peygamber Mekkeyi yönetenlere ‘’Siz bu halkı esir etmişsiniz, uyuşturmuşunuz, afyonlamışsınız, tefeci bezirganlık yaparak sömürüyorsunuz. Ama Allah’tan gelen nur ile, aydınlanma ile (Kur’an-ı Kerim kensine nur der) bu halk ayağa kalkacak, kıyam edecek, ölmüşken dirilecek ve kendi geleceğine, hayatına sahip çıkacak’’ dedi. Böyle söylediği için Mekkeliler Peygambere çok kızdılar. Daha doğrusu Mekke’nin ileri gelenleri ona çok kızdılar ve bu adam çok tehlikeli şeyler söylüyor dediler. Eğer ölülerin dirilişi, kıyamet ve ahiret bugünkü gibi anlaşılsaydı Peygamber, Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kalmazdı, Peygamber’e suikast düzenlenmezdi. Bedir, Uhud ve Hendek Savaşı olmazdı. Medine’ye 63 kez saldırılmazdı. Bütün bunlar neden oldu? Yakın bir tehlike olarak gördükleri için oldu. Eğer Peygamber ‘’Tamam ölüler dirilecek ama ben mezardaki ölüleri kastediyorum. Ölüler dirilecek ama şehrin dirilişini, halkın dirilişini, ayağa kalkışını, kıyam edişini değil; mezarlıklarda ölmüş, tabutla mezarlıklara koyduğumuz insanları, çürümüş kemikleri onların dirilişini kastediyorum’’ deseydi bunu yakın bir tehlike olarak görmeyeceklerdi. Zaten o tür bir dirilişe müşriklerde inanıyordu. İnanç olarak inanıyorlardı. Bir gün gelecek ve ölmüş insanlar, mezarlıktakiler dirilecek ve Allah’ın huzurunda, yapıp edilenlerin hesabı verilecek diye inanıyorlardı.
Kur’an’da ölülerin dirilişi daha çok sembolik manada kullanılmaktadır. Birinci anlamda yani mezarlıklardaki ölülerin dirilişi bir inançtır. Fakat insanların dirilişi, şehirlerin dirilişi bir yaşayan bir sosyolojidir. Kur’an da yaşayan Kur’an olduğu için ikinci anlamı yani sosyolojik anlamı ile dirilişten bahsetmektedir.
Nitekim Şeyh Bedreddin, cennetin de cehennemin de, ölülerin dirilişinin de, ayağa kalkışın, kıyametin, haşr/toplanmanın (hesap vermek için toplanmanın) bu dünyada olacağını yani bu dünyanın öbür dünyasında olacağını söyler. Öbür dünya ne demektir? Öbür dünyada aslında bu dünya demektir. Adı üstünde öbür dünya yani yine dünya ama şu anki zulüm , esaret , baskı altında kalmış, insanların sömürüldüğü, yeryüzüne sınırların çizildiği, sınıfların, sömürünün, saldırı ve savaşların olduğu dünya. Sınırların, sınıfların, sömürünün, saldırının ve savaşların kalktığı, adaletin ve barışın geldiği bundan sonraki kurulacak olan dünya öbür dünyadır. Ve biz ona inanıyoruz ve ona iman ediyoruz. Eğer öbür dünya şu anki dünyada olmazsa bu eninde sonunda bilmediğimiz bir yerde, Allah’ın katında illaki olacak. Mutlaka barış ve adalete dayalı bir dünya kurulacak, eşitlik, özgürlük gelecek inancı bitmek bilmeyen bir geleceği ve sonsuzluğu ifade ediyor. Ahiret inancının İslam’da gerçek anlamı ile bu olduğunu düşünüyorum.