İslam dininin öğretisinin temelini oluşturan olgu, eşitlik ve sınıfsız toplum projesidir. Bu hakikattir, gerçeğin ta kendisidir, aklını kullananlar için elbet.
“O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.” (Yunus 100)
Kur’an ve Akıl:
Bu hakikatleri anlayabilmenin birinci yolu metafizik yanılgı zindanlarını parçalayıp, ontolojik bataklıklardan çıkarak aklı özgür kılmaktır. Özgürleşmeyi beceremeyen zihin uydurma tarih ve din bataklıklarında çırpınacak, çırpındıkça da batmaya devam edecektir. Bazen sosyalizm eleştirisini kafasında tabulaştırdığı dogmalara dayandıracak, bazense yapacağı anarşizm savunusunu bu dogmalara yaslama çabası güdecektir. Ancak asıl mesele önce tüm dogmalardan arınarak hakikat gözlüğü takabilmektir. Kur’an-ın öğretisi de, tüm peygamberlerin tavsiyeleri de bu doğrultudadır.
“Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar”. Bakara 269
“Hala akıl erdiremiyor musunuz?” Enam 32
“Hala akıl erdiremiyor musunuz?” Yunus 16
“O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar.” Yunus 100
“İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” Rad 4
“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkar eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar.” Rad 19
“İşte bu (Kur’an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.”
(Ibrahim 52)
“Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah’ın kudretine) işaretler vardır.” (ta-ha / 54)
“Bunda, elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır” (ta-ha / 128)
“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl erdiremiyor musunuz?”
(yasin / 62)
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür” (zümer / 9)
“İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır”
(zümer / 9)
“Şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için bir öğüt vardır” (Zümer / 21)
“Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?” (tur / 32)
“Ey akıl sahipleri! İbret alın” (haşr / 2)
“Bunlarda akıl sahibi için elbette birer yemin (değeri) vardır” (Fecr / 5)
“Şüphesiz, yeryüzündeki hareket eden canlıların Allah katında en kötüsü, aklını işletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal / 22)
Akletme yetisi; insana; düşünmek, doğruyu, yanlışı kavrayabilmek ve asıl hedefte var olan özgürleşebilmenin yolunu açma görevinin aracısıdır. Aklı; dogmaların gölgesinde kabul etmek bu aracıyı asli vazifesinden uzaklaştırmak anlamına gelecektir ve aslına bakılırsa artık insan olmayacak, akli yetisini sınırlamış ön kabullere teslim olmuş varlık (makinamsı varlık) ortaya çıkacaktır.
(Bu bağlamda sosyalizm eleştirisi yapmak yerinde bir yaklaşım olabilir, ancak bu eleştiriyi yapan zihin dogmalarla hareket ediyorsa, toplumsal hayata bireyi kurban eden sosyalizmin yanlışının çok ötesinde, var olan her şeyi tarihsel bir dogmaya kurban ettiği gerçeğinide itiraf etmelidir. Bu yaklaşım insanın hakikatini yok eden en büyük ihanettir.)
Aklı ikincil planda gören bir algı tevhidi algılama yeteğine sahip olamaz. Nitekim Tevhid( özgürlük ve eşitlik) ideolojisi aklederek ulaşılabilecek bir hakikattir. Aklını kullanmayanlar karanlığa mahkumdur.
Allah Eşitliği Emreder:
“Bakın Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını “arada fark kalmaz, eşit hale geliriz” diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetinimi inkar ediyor bunlar” (NAHL 71)
Eşitlik; külli aklın kaçınılmaz yasasıdır. Bu yasa insanın reddettiğinde olumsuz sonuçlarından (cehennem) kurtulamayacağı hakikatine işaret etmektedir.
Geleneksel din(emevi dini) bu ayeti zengin ve menfaatperestlerin leyhine yorumlamaya çabalamış ve cidden inanılması neredeyse imkansız bir zorlamaya imza atmıştır. Apaçık eşitliği emreden bu ayetten zenginliğinde, yoksulluğunda doğal olabileceği kaidesini çıkaracak kadar sapkınlaşmış ve ileri gitmiştir. Oysaki ayet apaçık doğal süreçte oluşması muhtemel eşitsizlerin ortadan kaldırılması vazifesini insana açıkça bildirmekte ve bu sorumluluğu dikkate almayanları imansızlıkla itham etmektedir.
Yaşamakta olduğumuz hayat bir çok eşitsizliği barındırmaktadır. Bu realiteden yola çıkan geleneksel dinci akıl-sızlar: e işte Allah hiç bir şeyi eşit yaratmamış, o halde eşitsizlik Allah’ın tercihidir diyerek, eşitlik talebini imansızlık olarak okumaktadır. Bu okumanın temel yanılgısı yüzyıllardır olduğu gibi “gök tanrı” teizm algısının ortaya koyduğu yanlış Tanrı inanışından kaynaklanmaktadır.
Varolan eşitsizlikler tercih değil ortaya çıkan sonuçlardır. Tercih ve amaç ise Yüce Allah’ın apaçık (eşit hale geliriz” diye yanındakilerle paylaşmıyorlar) bildirdiği üzere EŞİTLİKTİR.
Varoluşu itibarı ile varlıklar arasında eşit olmayan unsurların, artı özellik taşıyanlarının yapması gereken şey; bu yeteneğin Allah’tan olduğunu bilmesi ve tüm varoluşun birlikte inşa ettiği ancak kendisinde açığa çıkan bu yeteneği hak sahipleriyle eşit şekilde bölüşmesidir. Kur’an böyle emreder.
İslamda eşitlik yoktur gibi safsataları dinin hakikatiymiş gibi sunupta, hakikati zorlama diyerek mahkum etme çabaları artık boşa çıkmaktadır, hakikat yankılanmakta, kalbi hastalıklı olan üç beş din tüccarı hokkabazın dışında her insan için görünür olmaktadır…
Sınıfsız Toplum, Kur’an-ın İdealidir:
Sınıfsız ve eşit bir toplumu oluşturmayı esas alan Tevhid mücadelesi insanlığın tarihiyle birlikte var olmuştur. Sınıflı (müşrik) toplumlarda var olan eşitsizliklerin ortadan kaldırılması hedefini ifade eden Tevhid mücadelesinin önderliğini yüzyıllarca peygamberler yapmıştır (yada bu mücadeleyi gösterenler uzun yıllar bu sıfatla anılmıştır). Her topluluk kendi içerisinde ortaya çıkan sınıflaşmalar sonucunda huzursuzluk ve adaletsizliklere gark olmuştur. Bu tür toplumlarda huzuru ve sınıfsız toplumu yeniden inşa vazifesini üstlenen peygamberler/önderler halkın içerisinde büyüklenerek halkın bir kısmını zulme boğanlara karşı Tevhid mücadelesi vermişlerdir.
Bu sınıflaşmayı ortaya çıkaran etken, yeryüzü nimetlerinin birileri tarafından tekelleştirilerek diğer insanların yeryüzü nimetlerinden mahrum bırakılmasıdır. Nitekim yeryüzü nimetleri üzerinde tahakküm kuran müşrikler zamanla tüm imkân ve olanakları dolayısıyla iktidarı ele geçirerek müşrik (sınıflı) toplumlar oluşturmuşlardır. Toplumları şirke (sınıflara) bulaştıran bu ihanetin temeli, mülkün sınırlandırılmaması, paranın birtakım kimselerin kontrolüne bırakılmasıdır. İlahi mesajlar bunun engellenmesi ve sonrasında da tevhidi (sınıfsız) toplumların oluşturulmasını salık vermektedir. Tevhid mücadelesi tamamıyla toplumların ve tüm doğanın zulümden arındırılarak cennete dönüştürülmesini amaçlar. Tevhid inancının gereği, pratik hayatta yaşanan toplumsal şirk (sınıf farklılığı) temeline dayanan sistemlere başkaldırı ve egemen sınıfa karşı siyasî, iktisadî, sosyal ve hukukî bir mücadeleyi hayata geçirmektir.
Tevhid inancı ,metafizik konulara izah getiren ve ahlak ile ilgili konuları söz konusu eden bir inanç değil, şirk temeli üzerine kurulmuş sınıflı sistemleri ortadan kaldırmaya dayalı, eğitici, öğretici, yol gösterici ve devrimci bir başkaldırının ifadesidir.
Bu mücadelenin daha iyi anlaşılması, metafizik bir kavram haline getirilen Tevhid (sınıfsız toplum) kavramının geçmişte olduğu gibi hayatın can damarlarına müdahale eden ve toplumları özgürleştirerek sınıfsız toplumu hedefleyen, ezen-ezilen, mustazaf-müstekbir, işçi-patron, zengin-fakir yöneten- yönetilen vb. sınıfları ortadan kaldıracak çığlığın temel çağrısı olarak anlaşılmasıyla mümkün olur. Nitekim tüm resuller içi boşaltılarak anlaşılması engellenen bu devrimci kavramı yeniden canlandırarak toplumlara eşitlik ve adaletin yolunu göstermişlerdir. Müşrik (sınıflı) toplumların oluşması, yaratılışta doğal olan sınıfsız (tevhidi) toplumların birtakım bencil ve çıkarcı müdahaleler sonucu zedelenmesiyle ortaya çıkmıştır. Nitekim Kur’an, bu toplumsal çöküşü (sınıflı toplumu) cehennem olarak tanımlamaktadır,
“İnsanlar tek bir sınıfsız toplumdu. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 213)
“İnsanlar, aslında bir tek sınıfsı ümmet idiler, sonra ihtilafa düşüp ayrı ayrı(sınıf sınıf) oldular. Eğer Rabbinden bir karar çıkmamış olsa idi, ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında şimdiye kadar aralarında çoktan hüküm verilmiş olurdu.” (Yunus-19)