Bir zamanlar, trenle yolculuk esnasında kitap okunurdu. Ben de okurdum; çünkü henüz “Okumanın neresinden dönersen kârdır.” vecizemi oluşturmamıştım. Bir defasında, “Türk romancılığı” üzerine yapılan bir açık oturumun kitaplaştırıldığı bir kitap okuyordum. Oturumu yöneten, üç İslamcı yazara sorular soruyordu. Sorulardan birisi de şuydu: “Türk romanı niçin Nobel veya benzeri bir uluslararası ödül alamıyor?”
Konuşmacılar, Türk romancılığının henüz yeni olduğunu, romancılarımızın yetersizliğini vs. öne sürerek çeşitli mazeretler dile getirdiler. Konuşmacılardan biri de İsmet Özel’di. Özel, soruya farklı bir cevap verdi: “Kül yutmaya niyetim yok! Sanat eserinin gücü, onun arkasındaki medeniyetin gücü kadardır. Sanatın ödüllendirilmesi sanatın iç değerleriyle ilgili değil, arkasındaki desteğiyle ilgilidir.”
Diğer konuşmacılar itiraz ettiyse de Özel, “Bu gün kül yutmaya niyetim yok!” diyerek iddiasına yeni kanıtlar sundu. İşte beni dogmatik uykumdan uyandıran sözlerden birisi budur.
Son zamanlarda haber dinlemek istemediğim halde, farklı günlerde tekrarlanan bir haber dikkatimi çekmeye başladı: “Hindistan’da beş yaşındaki bir kız tecavüze ugradı, Hindistan’da çocuk yaşta bir kıza tecavüz edilmesi üzerine…” Haberi duyanın da, “Hindistan yatıp kalkıp küçüklere tecavüz ediyor.” diyesi geliyordu; ama benim kül yutmaya niyetim yoktu. Haberde gizli bir siyaset olmalıydı. Anlaşılan Hindistan, bu sıralar Amerika’yı kızdırıyordu. Siyasetleri Amerika’nın esaretinde olan ülkelerin medyasında bu haberin dönüp durmasının nedeni buydu.
Merak ettim ve istatistikleri karıştırdım. Hindistan’da 2011 yılında tecavüz sayısı 24262, Amerika’da ise 93000 (Hindistan’ın nüfusu bir milyar iki yüz milyon, Amerika’nın üç yüz milyon.) Amerika’da tecavüze uğrayanların %22’si erkek ve çoğu 18 yaşın altında. USAK’ın hazırladığı raporda başka bilgiler de var: “Kapkaç Amerika’da altı milyon yedi yüz bin; Türkiye’de, kapkaçın en çok yaşandığı 2004 yılında bile on bir bin sekiz yüz seksen altı. Amerika’da bir yılda, Türkiye’de üretilen otomobilden daha fazlası sokaklardan kayboluyor. (bir milyon iki yüz bin)” Sedat Laçinler raporunu şöyle bitiriyor: “Başka ülkelere bakıldığında, Amerika’da suçlar çok fazla. Türkiye ile kıyaslandığında ise Amerika cehennemi andırıyor.”
Hindistan’ın yerinde olsam, tüm eyalet kanallarında ve siyasetini rehin aldığım ülke televizyonlarının cemaat kanallarında her gün, “Amerika’da bu gün bir erkek çocuğa daha tecavüz edildi.” diye haber yayınlatır, ardından bir gösteri çeker ve “Tecavüzler yüzünden gösterilerin arkası kesilmiyor.” derdim. Kim bilir belki gösteri çekmez, “Her gün elli altı erkek tecavüze uğradığı halde, Amerikalıların kılı bile kıpırdamıyor!” diyerek daha etkili olmanın yollarını arardım.
Irak’ta işgalin sürdüğü yıllardı. Genç ve güzel bir Irak’lı kadın, Amerikalılarla çarpışan bir mücahide yardım ederken yakalanmış ve güya şii bir polisin tecavüzüne uğramıştı. Kadın utanç içindeydi ve yüzünü göstermek istemiyordu. Amerika başka bir tecavüz vakası nedeniyle kendi askerine on ay ceza vermiş, Şii polis ise ceza almadan kurtulmuştu. Olayın bir senaryo olduğu anlaşılıyordu. Ekranda bu rezaleti gören Sünnilerin kan beynine sıçrayacak, mezhep kavgası kızışacak, Amerika da rahat bir nefes alacaktı. Herkesin böyle düşündüğünü sanıyordum; meğer yanılmışım.
Olayın sunulduğu gibi olduğuna inananlar olmuş. Bunlardan biri de Meşhur âlim Yusuf el Kardavi. Kardavi ve Rafsancani televizyonda karşı karşıya gelmişler. Bir Arap dostum, o anda beni aradı ve “El Cezire’yi aç!” diye uyardı. Ona şöyle dedim: “Uydum yok; kaldı ki ben onları anlamam, sen dinler bana anlatırsın.” Daha sonra olayı sordum, Arap dostum, “Kardavi, Rafsancani’yi mahvetti!” dedi. “Tecavüz meselesi ne oldu?” dedim. Anlattığına göre o da gündeme gelmiş ve Kardavi Rafsancani’ye, “Amerikalılar kadar bile olamadınız.” demiş.
Bir Arap zokayı yutabilirdi; ama bizim bir hayli tecrübemiz vardı. 28 Şubat sürecini yaşamıştık ve yoğurdu üfleyerek yemeliydik. Mesela biz Mumcu’nun provokasyona kurban gittiğini biliyorduk; ama Kemalistler olayın, medyanın aktardığı şekilde olduğuna inanıyorlardı.
Fakat oda ne! Şimdi de İslamcılar ne duysa inanıyor. “Çin’in Sincan bölgesinde bir Türk’e tecavüz edilmesi üzerine…” diye haber geçtiğinde hemen, “Kahrolsun Çin!” “Suriye’de kimyasal gaz kullanıldı.” haberini duyduklarında ise şartlı refleks hemen, “Kahrolsun Esat!” oluyor.
Şimdilerde Kemalistlerin bilinci açıldı; ama bu sefer de İslamcıların bilinci köreldi.