Bireylerin saldırılar nedeniyle kamusal alandan çekildiğini belirten Psikolog Özge Yılmaz, “Toplumsal hayatın bu risk ve korkular çerçevesinde şekillenmesi insanları sokaktan ve direniş çabasından uzaklaştıran bir boyut da taşıyor’’ diyor
SAMET AKKÖSE
Ölümler ve katliamlar, toplumsal psikolojide de bazı kırılmalara ve davranış değişikliklerine yol açıyor. Sosyal medya kanalıyla gidilmemesi gereken yerlerin paylaşıldığı, kamusal alanlardan uzak durulması gerektiği yönünde telkinde bulunulduğu, yeni bir iletişim biçimi ortaya çıktı. Bireyler, kendilerini ve çevrelerindeki insanlara zarar gelmemesi amacıyla kendilerince bir savunma mekanizması geliştirdi. Korumak ve korunmak amacıyla toplutaşıma araçlarının hangisinin kullanılıp, kullanılmaması gerektiği ve hangi noktaların saldırıya daha açık olduğunu düşünüerek yaşamını sürdürüyor. Neredeyse her gün bir katliama ve saldırıya tanık olduğumuz şu günlerde, toplumsal psikolojinin ne yönde ilerlediğini ve bireyler tarafından oluşturulan korunma yöntemlerini Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği’nden (TODAP) Psikolog Özge Yılmaz ile konuştuk.
‘Kontrol edilemezlik öğrenildi’
“İnsanlar bu süreçlerde beklenmedik ve kontrol edilemez olaylar sonucu zarar görme ihtimallerinin olduğunu öğrendiler. Kontrol edilemezlik insanların kolay başa çıkabildiği bir durum değil” diyen Yılmaz, “Şimdiye kadarki her biri beklenmedik ve kestirilemez olan bu katliamların ardından “Bir bombalı araç daha varmış”, “Üç intihar bombacısı aranıyormuş”, “Şu duraklara bomba konulacakmış” gibi söylentilerin bu kadar kolay yayılmasını ve bunların bu kadar alıcı bulmasını da bu eksende açıklamak gerektiği kanısındayım. Hiçbirimiz ölmek istemediğimiz gibi, üzerinde hiçbir kontrolümüz ve tahminimizin olmadığı bir dünyada yaşamak da istemiyoruz. Bu tepkileri sağlıklı/sağlıksız kategorikliğinde değerlendirmektense insanın çevresi üzerindeki kontrol çabasının bir sonucu olduğunu düşünmek gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Uyarı mekanizması devrede
Tehlikelere karşı uyarı mekanizmasının devreye girmesinin, bireyleri direniş çabasından da uzaklaştırdığını belirten Yılmaz şunları söyledi: ”Toplumsal hayatın bu risk ve korkular çerçevesinde şekillenmesi insanları zulüm ve vahşet karşısında güçlü kılan ve öznelik durumunu yeniden inşa etmelerini sağlayan eylemlerden, sokaktan ve direniş çabasından uzaklaştıran bir boyut da taşıyor. Süreci politik olarak da psikolojik olarak da okuduğumuzda görmemiz gereken en önemli noktanın bu olduğunu düşünüyorum.”
‘Teslim olunmamalı’
Ölümlerin ve katliamların artmasıyla korkunun toplumsalda yaygınlaşmasının olağan bir durum olduğunu ifade eden Yılmaz, ”Korku hayatta kalma açısından en temel insan motivasyonu olmakla beraber aklın da katilidir. Korku ve paniğin yönlendirdiği davranışlarda evrimsel süreçte daha sonra gelişen üst beyin bölgeleri rolünü yerine getiremez ve organizma daha ilkel bölgelerin işleyişine teslim olur. Olumsuz etkileri azaltmak konusunda korkuyu bir duygu olarak kabul etmek ancak ona teslim olmamak dışında bir yol göremiyorum. Zaten bireysel müdahele düzeyinde de çabamız özetle budur. Basit bir mantıkla kontrol edilemez olanı adı üstünde “kontrol edemezsiniz.” Ek olarak bireylerin bununla yüzleşmesinin ve bunu kabullenmelerinin toplumsal direniş konusunda da sağlayabileceği olanaklar olduğunu düşünüyorum” dedi.