Barış Terkoğlu
O aday mı, bu aday mı diye tartışıyoruz. Oysa Türkiye’nin asıl seçimi sandıktaki adaylar arasında değil. Freni olmayan, düzelteni olmayan, itiraz edeni olmayan bir demokrasiye doğru gidiyoruz. Muhalefet ise kafasını ilkesiz aday tartışmalarından kaldırıp sistemin kurtuluşu için bir çıkış yolu üretemiyor.
Örnek vereyim…
Önümde AYM’nin yeni bir kararı duruyor.
Hatırlayın, CHP’nin önceki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir zamanlar, akşam videolarıyla halkın karşısına çıkıyordu. İçlerinden biri o günlerde damara basmıştı. Zira elini kolunu sallayarak dolaşan uyuşturucu baronlarına dokunuyordu. Dönemin İçişleri Bakanı Soylu’yu hedef alıyordu.
31 Ekim’de Kılıçdaroğlu, CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi kurucusu ve danışmanı Hacer Foggo ile kamera karşısına geçti. 7 dakika 12 saniyelik konuşmasını şu notla paylaştı: “Türkiye’de bir metamfetamin salgını var. Saray’ın düzeni bu salgını besliyor. Bakmayın ‘Okul önünde uyuşturucu satanın bacaklarını kırarız’ palavrasına. Bugün size Saray’ın karapara ile bu zehri nasıl sokaklarımıza davet ettiğini anlatacağım. Kirli paranın sonucudur bu.”
Gerçekten de adına “Metin” denen ucuz ve kimyasal uyuşturucu, yoksul mahallelerde kol geziyordu. Aile faciaları birbirini takip ediyordu. Öyle ki bir genç, annesinin kafasını kesip sokağa atmıştı.
Yoksul halkın uyuşmasının bir ekonomi politiği vardı. Kirli parayla yakından ilgiliydi. Uluslararası hesaplaşmalarını İstanbul sokaklarında gören mafyanın sonucuydu. Mafyayla fotoğraf çektirip ona pasaport veren politikacılar, zehrin siyasi sorumlusuydu. Kılıçdaroğlu da “Fotoroman Süleyman” diyerek bu ilişkiyi anlatmıştı.
Videoyu izledik, tartıştık. Sonrasında Kılıçdaroğlu da Foggo da CHP’den tasfiye edildi. Soylu da bakanlığı kaybetti. Devamında neler olduğuna bakmadık.
VİDEOYA POLİS YASAĞI
Dönemin İçişleri Bakanı Soylu değil ama ona bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü mahkemeye başvurdu. Kılıçdaroğlu’nun paylaşımına erişim engeli kararı istedi.
Videoda uyuşturucuya yol verenler eleştiriliyordu. Emniyet neden rahatsız olsun ki? Hepimizin bildiği gibi, “teşkilat”ı yöneten politikacı, kendi siyasi hesaplaşmasına devletin polisini aracı etmişti. Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği, 4 Kasım’da videoyu yasakladı. Kararda yer alan ifadeler çok ilginçti:
“Belirtilen suçlamalar hakkında hiçbir somut bilgi, belge ve olay belirtilmediği, belirtilen beyanların siyasi eleştiri sınırını aşıp uyuşturucu ile mücadele eden tüm devlet kurumlarının tüzel kişiliğine karşı suç isnat eder nitelikte olduğu ve bu yolla devlet kurumlarına ülke içinde ve ülke dışında güvenin sarsılmasına neden olunduğu, talebe konu açıklamaların kişilik haklarını ihlal edici nitelikte olduğu görülmekle…”
Mahkemeye göre karaparanın Türkiye’ye girişini sağlayan düzenlemeleri eleştirmek, baronlarla fotoğraf çektiren politikacıları hedef almak devlete güveni sarsıyordu!
Kılıçdaroğlu’nun yaptığı itirazlardan bir sonuç çıkmadı. 12 Aralık’ta avukatı Celal Çelik AYM’ye başvurdu. Ve karar çıktı…
AYM’DEN KILIÇDAROĞLU KARARI
Karara göre AYM, Kılıçdaroğlu’nun başvurusunu doğrudan görüşmemiş. Bir dizi dosyayla birleştirmiş. Nihayetinde Kılıçdaroğlu’nun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş. 18 bin lira manevi tazminata hükmetmiş. Yeniden yargılama için de dosyayı Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği’ne göndermiş.
Uymak zorunda mı? Teoride öyle ama Can Atalay kararına bakılırsa hâkim, “Bana ne AYM’den” diyebilir!
Türkiye, ana muhalefet liderinin ya da cumhurbaşkanı adayının bile uyuşturucu kullanımını eleştiremediği bir düzene doğru gidiyor. Devletin partileştiği, yargının emre amade olduğu, Meclis’in işlevsizleştiği, bürokrasinin kuralsızlaştığı bir düzende, sistem bütün frenlerini kaybediyor. AYM’yi kapatma çağrıları gerçekleşmese bile nisan ve mayısta, Erdoğan yeni üyeler atayarak AYM’yi de devreden çıkaracak. Haliyle, hiç görevi olmadığı halde, belediyeler, adeta sistemde tek itiraz noktası haline gelmiş durumda. “Yerel ile merkez uyumlu olsun” sözleri, iktidarın 31 Mart’ta bütün karşı çıkışları bitirmek isteğini gösteriyor. Mayıs ayında başlayan “sistemin muhalefetsizleşmesi” süreci martta tamamlanmaya çalışılıyor. Siyaseti seçimlere indirgeyen muhalefet, seçimleri de siyasetsizleştirip kişilere bağlayarak süreci bir kez daha okuyamadığını gösteriyor. Bu ilkesiz adaylık kavgası, “devlet benim” diyenlerin “benim devletim”i yaratmasına belki de son fırsatı sunacak.
Güneşi görmek için bulutların dağılmasını beklemek yetmez. En azından kafanı kaldırıp bakmak da gerekir.