Topuzun ucu biraz fazla kaçmış olsa da Başbakan Erdoğan’ın Peres’e söyledikleri ve panel yöneticisine gösterdiği tepki toplumdan genel bir onay almışa benziyor. Muhalefet bile belki de ilk defa Başbakan’a destek verdi. Kimileri bunu ‘ama’ diyerek yaptıysa da farketmedi. Tavır onaylandı. Fakat açıktır ki, bu toplumda Filistinlilerin ‘mağduriyetlerine’ ilişkin genel ve paylaşılan bir duygu olmasaydı bu destek de olmazdı. Örneğin Başbakan bu tepkiyi Avustralya’nın Aborijin yerlileriyle ilgili bir toplantıda gösterseydi, çoğu kimse Başbakan niye böyle yaptı diye söylenir, uluslararası ilişkilerimiz zarar verdi diye kızardı. Aborijinlerin de en az Filistinliler kadar mağdur bırakılan bir halk olmasına bakmaksızın…
‘Mağduriyet’, kimin mağdur olduğunu belirleyene göre değişen bir kavram. Örneğin birçok İsrailli açısından asıl ‘mağdur olan’ kendileri, Filistinliler değil. Nitekim yapılan kamuoyu yoklamaları da bunu gösterdi. Onun için de İsrail’de Erdoğan’a ve Türkiye’ye tepki büyük. Bizim Ermeni meselemiz de böyle. Birçok Türk vatandaşına göre bu mesele Türklerin mağduriyetleriyle ilgili bir mesele. Ermeniler içinse tam tersi. Kürt meselesi ise bir başkası.
Bir çok Türk’e göre Kürtler ayrılıkçılık hevesleriyle Türkleri mağdur ediyorlar. Kürtler ise Türklerin asimilasyon politikalarından dolayı ‘mağduruz’ diyorlar vs.
Ama öyle görünüyor ki içinde bulunduğumuz medeniyet hızla bütün bu ‘asimetrik’ durumlara, bakanın yerinden değişen ikili anlamlar dünyasından bakmaktan hızla uzaklaşıyor. Kimin ‘mağdur’ olduğuna ilişkin algılamaların daha ‘objektif’ ölçütlere dayandırılması arzusu hızla yayılıyor. Bu güne dek kullanılan ‘orantısızlık’ ölçütü, bir ‘vicdan ve adalet’ arayışıyla kuşatılıyor. Vicdan ve adaletin dili ise küresel yeni bir zemine doğru hızla ilerliyor. Bu Amerika’da böyle Avusturya’da da böyle, Ortadoğu’da da böyle, tabii Türkiye’de de böyle.
Obama’nın seçilmesiyle Amerika siyahlardan özür diledi. Onların mağduriyetlerini onadı. Avusturya Aborijinlerden özür diledi. İsrail’in Ortadoğu’da bir haksızlığı temsil etmeye başladığı Erdoğan’ın Davos’daki tavrına gelen uluslararası destekten belli. Yunan devlet televizyonunun Başbakan Erdoğan’ın ‘Gezegendeki çok kişinin söylemek istediklerini dile getirdiği’ yorumu bu desteğin en açık kanıtı. Bu çerçevede daha birçok örnek vermek mümkün.
Doğrusu bu zemin kaymasını ben yalnızca yukarıda altını çizdiğim siyasal konularla sınırlı görmüyorum. Sınırsız bir kâr güdüsüyle hareket eden bugünün kapitalizminin insanlığı bir uçurumun kenarına getirmiş olmasının da bunda payı var kuşkusuz. Yaşadığımız ekonomik düzen ekonomik ilişkileri küreselleştirdikçe, ekonomik sorunları da küreselleştirdi. O nedenle de küreselleşen sorunları çözmek için artık küresel çözümler bulmak gerekiyor. Yani insanlık ailesinin birlikte davranması gerekiyor.
Eğer bu yaptığım yorum doğruysa Türkiye’nin hızla kendi ‘mağdurlarının’ ‘mağduriyetlerini’ gidermesi zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Kimlerin mağdur olduğu konusunda ise bir tartışmaya gerek yok sanırım. En azından Erdoğan’ın Davos tavrından sonra…
Siyasetin önündeki gündem bu.
Radikal