ABD’deki son şiddet ve öfke sarmalında Colarado’daki bir sinemada katliam yaşandı. Medya silah kontrolü yapılmamasını olayların yaşanmasına etki eden bir faktör olarak sunuyor. ABD’de her yıl bu türden 20 kadar cinayet yaşanıyor. Aslında silahların insanları daha hızlı bir şekilde ve daha çok sayıda öldürmeyi mümkün kıldığı bir gerçekse de tetiğin çekilme sebebi silahlar değil. Medya tarafından asla gündeme getirilmeyen şey, psikotropik ilaçların uygunsuz kullanımı ve buna ek olarak şiddet içeren medya/bilgisayar oyunları. Medya asla bu tür öfke patlamalarının arkasındaki ruhsal yoksulluğun derinliği hakkında bir şey söylemiyor. Hristiyanlık, Musevilik ve İslam gibi dinler insanın hayvanları tahakküm altına almasına izin vererek şiddeti körüklerken savunmasız ve zayıf olanlara şiddet uygulanmasını mümkün kılan bir ortam yaratıyor. Bu dinler hayvanların gaddar hayvan deneylerinde kullanılarak sadistçe sömürülmesini meşrulaştırıyor, bu deneyler ancak seri katillerle yarışabilir.
Sinema basarak bu tür şiddet içeren patlamalar yaşayan insanların sıkıntılı bir geçmişi olabilir, istismar da söz konusudur bir ihtimal. Ancak ne olursa olsun bu katillerin şiddete başvurması, kendi iç dağılmışlıklarının bir ifadesi aslında. Amerikan medyasında henüz ifade edilmeyen bir başka gerçek ise bu katilin aslında bir sinirbilim öğrencisi olduğu. Sinirbilim deneyleri en kanlı deneyler arasında yer alıyor. Hayanlar çeşitli tedavilere ne şekilde reaksiyon vereceğini anlamak için çeşitli mekanizmalar ve beyin implantları ile senelerce esir ediliyor. Deneyden önce zaten travma halinde bulunan kurbanlara su ve gıda verilmiyor, böylece deneyleri yapanlar hayvanlara az da olsa su ve yiyecek verdiği zaman hayvanlar deneylere katlanıyor.
Çcuklar hayvanları istismar edince bu, genelllikle ileride insanlara şiddet uygulayacak olduğunun bir işareti olarak kabul ediliyor. Seri katiller kariyerlerine hayvanlara işkence ederek başlıyorlar. Dirikesimi ve özellikle sinir bilimle ilgili şiddeti tehlikeli ve sorunlu bireylerin davranışlarıyla tutarlılık gösteriyor. Aslında bu katilin çocukluğunu henüz bilmesek de sinirbilim deneylerine katılmaya gösterdiği istek, savunmasız ve zayıf olanlara kasıtlı ve istendik şekilde zarar verme arzusu olduğunu gösteriyor. Eğer bu arkaplan nihayetinde bir çocukluk travmasını ortaya çıkaracak olursa dirikesim sadistliğinin katilin bir anlamda sıyırmasına ve masum insanlara onlarda ve korku ve dehşet yaratmak amacıyla dikkatli bir şekilde saldırı yapmayı planlamasına yol açtığını söyleyebiliriz.
24 yaşındaki James Holmes Colorado-Denver Üniversitesi’nde sinirbilim öğrencisiydi
İnsanın hayvanlar üzerinde dizginlenmemiş iktidarı uğruna kaç planlı deneye katıldıktan sonra James Holmes insanlara yöneldi?
Hindistan’da diseksiyon her bir eyalette liseler düzeyinde yasaklanmış durumda. Üniversitelerde ise dirikesim uygulamak yasak. Bu yasal düzenlemenin sebebi ise hem hayvanları zarara uğramaktan hem de genç insanların hassasiyetlerini muhafaza etmek, böylece bu insanların hayata hürmet gösterme duygusunu kaybetmemesi isteniyor. Hindistan’da hayata hürmet duygusu hayvan ve insan hayatına saygı gösteren ahimsa adındaki şefkatli dini inanç tarafından yönlendiriliyor.
Hayata hürmet duygusu, baskın dini görüşlerin yahudilik, hristiyanlık (ve islam) geleneğine dayandığı bir ulusta mümkün değil.
Kutsal kitaplarda insana verilen hak ile beraber insanın savunmasız ve zayıf hayvanlara zarar vermesi, onları sömürmesi, onlara işkence etmesi, onların vücutlarını yaralaması ve vücutlarını parçalaması hakkı doğmuş oluyor. Bu bakışla beraber gaddar sinirbilim deneylerine sırf insanlara faydası olması nedeniyle izin veriliyor. Sorunlu birisi bu inanç sistemine kendini kaptırdığında kolay bir şekilde insanlara şiddet uygulamaya yönelebiliyor. Bu son katilin psikolojik detaylarını bilmesek bile sinirbilim deneylerine katılmış olmasının sinemaya giden insanlarda korku ve dehşet yaratmak amacıyla saldırı düzenlemesine bir katkısının olduğunu düşünebiliriz.
İnsanın doğaya/hayvanlara egemenliği, onun hayvanlara yönelik şiddeti onaylamasının ne gibi kötü sonuçları olduğunu idrak edememiştir. İşte hayvanların katledilmesine, dirikesime, silah artışına, şiddet içeren medya/bilgisayar oyunlarının popülerliğine ve psikotropik ilaçlara duyulan ihtiyaca izin veren şey hayatın değersizleştirilmesidir, bu değersizleştirmenin sebebi de ruhsal çöküştür. Bir sinemada film izleyen masum insanların rastgele ve kanlı bir şekilde katledilmesinin kökünde de işte bu ruhsal yoksulluk yatıyor.
Margaret Mead şiddeti onaylamanın ne anlama geldiğini şöyle anlatıyor:
“Çocuklarını başarılı şiddet öyküleriyle besleyen hiç bir toplum bu çocuklardan şiddetin en sonunda ödüllendirilmediğine inanmalarını bekleyemez”.
Çocuklarımıza korku ve dehşet yaratmayı öğrettiğimiz zaman onların dehşet yaratmanın heyecanını yaşamak istemelerine şaşmamak gerek.
Zararsız canlılara işkence etmeye alışmış birisinin hissizliği ile cinayet ve öfke patlamasına geçişi arasında büyük bir mesafe yok Buradaki mesele bu sorunlu insanın dirikesim yapıp yapmaması değil, genç insanların dirikesim gibi gaddar ve kaba bir şekilde hayatı anlamsızlaştıran eylemleri öğrenip öğrenmemesi gerektiği aslında. İnsanın hayvanlara ve doğaya egemenliğinin kökenindeki ruhsal yoksulluk, empati ve şefkatin doğasını kavrayamamaktan kaynaklanıyor.
Tek tanrılı dinler Kızılderili dinlerinde ifade edildiği gibi insanlara ve hayvanlara koşulsuz bir şefkat göstermeyi öğrendiği zaman bu egemenliğin sonsuz yıkıcılığının son erdiğini göreceğiz belki de.
“Ben bir Hinduyum. Dünyayı yaşamaya değer kılıyor Hinduizm.Ben bir Hinduyum, bu yüzden sadece insanları değil yaşayan her canlıyı seviyorum”. Gandi
“Bilge bir insanın temel özelliği hiç bir canlıyı öldürmemesidir.
Öldürmemenin ve yaşayan canlıların eşitliğinin dinin temel prensipleri olduğu bilinmelidir.
Jain Sutra
hayvanozgurluguhareketi