Üniversitelerin büyük miktarlara varan ekonomik donanımları Leviathan’ın ayakta kalması/güçlenmesi için harekete geçiriliyor.
Fuat ERCAN
Türkiye’nin içinden geçtiği dönem için kamusunu kaybetmiş devlet ve hatta kamusuna karşı devlet ifadesini kullanmak istiyorum. T. Hobbes’in Leviathan adlı eserinin 1651 tarihli orijinal baskısının kapağından da görülebileceği gibi insan bedenlerinden oluşan bir canavar olarak devletten bahseder. Devlet (state) ve bedenini oluşturan halk yani kamu (public). Bakanlar Kurulu KHK’lerinin yerini Cumhurbaşkanlığı kararnameleri aldığı ölçüde devlet kendi bedenini yemeye başladı, devlet ile kamu arasındaki bağlar zayıflıyor, faşizm demesek bile faşistleşme sürecini büyük bir hızla yaşamaya başladı. Kayyum siyasetinin üçüncü dalgası Hakkâri Belediyesi ile başladı ve devam edecek gibi.
Biçimsel demokrasinin bile işlemediği ortamda sadece halk ve seçtiği temsilciler değil, hemen hemen tüm yapılar Leviathan’ın belirleyiciliğine geçiyor. Üniversiteler de bu süreçten fazlasıyla nemalanıyor. Türk usulü başkanlık sistemi gibi Türk usulü üniversite sisteminden bahsedebiliriz. Genel olarak eğitim ama çok daha önemlisi yüksek öğretimin her zaman siyasal iktidarın gündeminde olduğunu biliyoruz. 12 Eylül askeri darbesi ile inşa edilen hiyerarşik Yükseköğretim Kurumu 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal Yasası ile cumhurbaşkanına üniversite rektörlerini (kayyumlarını) doğrudan atama olanağı sundu. Yasama ve yargıyı dönüştüren iktidar dertli bir şekilde dile getirdi: “Geçtiğimiz 18 yılda her alanda tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı ama eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimizi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim.”1 Fikri iktidarın üniversitelerde sağlanmasının bir diğer ayağı kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) çok sayıda akademisyenin üniversiteden atılması oldu. Üniversite özgürlüğü derken sıralanan bilimsel, idari ve mali boyutları birlikte düşünürüz. Oysa şu konuşma bile üniversitelerdeki kayyum sisteminin ulaştığı aşamayı açıklar nitelikte; “Bizim gönlümüzden geçen konuma ulaşamadığını da belirtmek zorundayım. Çünkü bu üniversitemiz biraz önce Mevlânâ hazretlerine atfettiğimiz hususta açıkçası biraz zayıf kalmıştır. Bu ülke ve bu ülkenin değerlerine yaslanamadığı için küresel bir marka haline gelme çabalarında da tam manasıyla başarılı olamamıştır.”2 “Bu” denilen üniversite Boğaziçi Üniversitesidir ve başarılı olması için 2 Ocak 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararı ile eski AKP milletvekili aday adayı Melih Bulu üniversiteye rektör olarak atanır. Bu ve benzeri haberlerle sıklıkla karşılaşıyoruz: “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 6 üniversiteye daha rektör atandı.” Öğrenciler ve akademisyenler tarafından “kayyum rektöre” karşı Boğaziçi ayakta kabul etmiyoruz vazgeçmiyoruz mücadelesi başlatılıyor.
Boğaziçi Üniversitesi örneğinde ele aldığımız üniversitelere kayyum atama/müdahalenin tek nedeni bilgi ve kültür üzerinde egemenlik kurma çabası değil. Türk usulü başkanlık sisteminde olduğu gibi Türk usulü üniversite sisteminin inşasında da çıkar ittifakları önemli bir yer tutuyor. Rektörlere kayyum dendiğinde kelimenin iki anlamı birleşmiş oluyor; ‘kamu görevlisi’ ve üniversitenin tüm ekonomik işleri hakkında ‘yüksek mal memuru.’ Kamu görevlisi ve üniversitenin sahip olduğu kaynakları kullanma dendiğinde yerel yönetimlerde olduğu gibi üniversitelere yapılan rektör/kayyum atamalarında ve kadrolaşmada bir dizi çıkar ilişkisinden söz etmemize yol açan birçok olay yaşanmıştır. 28 yıllık emekten sonra uzaklaşmak zorunda kaldığım Marmara Üniversitesinden örnek vereyim. Marmara Üniversitesinin Nişantaşı’daki birimi TOKİ’ye devredilerek (2018) satışa çıkarılıyor. İhaleyi sizce kim kazanıyor? Tabii AKP’nin gözde müteahhidi Dap Yapı. Çıkar ittifakları burada da bitmiyor, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı “deprem ve afet toplanma alanı (DATA)” olarak tanımlanan alanın vasfını kaldırıyor. Üniversitenin sahip olduğu mülklerin yüksek sorumlusu olarak Marmara Üniversitesi rektörü Göztepe, Üsküdar, Bahçelievler, Halkalı, Kartal ve Çatalca’daki arsa ve araziler için de satış kararı alabiliyor. Sadece Marmara Üniversitesi mi? Dokuz Eylül Üniversitesi mal müdürü Balçova İnciraltı’da bulunan kendi mülkiyetindeki 3 bin 140 metrekarelik araziyi satışa çıkarıyor. Bir diğer yüksek mal müdürlüğü olan Hacettepe Üniversitesi için Sayıştay raporunda; “2018 yılında Hacettepe Üniversitesi ihale yapmaksızın rektörlüğün belirlediği şirketlerden 3 milyon TL’yi aşkın alım yaparak usulsüzlük yaptı” deniliyor. Bir örnek daha: Ankara’da Karakusunlar Mahallesi’nde toplam altı parsel Gazi Üniversitesi mülkiyetinde iken parsellerin TOKİ ile Gazi Üniversitesi arasında yapılan bir protokolle TOKİ’ye devredilme haberini de duyduk. Bir başka Yüksek Mal Müdürü (Rektör) Necdet Budak tarafından Ziraat Fakültesi uygulama alanı olarak kullanılan 10 bin metrekarelik zeytinlik otoparka dönüştürüldü. Zeytinliğe asfalt döküldü. Devam edelim mi; Sayıştayın Ankara Üniversitesi 2019 yılı denetim raporuna göre, üniversiteye mal ve hizmet alımları için ihale yapılmadı. Kurum, kendi belirlediği şirkete usulsüz olarak 222 bin 450 TL ödedi. Üniversitenin 2019’da bankayla imzaladığı reklam anlaşması karşılığında aldığı 2 milyon TL’nin kurum hesaplarına gelir olarak kaydedilmediği ve gelirin ihalesiz alımlarda kullanıldığı belirlendi.3
Kamusunu kaybetmiş devletin üniversiteleri de bir yandan tehlikeli bir süreç olan “biz” ile “onlar” olarak bölünmesinin önemli mekanlarından biri olurken, diğer yandan üniversitelerin büyük miktarlara varan ekonomik donanımları Leviathan’ın ayakta kalması/güçlenmesi için harekete geçiriliyor.
1 www.youtube.com/watch?v=f7H9FtB7kcI
2 https://www.youtube.com/watch?v=T6whTxHdInU
3 https://politeknik.org.tr/kayyum-rektorlerle-yonetilen-universitelere-neler-oluyor