Bilge bir öğretmen, bir tarikat cemaati tarafından açılan özel lisede, kısa bir süre çalıştıktan sonra yeniden Milli Eğitim’e dönmüştü. Gerekçesini bu gün bile unutamıyorum: “Devletin patronluğu Müslümanların patronluğundan daha iyidir.”
Oturduğum yere yakın bir fabrikada işçiler asgari ücretle çalışıyordu. Hangi sendikanın yetkili olduğu iki yıldır mahkemelik olduğu için patron onlara, “Anlaşın alın!” diyormuş. Bunun iyi niyetli bir tutum olmadığında ısrar edince şu cevabı aldım: “Ama beş vakit namaz kılmana izin veriyorlar. Cuma saatinde fabrika tamamen duruyor.”
Tanıdığım bir arkadaş Ülkenin en büyük püskevit patronunun yanında yönetici olarak görev yaptıktan sonra kendi işini kurmuştu. “İşçilerin senin yediğinden yiyebiliyor, giydiğini giyebiliyor mu?” diye sordum. Bu sayede bir fıkraya nazire yaparak bir espri bile ürettik:
– Kulun kölen olalım patron!
– Hadi oradan! İşçilik neyinize yetmiyor?
Fıkrayı bilirsiniz: Patron yeni işçisine ne kadar ücret istediğini sorar. İşçi, “Karın tokluğuna çalışırım.” cevabını verince, patron şöyle der: “Hadi oradan! Asgari ücret neyine yetmiyor?”
Kim bilir, bu dostum Ülker yıllarında hangi seminerlere katıldı, hangi kişisel gelişim kitaplarını okudu? Belki de o kitaplarda “Asgari ücretle işçi çalıştırmanın jeopolitiği” gibi bilimsel makaleler veya “Sefaletle gelen mutluluk ve kendini tavuk sanan kartal” gibi kişisel gelişim teorileri okumuştur. (Bir seferinde masasında böyle bir yayın yakalamıştım.) Bu derece donanımlı bir patronun karşısında iki hadisin ne kadar gücü olabilirdi ki? Diğer hadis de:
“İşçinin hakkını (asgari ücretini) alnının teri kurumadan (aybaşında) veriniz.” şeklinde anlaşıldıktan sonra.
Aynı eğitimden geçmiş ve işçilerini sefalet ücretiyle çalıştıran bir başka patronun her yıl Hicaz’a gittiğini öğrendiğimde şöyle demiştim: “İlk gittiğinde bir şey anlamayan, sonrakilerden de bir şey anlamaz. Kaldı ki eşek hoşaftan ne anlar!”
Sağcı işveren ahlakı bu olunca, Ak Parti iktidarında farklı bir uygulama olamayacağı zaten belliydi. Nitekim şimdi bunu görüyoruz.
Ben aslında başka bir şeyi merak ediyorum: Ücretlerin düşük olması ekonomik bir zorunluluktan mı kaynaklanıyor, yoksa bir tercih mi? Bu sorunun cevabını bulmak için birkaç işçi çalıştıran birine, “İşçilik ücretleri ikiye katlansa, fabrikalar hala kazanmaya devam eder mi?” diye sordum. Biraz düşündükten sonra şu cevabı verdi: “Bu yüzden kapanacak hiçbir fabrika yoktur.”
Ak Parti’nin ekonomi politikası hakkında bir yargıya varmam için, bu cevabın doğruluğundan emin olmam gerekiyordu. Bu yüzden aynı soruyu kişisel gelişim eğitimi almış o arkadaşıma da sordum. Cevabından ne denli iyi eğitim aldığı belli oluyordu: “Her fabrikada işçilik katma değeri aynı değildir.”
Şimdi eksik de olsa bir yargıya varmış bulunuyorum: “Ak Parti, adaleti kalkınmaya feda etmiştir.”
Ak Parti’nin ekonomi politikasını şöyle özetlemek mümkündür: Çalışanın sırtından tasarruf yapılacak, tasarruflar yatırıma dönüşecek, ülke rakamlar bazında ön sıralara geçecek, Türkiye de bu başarı sayesinde gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek. Gelir dağılımında ciddi bir düzelme olmamasının nedeni işte bu politik tercihtir.
Milli geliri yüksek ama dağılımı adil olmayan kalkınmış bir ülke mi daha mutlu ve güçlüdür yoksa önceliği adalet olan ama görece kalkınmamış bir ülke mi?
Son soru: Ülkemizde önde gelen üç iş adamını düşünün. Birisi Müslüman, birisi Laik, diğeri Musevi olsun. Sizce işçisine en az para veren hangisidir?
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayın…
AK PARTİ VE İHH’ NIN SURİYE SONBAHARI
www.adilmedya.com