Başbakan geçtiğimiz günlerde üniversitelerde ve statlarda güvenlik görevlilerinin yerine artık polislerin görev yapacağını söyledi. Hemen akabinde Bakan Muammer Güler üniversiteleri ve statları hassas bölge ilan ettiklerini dile getirdi. Daha sonra da Beşir Atalay ‘son dönemlerde az katılımlı olsa da öğrenci olayları’ olduğunu ve kimsenin üniversiteleri karıştırmasına müsaade etmeyeceklerini ifade etti.
Açıkça söylemek gerekirse böyle bir karar almaları pek şaşırtıcı değil. Hatta zihniyetleriyle bağdaşan bir karar olmuş bile diyebiliriz. Ayrıca hükümet, her toplumsal eylemi polisle bertaraf etmeye ve her sorunu yasakla, baskıyla çözmeye çalıştığından, politikalarıyla paralel bir adım atmışlar. Fakat bir ara acaba bizimle ‘kafa mı buluyor bu adamlar’ demeden de alamadım kendimi. Ya kafa buluyorlar ya da üniversitelerin durumunu göremeyecek kadar saflar. İkinci şık olmayacağına göre yüksek ihtimal kafa buluyorlardır.! Niye mi? Şöyle ki üniversitelere sokmaya çalıştıkları polisler, hiç üniversiteden çıkmamışlardı ki. Buna kısa bir zaman sonra mezun olacağım okul da dahil. Hatta okuduğum üniversitenin Karadeniz fıkrasına dönüşen durumundan bahsetsem meselenin anlaşılırlığı açısından yeterli olacaktır diye düşünüyorum.
Marmara İletişim fakültesi, geldiğim ilk günden bugüne kadar hep polisle kucak kucağa oldu. Bilhassa şimdiki dekan Yusuf Devran sayesinde okulumuz, üniversite görünümlü karakola dönüştü! Tabi dekanımız da emniyet amiri!( Bu yüzden okulun kapısına ‘Nişantaşı İletişim Fakültesi Karakolu’na Hoş geldiniz’ tabelası önerisinde bulunacağım kendisine…)
Okula girmeden önce muhakkak aramaya yakalanırsınız. Öyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya giremiyorsunuz. Azıcık anarşistlik yapayım, kafa tutayım demeye başladığınız an da on beşlik ergen dekanımız , soruşturmalarla cezalandırmaya kalkıyor sizi. Atışmalı tartışmalı girdiğiniz okulunuz da’ hadi bir çay içeyim sakinleşeyim’ deyip kantine gidiyorsunuz ama oturacak yer yok. Çünkü bütün masalarda oturanlar polis!. İstisnasız bütün masaları polisler işgal etmiş.! Gidip ‘Hemşerim yolu şaşırdın galiba. Senin yerin burası değil, emniyet demeye kalkıyorsunuz atarlı bir şekilde. Dediğiniz an yine soruşturmalar, cezalar, gözaltılar vs. Bir de, medya ağzıyla söylemek gerekirse ,karşıt görüşlü öğrencilerin kavgasında görün okulu. Adeta bütün İstanbul polisi okula hücum etti zannedersin ve nedense haksızlığa direnen öğrencilerdir hep gözaltına alınan. Hatta ‘Okul sizin neyinize, dağa çıkın’ diyeni bile duydum dersem inanır mısınız?…
En kötüsü de ,benim de çok değer verdiğim bir hocamızın, kavgada yaralanan bir arkadaşımızı hastaneye götürmesinden dolayı aldığı uyarıydı. Yani dekana kalsa öğrencinin ölene kadar beklemesi daha makbuldü! Yine aynı hocamızın,okulla ilgili yazdığı epostalarını gizli gizli okuyup soruşturma açılmasını sağlaması,ayrı bir trajediydi. Halbuki soruşturmalık olması gereken,kendi gayrimeşru davranışı olması gerekirken. Sanırım en önemli mesele de, sınav haftası( sınav saatine kadar) okula alınmamamız olsa gerek!..
Sınava girmenize yarım saat kala okulun kapısı açılır, yine aramadan geçilir, kimliğinize ayrıntılı bakılır, isminiz bağırılır sistemde isminiz varsa girebilirsiniz. Es kaza isminizin olmadığını düşünsenize, sınava giremeyeceksiniz. Bir kadın olarak, o anlarda, ’haydi kızlar okula kampanyasını’ düşünüyorum… Tersine dünya işte. Bu tersliği de, en güzel bizim ülkemizde yaşıyoruz
Son zamanlarda ’Okulu öğrencilerden korumak politikası’ moda bence. Bahsettiğim bu olaylar, birçok üniversitede (hatta daha da kötüsü)yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. Ayrıca artık bunları yaşamanız için devrimci demokrat veyahut Kürt olmanıza da gerek yok.
Hani Başbakan’ Tinerci gençlik’ yerine ‘Dindar gençlik’ yetişecek dedi ya, aslında demek istediği şey ‘İtaatkar gençlik’ idi. Yani etliye sütlüye karışmayan dindar bir öğrenci bile olsanız, itaatkar değilseniz, şuan ki hükümeti ve elemanlarını sorgulayıp yeriyorsanız, ortalığı karıştıranlardan biri olmanız kaçınılmazdır. Bu yüzden, dindar gençlikten ziyade, itaatkar gençliğin arzusunu taşıyor ülkemizin Başbakanı.
Bugün itaat etmeyen öğrencilerin durumu ortada. Ya cezaevlerine atılıyor, ya da Beşir Atalay’ın dediği gibi ‘az katılımlı öğrenci olaylarında ortalığı karıştıranlardan biri’ olup okul yönetimin cezai yaptırımlarına maruz kalıyor. Bu arada Beşir Atalay’a bu sözünden dolayı bir hatırlatmada bulunmak isterim. Evet az katılımlı oluyor çünkü okuldaki haksızlıklara direnişle cevap veren her öğrenci tutuklanıyor. Hala da birçok tutuklu öğrenci var.(‘tutuklu öğrenci’ tanımlaması en nefret duyduğum tanımlama oldu artık)Ayrıca bahsettiğiniz olaylar da, öğrenci olayları değildir. Polisin ve yönetimin haksız uygulamalarına karşı, geleceğin emanetçileri olan bireylerin direnişidir. Öyle öğrenci olayları deyip, öğrencileri şiddetle, olumsuz bulduğunuz olaylarla bağdaştırmaya çalışıp, insanlarda bu yönde bir algının oluşmasını sağlamaya çalışmayın .Ayrıca okulu hassas bölge ilan etmenizin sebebi olan ve olay olarak gördüğünüz o direnişler de, haksızlıklar var oldukça devam edecektir. Bu kaçınılmaz emin olun…
Son olarak yeni modamız ’ Kafası kıyak gençlik istemiyoruz’ olmuş sanırsam. Başbakan fırsat buldukça, gençliği nasıl görmek istediği ve nasıl görmek istemediği konusunda yeni tanımlar buluyor. Ama hakkında tanımlamalarda bulunduğu gençliğe sormak pek aklına gelmiyor.
Yaşanılan her haksızlığa karşı,’ hassas bölge’ yaratan direnişler göstermek ve görmek dileğiyle…