Türkiye’de hiçbir siyasi gelişmenin, tek başına, aklı başında hiç kimseyi sevindiremediği, umut vaat etmediği bir süreç yaşıyoruz. Anayasa paketinin 8. maddesinin Meclis’te reddedilip, paketten düşmesi, kuşkusuz önemli bir gelişme. Ancak, bu önemli gelişmenin sonrasında olacaklar, iktidarın ve muhalefetin bu süreci nasıl yöneteceği daha da önemli.
Bu açıdan, iktidarın, ‘paketin delinmesi’ olayını, yorumlaması ve verdiği ilk mesajlar fevkalade hayal kırıcı! Zira, olay yine geldi, ‘statükonun zaferi’, ‘Ergenekon’un iktidar partisi içindeki uzantısı veya tuzağı’ iddiasına dayandı. İktidar partisi olsun, Anayasa paketini destekleyen ‘demokratlar’ olsun, Türkiye’de olan biteni bu çerçeveye sıkıştıran herkes, siyaseti bir büyük yanılgının peşine takıp, bir felakete gidişin taşlarını döşüyorlar.
Öncelikle; BDP’nin pakete koşulsuz destek vermesini istemek, beklemek ve bu gerçekleşmeyince de suçlamak, demokrasi anlayışıyla bağdaşır şeyler değil. BDP Genel Başkanı, ‘BDP, AKP’yi yaşatma derneği değil’ açıklaması ile, siyasi beklentileri karşılanmazsa koşulsuz destek vermeyeceklerini zaten çok önceden açıklamıştı. BDP’nin taleplerinin gerçekçi olup, olmadığı tartışılır, ancak, kendi siyasal değerlendirmelerini, iktidarın projesiyle uyumlu hale getirmek gibi bir mecburiyetleri olmadığı, böyle bir beklentinin düpedüz dayatma olduğu gerçeğinin anlaşılması lazım.
Diğer taraftan, Türkiye’de sorunu, ‘statüko’ ve ‘değişim’ taraftarlarının mücadelesi olarak görmek/göstermek siyasi bir körlükten başka bir şey değil. Aslında, söz konusu olan, iktidar partisinin öngördüğü ‘değişim’ ve ona farklı nedenlerle karşı çıkanlar. Bu farklılıkları görmezden gelip, iktidarın öngördüğü değişime karşı çıkan her itirazı aynı kefeye koymak, en hafif deyimle haksızlık ve bunun ötesinde, istediği kadar demokratlık adına olsun, ‘farklılıklara tahammülsüzlük’!
Anayasa paketi söz konusu olduğunda, mevcut pakete, CHP ve MHP ile BDP’nin itirazları tamamen farklı nedenlerden kaynaklanıyor. Bunu görmezden gelmek, paketi dayatmak adına yapılan ucuz bir kurnazlıktan başka anlam taşımıyor. İkincisi, olayın, ‘parti kapatma mağduru bir partinin, parti kapatmayı zorlaştıran bir maddeye destek vermemesi’ diye takdim edilmesi, yine aynı türden bir aldatmaca.
Doğrusu, gerçekten de, ‘parti kapatmanın zorlaştırılması’, Türkiye’de siyasetin önünün
açılması açısından en önemli adımlardan biri olmalı. Ancak bu haliyle değil! Mevcut değişiklik önerisi, BDP gibi bir partiyi milliyetçi bir koalisyon tehdidine karşı korumuyor. Meclis dışında kalan siyasal partileri tümüyle korunmasız bırakıyordu. Anayasa değişikliği paketine karşı imza veren grubun bir üyesi olarak, bizim itirazlarımızın da, farklı çerçevede bir düzenleme olduğunu hatırlatmak istiyorum.
İktidar partisi ve ‘demokratlık’ adına onu destekleyenlerin, her sorun karşısında, suçlamak, yaftalamak ve böylece kafalarını giderek daha fazla kuma sokmak yerine, Türkiye’de siyasal süreci daha serinkanlı değerlendirip sahici bir çıkış yolu üzerine kafa yormalarının zamanı geldi de, geçiyor.
Buna karşın, Cumhuriyetçi, milliyetçi muhalefetin, iktidar partisi içinden ses vermeye başlayan milliyetçi tepkilere de yaslanarak, Türkiye’nin Kürt meselesi konusundaki sorunlarını görmezden gelmeye devam etmesi de, BDP’nin, Kürt meselesinin çözümünün demokratik siyasal süreç içinde zora girdiği noktada, şiddet eylemlerinin devreye girmesinin, hepimizi çok daha vahim bir noktaya taşıyacağı gerçeğini ciddiyetle dikkate alması gerekiyor. Kısacası, herkesin, başı sıkıştığında kafasını soktuğu kumdan çukurları derinleştirmek yerine, bir an önce başını kumdan çıkarması gerekiyor.
Son olarak, 8. maddenin Meclis’ten geçmemesi, hiçbir şekilde AKP’ye karşı yeni bir kapatma davası ihtimaline ön vermemeli. Siyasal partiler ve onların dışındaki tüm demokrat çevrelere, bu türden bir siyasal krizin sonuna kadar önüne çıkmak düşüyor. Anayasa değişikliği paketine itiraz eden bildiriye imza atan grup olarak, ilk yapmayı düşündüğümüz şey, AKP’ye yönelik bir kapatma davasına karşı, kamuoyu oluşturmak için elimizden geleni yapmak.
Radikal