Çernobil’de 1986’da yaşanan nükleer felaketten bölgeden ayrılmak zorunda kalan yüzbinlerce kişiden geri dönenler oldu. Aradan geçen zamanda ne olursa olsun doğup büyüdükleri topraklara tekrar yerleşenlerin sayısı 1200’ü buldu. Şu an yaklaşık 100 kişinin yaşadığı bölgede hayatlarını sürdüren 3 yaşlı kadının hikayesini ise gazeteci Holly Morris belgeseline konu etti. Çernobil’in Babuşkaları, bölgeden bahsederken yaşanan felaketten başka bir şeyden, büyük bir sevgi ve kararlılıktan söz edilebileceğinin de kanıtı.
Ukrayna’nın küçük bir köyünde bir arada yaşayan üç kadın hayatlarının en güzel dönemini yaşadıklarını söylüyorlar. Pişirdikleri yemekleri paylaşıp, vefat etmiş kocalarının onlara bıraktığı pek de duygusal olmayan mirası bir arada sırtlayan bu üç kadın, şarkı söylüyor, dans ediyor ve bol bol içki içiyor. Üç yaşlı kadının hikayesi bu haliyle bile oldukça çarpıcıyken, istedikleri bu hayatı dünyanın en toksik bölgelerinden birinde yaşıyor olmaları hikayelerini daha da ilginç kılıyor: bu üç yaşlı kadın doğup büyüdükleri, felaketten sonra terk etmek zorunda kaldıkları ama sonra geri döndükleri Çernobil ’de yaşıyorlar.
Holly Morris ‘in Çernobil’in Babuşkaları isimli belgeseli ağırlıklı olarak bu üç kadının hayatına odaklanıyor. 1986’da dört numaralı reaktörün patlamasından sonra açığa çıkan çok büyük miktardaki radyoaktif madde yüzünden yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalan yüzbinlerce kişi arasında geriye dönen bu kadınlar, bölgede yaşayan 100 kişiden üç tanesi.
Belgeselin yapımcısı ve yönetmeni olan Morris’in, Çernobil’deki felaketin 25. yılında bölgeye gittiğinde, tehlikeli bölge olarak işaretlenmiş alanın içindeki evlerden birinin bacasından çıkan dumanı fark edip, evi ziyaret etmeye karar vermiş. Evde bölgedeki toksik suları içen ve bölgedeki zehirli topraktan yetiştirdikleriyle beslenen bu kadınlar tanışınca, hayatlarını araştırmaya karar vermiş. Morris, New York Times’ın Women in the World kanalıyla yaptığı bir röportajda belgeseli çekmek için isteğini, ‘Elimi çabuk tutmam gerektiğini hissettim, çünkü radyasyondan ya da başka bir sebepten, bu kadınlar oldukça yaşlıydı. Hikayelerini onlar ölmeden önce anlatmak oldukça önemliydi’ diyerek belirtmiş.
Belgesele konu olan yalnızca ‘babuşkalar’ değil elbette. Bölgede yaşayan vahşi hayvanlar, memurlar, araştırmacılar ve olup biteni daha iyi anlayabilmek için izinsiz olarak bölgeye girenler de filme konu edilmiş.
Belgeselde hayatları işlenen Hanna, Maria ve Valentyna isimli üç yaşlı kadın da Çernobil’de büyümüş, kardeşleri, aileleri Çernobil’in topraklarına gömülmüş. Bu üç kadın için köklerini saldıkları Çernobil’den uzaklaşmaları hiçbir zaman kolay olmamış. Valentyna silah zoru ile bile olsa Çernobil’den asla ayrılmayacağını anlatırken, Maria Çernobil’den ayrılmak zorunda kaldığı dönemden gözyaşlarına boğulmadan bahsedemiyor. Hatta geri döndüğünde yaptığı ilk şeyin yerden bir avuç toprak alıp, ağzına götürüp bir daha Çernobil’den ayrılmayacağına yemin ettiğini söylüyor.
Bu üç kadın hayatları boyunca tanıklık ettikleri, Ukrayna’nın Stalin döneminde maruz bırakıldığı yapay kıtlık ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi istilasını atlattıktan sonra radyasyon gibi bir sebepten ötürü Çernobil’i asla bırakmayacaklarını söylüyorlar. Hanna bunu tek bir cümleyle özetliyor hatta, ‘ Radyasyon beni korkutmuyor, ama açlık korkutuyor.’
Bu üç kadının içindeki anayurt sevgisi elbette bölgedeki radyasyonun onları etkilemesine engel olmuyor. Aralarında radyasyonun en bilinen etkilerinden tiroit kanserine yakalananlar da var, radyasyon zehirlenmesi yaşayanlar da. Bölgenin hayattan tamamen izole halde olması belki de onları yakın sürede etkileyecek en büyük tehdit. Zira kışın bölgeye dışarıdan ulaşmak mümkün değil ve orada vahşi hayvanlar da babuşkalar için bir risk oluşturuyor.
Peki Ukrayna hükümeti bu bölgede yaşamalarına nasıl izin veriyor? Bunun birkaç sebebi var. Kadınların doğurganlık yaşını geçmiş olmaları ve bu yüzden radyasyondan kaynaklanabilecek problemleri bir kuşak sonrasına aktaramayacak olmaları bunlardan biri.
Belgeselin yapımcısı Morris, Çernobil bölgesinde yaşayan bu kadınların radyasyonun tehlikesinin farkında olduklarını ancak hayatlarını onları mutlu eden bir yerde bitirmek istediklerini söylüyor ve Çernobil’i terk etmek zorunda kalmış olmanın onların yaşattığı travmanın altını çiziyor. Ayrıca Çernobil’den ayrılmak zorunda kalanlar arasında yüksek seviyede stres ve alkol tüketimi olduğunu belirtip, babuşkaların bunları yaşamadığını aktarıyor.
Morris bunlara ek olarak bu kadınların mizah anlayışının onu şaşırttığını da söylüyor. ‘Çernobil ile ilgili bir şey anlatılırken bu şekilde olacağını tahmin edemezsiniz’ diyen yönetmen bölgedeki sefalete rağmen kadınların ruh halinin oldukça pozitif olduğunu da söylüyor. Morris’in ortaya koyduğu gibi, Çernobil ile ilgili anlatılacak tek şey kaza ve radyasyon olmayabilir. ‘Bu bir yuva hikayesi. Yuvanın yatıştırıcı gücüyle ilgili.’