Mavi Marmara olayını bir arkadaşımın telefonu sayesinde öğrenebildim. Kasabadan bir tamirci getirip, antenimi hizalattım da ancak o zaman başbakanımızın o unutulmaz konuşmasını defalarca dinleyebildim. Açılıp açılıp vuruyor, vurduğu yerden toz kaldırıyordu. Bu atmosferden kurtulmam, birkaç günüme mal oldu.
Çocukluk günlerimden birinde, bir kamyonun kasasında kasabaya doğru gidiyordum. Kasada başka köylüler de vardı. Sırtına sardığı torbayı kasaya indirmeyen birine, “Kamyona ağırlık yapmasın diye yükünü indirmiyor.” diye çattıktan sonra bir hikâye anlattılar:
Kasabanın yaşlı semercisi vefat eder. Bunu duyan atlar ve eşekler çok sevinir, koşar, zıplarlar. Nihayet sevinçleri tamam olunca, yaşlı bir atın kenarda düşünceli halini fark edip sorarlar. Yaşlı at şöyle cevap verir: “Sevinmeyin, asıl şimdi üzülün! Koca kasaba semercisiz kalmaz. Oraya acemi bir semerci oturturlar, yaptığı semerler sırtımıza vurur, yara eder. Oysa eski semerci ortopedik semer yapıyordu.”
Başbakanın konuşması sonrasında kendimi toparlayınca ben de o yaşlı at gibi düşüncelere daldım ve kendime bazı sorular sordum:
Türkiye İsrail’e ne yapabilir? Bir zarar verebilir mi?
Başbakanımız orduya talimat verebilir mi? Ordu bu talimatı yerine getirir mi?
Türkiye “Yerin kulağı var” korusunu yenip, mesela -ağzımdan yel alsın- Hamas’a silah gönderebilir mi?
İsrail’in zarar göreceği bu ve benzer hamleler üzerine düşündüm: “Türkiye bu şartlarda hiçbir şey yapamaz. İstihbaratı olmayan bir ülke ne yapabilir ki? Sırlarından hiç birini gizleyemediğin ama hiçbir sırrını bilmediğin bir ülkeye karşı ne yapabilirsin ki?” “Ama uluslararası zeminlerde Türkiye, İsrail’i rahatsız edemez mi?” diye sordular? Gülmem tuttu da bu soruya bir türlü cevap veremedim.
Gerçekten de İsrail Türkiye’nin hiçbir şartını yerine getirmedi. Mesela özür dilemedi. Peki, İsrail Türkiye’den özür diler mi? Diler. Diler ama eski suçuna karşılık olarak değil, koparacağı daha büyük bir tavize peşinat olarak. Bu konuyu takip ediyorum. Özür dilerse Türkiye’den hangi tavizleri kopardığını hemen anlarım.
Şimdi artık geçmişe dönüp düşünmeliyim. Ak partinin iktidar günlerinden yakın zamanlara kadar, Türkiye’yi İslam dünyasında parlatan olayların arka planında ne var? Sayın Davutoğlu, “Filistinlilerin ezilmesine izin vermeyiz!” mealinde bir açıklamada bulunmamış mıydı? Yine Türkiye, Gazze’ye küçük sanayi sitesi mi yapmak istiyordu? Nasıl ve neden acaba? Belki de Gazze’ye sanayi sitesi yapılması için A.B.D, İsrail’i şöyle ikna etmiştir: “İşsiz adamlar terör yapar. Karınları doysun ki sana zarar vermesinler.”
Bu ve benzer soruların tek bir cevabı var: “Sahte düşman üreterek gerçek düşmanın itibarını gölgelemek, İsrail düşmanlığından doğan itibar pastasını İran’ın tek başına yemesine izin vermemek.”
Sonra öğrendim ki, meğer Mavi Marmara’nın her dakikasından Başkan Obama’nın haberi varmış. Şu işe bak! Amerika ile bir olup, İsrail’e haddini bildirmek!
Türkiye sahte karizmasını, Suriye’deki tutumu nedeniyle erken harcadı. Bundan sonra kimse Türkiye’nin İsrail düşmanlığına inanmaz.
İran, pasta tek başına kendisine kaldı diye şimdi mutlumudur acaba? Yoksa onlar da benim bir zamanlar sandığım gibi, “Erdoğan, İran’la birlikte, İsrail’e haddini bildirecek.” sanmışlar mıdır?
“One minute!” olayına, “Tepkileri önceden hesaplanmış bir komplo” diyesim geliyor; ama şimdilik bu kadarı yeter.