23-24 Kasım 2010 tarihlerinde Lizbon’da gerçekleştirilen NATO toplantılarında yeni stratejik savunma konseptinin belirlenmesiyle NATO’nun derin kimlik krizinden kurtulduğunu düşünebiliriz. 2003’teki İstanbul toplantısında “teröre karşı savaş” adı altında kuş diliyle İslam ülkelerine karşı tavır alan NATO, kimlik krizini dindiremeyen bu konseptten Lizbon toplantısında vazgeçti yahut diğer bir ifadeyle, “teröre karşı savaş” isimlendirmesiyle muğlak bıraktığı kimlik tanımını füze savunma sistemi ile somutlaştırarak savunma stratejisini “Avrupa’nın doğusundan gelecek tehdit” üzerine kurdu ve böylelikle başlattığı yeni soğuk savaşla derin bir nefes aldı. Çünkü 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD ve Sovyetler Birliği ya da NATO ve Varşova Paktı askeri ve ekonomik sistemlerinden oluşan ikili yapının bozularak “tek kutuplu dünya”ya geçilmesi, uluslararası siyasette ABD’yi olduğu kadar NATO’yu da kimlik krizine sokmuştu. ABD yönetimi, biraz da bu krizi aşmanın yolu olarak 2001’de Afganistan’a, 2003’te de Irak’a saldırmakla aslında sorunu daha da derinleştirmiş oldu. Her ne kadar bu saldırılarında “koalisyon” adı altında ortaklık yapıları kurduysa da ve NATO’yu işin içine sokmak için gayret gösterdiyse de hiçbir girişim NATO’nun varoluş nedeni konusunda açıklayıcı olamadı.
NATO, iki binli yıllar boyunca varoluşunu anlamlandıramamış bir askeri ittifak sıfatıyla yola devam etmeye çalıştı. Lizbon’da Avrupa’nın doğusundan gelecek tehdide karşı önlem almayı stratejik savunma konsepti yaptığında, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun doğru tespit ettiği gibi (ama buna rağmen gidip altına imzayı bastı!) yeni bir soğuk savaş başlatan NATO, eski soğuk savaşın tüm gerek ve sonuçlarını ihya edecek olması bakımından artık varoluşuna anlam kazandırmakta zorlanmayacaktır. İki binli yılların başında “teröre karşı savaş” denilerek sadece askeri seçeneğe vurgu yapan NATO konsepti, Lizbon toplantısından itibaren bundan böyle sivil alanda da faaliyetler organize edebilir hale geldi. NATO’nun sadece askeri bir ittifak olmadığını, sivil alanda da yoğun faaliyetlerde bulunarak ittifaka üye ülkelerde eğitim, halkla ilişkiler, psikolojik harekât, gayri nizami savaş gibi alanlarda da çalışmalar yürüttüğünü, bu çalışmaların kurumsal ve örgütsel yapılarını kurduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Gladyo ve Ergenekon işte böyle bir NATO faaliyetinin ürünü yeraltı örgütleridir.
Lizbon toplantılarında “füze savunma sistemi”nin gündemin birinci ve aslında tek maddesinde İran ve diğer doğuların hedef alınmasıyla yeni bir soğuk savaş başlamış oldu. Her ne kadar medyada, Türkiye’nin kendi şartlarını kabul ettirerek füze kalkanına onay verdiği yazıldıysa da “Türkiye’nin şartları” denilen şeyin dişe dokunur tek maddesinin konsept metninde İran’ın adının açıkça yazılmamış olması sayıldığını unutmayalım. Fakat ABD Başkanı Obama ve diğer batılı liderler toplantının hemen sonrasında İran’ı telaffuz ederek metni şerh etmiş oldular.
Eğer Türkiye, stratejik konsept metninde hedef ülkenin adını yazdırmamakla bir kazanım elde ettiyse bu liderlerin İran’ı açıkça telaffuz etmelerine karşı açıklama yapıp ABD öyle söylese de İran’ın hedef olmadığını dile getirebildi mi? Yapamadı! Çünkü Türkiye, iç kamuoyu ve komşularına yönelik halkla ilişkiler çabasını kurtarmaktan başka hiçbir şeye gücü yetmeyeceğini gayet iyi biliyordu. Öte yandan batılılar da Türkiye’nin “merkez ülke” imajını koruyabilmesi için bu halkla ilişkilere yardımcı olmaktan başka bir rol üstlenmiyorlar.
Yeni NATO, Lizbon toplantısıyla nihayet kimlik krizinden kurtulmuş oldu. Artık elinde kapı gibi bir soğuk savaş belgesi var ve zaman içinde bu stratejik karara göre yapılanmasını geliştirecek, evrilecek. Eski NATO’daki bütün kurumsal kimliğin bu kez yeni NATO’da tekrarlanacağını tahmin etmek hiç zor değil. Yani eski Gladyo’nun yerine yenisi, eski Ergenekon’un yerine yenisi geçebilir. Çünkü NATO sadece askeri ittifak değildir ve hedef alınan karşı kutba karşı halkla ilişkiler, sivil faaliyetler ve hatta devlet dışı/gayri nizami silahlı örgütlenmelerle iş görür. Eski NATO böyle değil miydi? Komünizme karşı sadece askeri ittifak değil, buna paralel ve eşzamanlı yan organizasyonlarla da mücadele edilmiyor muydu? Komünizmle mücadele dernekleri bu çerçevede destekleniyordu mesela. Yahut Mehmet Şevket Eygi gibi milliyetçilerin, Amerikan 6. filosunun İstanbul’u adeta işgal edercesine Boğaz’a girmesi ve bu toprakların namusuna tasallut etmesine karşı gösteri düzenleyen sosyalist gençlerin üzerine milliyetçi-muhafazakâr gençleri sürmesi ve benzeri faaliyetler hep eski NATO’nun halkla ilişkiler ve gayri nizami harekâtı kapsamındaydı. Eski NATO döneminde bu yana faaliyet ve organizasyonların insan kaynağı milliyetçi kesimlerden devşiriliyordu.
Şimdi yeni NATO’da hedef ülke İran’dır ve Amerikan menfaatlerini tehdit eden tüm anlayış, devlet, örgüt ve eğilimler NATO’nun tehdit algısı içinde yer alacaktır. Yeni NATO’nun Türkiye’deki insan kaynağının eskiden olduğu gibi yine milliyetçi-muhafazakâr kesimden devşirilmesi konusunda büyük istek ve heves olduğunu görebiliyoruz. Fakat bugünkü MHP ve milliyetçi kesim, ABD’nin gayri nizami savaş yöntemlerinde araç olmayacak bilince ulaşmış görünüyor. Hatta Lizbon toplantılarından sonra MHP çevresinden seslendirilen analizlerde, yeni NATO’nun başlatmak istediği soğuk savaşta Türkiye’nin parçalanması ve bölünmesi için gizli bir ajanda olduğu açıkça dile getirildi. AB yetkililerinin NATO’nun soğuk savaş sonrası misyonları arasında “ulus kurmak”ı da saydığını hatırlarsak MHP yönetiminin analizlerinin haklılığı teslim edilmelidir. Keza, ulusalcı ve laik çevrelerde de ABD’nin diğer batılı ülkelerin emperyalist amaçlarına yönelik ciddi bir tepki ve duyarlılık oluşmuştur ve bu kesimleri yeni NATO’nun İran, İslam ve doğunun diğer güçlerine karşı gayri nizami savaşın neferi yapmak o kadar kolay gözükmemektedir.
Hal böyle olunca yeni NATO’nun gayri nizami savaş ve halkla ilişkiler faaliyeti için tek kaynak, AK Parti iktidarının etrafında toplanmış muhafazakâr kesimdir. Bazı odakların bu kesim üzerinde yürüttüğü psikolojik savaşta İran ve Şiilik karşıtı hissiyatın kışkırtılmasına yönelik çabaları bu nedenle dikkatle takip edilmelidir. Eğer bu karanlık odaklar çalışmalarında başarılı olur da muhafazakâr çevreyi İran ve Şiilik karşıtı örgütlü gövdeye dönüştürebilirse NATO’nun amacına ulaştığını düşüneceğiz. Dolayısıyla da yeni NATO döneminde eğer ortaya bir “İslamî Ergenekon” çıkarsa buna şaşırmayacağız.
Yeni NATO, eski NATO’nun eski soğuk savaş döneminde yürüttüğü faaliyetler ve ortaya çıkardığı legal ve illegal bütün kurumlarıyla yeniden hortlamasından başka bir şey değildir. Muhafazakâr kesim, iktidar değişimini yapısal bir değişim olmaktan çok personel değişimi olarak anladığından yeni NATO’nun soğuk savaş operasyonunda rol almaya kolay ikna edilebilecek gibi gözüküyor. Bu görüşümüzde yanılmanın Türkiye’nin menfaatine olacağı notunu düşmeyi ihmal etmeyelim.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Lizbon’da yaptığı açıklamada (Batıya dönük konuştuğu izlenimi yaratıp) “Eksen kayması iddiasıyla Türkiye üzerinde örgütlü psikolojik operasyon yürütüldüğü” uyarısını yapması, gerçekte muhafazakârlara, iktidarla birlikte yeni NATO’nun yeni soğuk savaşında yer almaları gerektiğini hatırlatmış bile olabilir. Nitekim muhafazakârlar arasından bazı yazarlar, ulusalcılar ve laiklerin NATO’cu olup AK Parti iktidarını devirmeye niyetlendiklerine dikkat çekerek iktidarı destekleyen çevreleri açıkça NATO’nun gayri nizami harp sisteminde asker olmaya teşvik ediyorlar. Gerçi muhafazakârlar bu mesaja zaten hazırdı. 2006’da “yeni NATO” konulu bir haber-program hazırlayan TVNet televizyon kanalının eski İslamcı yapımcısı, yeni NATO’ya ve muhafazakârlardan beklenen role ilişkin burada sıraladığım görüşlerimi anlattığım kaydı programında yayınlamamıştı. Üzülerek belirtmek gerekir ki eski İslamcıların ve muhafazakârların zihin dünyası, yeni NATO içindeki yeni role çoktan hazırdır, çünkü onlar için en önemli referans noktası iktidarın yerinde kalması ve bunun siyasi ve ekonomik nimetlerinden azami nemalanmayı sürdürebilmeleridir.
“İslami Ergenekon” fikrinin meşrulaşacağı olaylar, provokasyonlar ve gelişmelerin organize edilmesi NATO’nun öteden beri iyi başardığı operasyonlar arasındadır. Kurbağanın haşlanması örneğindeki gibi, muhafazakârlar, yavaşça ısınan koşullar kazanında haşlanıp yandıklarının farkına bile varamayacaklardır. Ama gelişmiş bilinçler ve basiretler gidişatı yerli yerine oturtabiliyorlar ve ikazlarını yapmaktan vazgeçmeyecekler. Bunun şimdilik elimizdeki tek imkân olduğunu hatırlatalım.