Yeryüzünde bir zamanlar varlığından dahi bahsedilemeyecek olan şirk olgusu (sahip olma- yönetme-üstünlük iddiası- bencillik vb.), eşitsizliklerin ortaya çıkması sonucu varolmuştur. Yani varoluşun özünde denge ve adalet vardı. Varlıkların tamamı ihtiyaç duydukları herşeye sahipti. Yeryüzü cennet idi, bu yüzden kanunlara da, devletlere de, peygamberlere de gerek yoktu. Tevhid varoluşun başlangıcından itibaren pratikte hayat bulmuş, varoluşun fıtratının gereği olarak kendiliğinden (müdahaleye ihtiyaç duymaksızın) varoluşun bütünselliğini yansıtmıştır. Bu birbiriyle uyumlu olan bütünsellik Kur’an-ı kerim’de açıklanan adem (insan) kıssasında cennet olarak ifade edilmiştir.
“Dedik ki: “Ey Adem! Sen ve eşin şu yemyeşil diyara yerleşin. Orada özgürce yaşayın, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” (2/35)
Şirk’in hayata müdahalesiyle birlikte her şeyin zıttıyla varolabilmesi ilkesi gereği daha önce ihtiyaç dahi duyulmayan mücadele kaçınılmaz olmuş, hak- batıl çatışması ortaya çıkmıştır. İnsanın bu günahı Tevhidin ilkelerini yeniden hayata geçirinceye dek sürecek olan çatışmanın pimini çekmiştir.