İnsanın kimliği ve özellikleri üzerine düşünmeye başladığımızda, insanların iki ana grupta toplandıklarını görüyoruz. Mana ve maddeden meydana gelme noktasında birbirine benzeyen insanlar, inanç ve düşünce ile bunlara bağlı davranışlar açısından farklılık gösterirler. Bu anlamda az önce de değindiğimiz gibi, iki farklı topluluğu oluşturan insanlar şu şekilde kesin çizgilerle birbirinden ayrılırlar: 1- Müminler/Müslümanlar, 2- İnkârcılar/Kâfirler… Bunlara iki tip insan da diyebiliriz. Bu gruplamayı bundan sonra “inananlar” ve “inanmayanlar” olarak anacağız. Bu konularda saatlerce, belki günlerce konuşulabilir ve sayfalarca makale, ciltlerce kitaplar yazılabilir. Ama biz sadece kendimiz konuşup düşüncelerimizi öne sürmeyeceğiz. Daha çok kesin ve somut delillere yer vereceğiz. Yani Kur’an-ı Kerim’den inanan ve inanmayan insanların özelliklerini ve davranışlarını anlatan ayetleri önümüze koyup okuyacağız. Kur’an ayetlerini okurken insanlar için gerçek anlamda örnek uygulamalarda bulunan Resullerin yaptıklarını da görmüş olacağız.
Kur’an-ı Kerim’de inanan insanların özellikleri ile ilgili pek çok ayet bulunmaktadır, işte onlardan bazıları: “Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar. Onlar ki barındırdılar ve yardım ettiler. İşte gerçek müminler onlardır. Onlar için bağış ve çok rızık vardır” (Enfal, 8: 74). “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülüğü engellersiniz. Ve Allah’a inanırsınız. Eğer kitap ehli inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu. Onlardan inananlar da var, ama çokları yoldan çıkmıştır” (Ali İmran, 3: 110). “Onlar ki, salâtı ikame ederler, zekâtı verirler ve onlar ahrete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rableri tarafından doğru bir yol üzerindedirler. Ve onlar umduklarına ereceklerdir” (Lokman, 31: 4, 5). “Size verilen şeyler dünya hayatının geçimidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve daha süreklidir. Şu kimseler içindir ki; inanıp Rab’lerine dayanırlar, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar, kızdıkları zaman affederler, Rab’lerinin çağrısına gelirler, salâtı ikame ederler, işleri aralarında danışma iledir, kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar, bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar”(Şura, 42: 36-39). “Felaha ulaştı o inananlar ki, onlar salâtlarında bilinçlidirler, boş şeylerden yüz çevirirler ve onlar zekât için kendileri ve zekâtları da faaliyettedirler. Ve onlar ırzlarını korurlar. Ancak kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları kimseler hariç, zaten onlar meşru eşleriyle olan ilişkilerinden ötürü kınanmazlar. Ama bunun ötesine gitmek isteyen olursa, işte onlar haddi aşanlardır. Ve inananlar emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Onlar salâtlarını korurlar, İşte varis olacak olanlar onlardır. Onlar Firdevs’e varis olacaklar ve orada ebedi kalacaklardır” (Müminun, 23: 1-11). “Onlar ki, Rablerine isyan etmekten titrerler, Rab’lerinin ayetlerine inanırlar, Rab’lerine ortak koşmazlar. Verdiklerini Rab’lerinin huzuruna dönecekler diye, kalpleri korku ile ürpererek verirler. İşte onlar hayır işlerinde yarışıyorlar ve onlar hayır için önde giderler” (Müminun, 23: 57-61). “Elif. Lâm. Mim! İşte o Kitap, kendisinde hiç şüphe yoktur. Muttakiler için yol göstericidir. Onlar ki gaibe inanıp salâtı ikame ederler. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar. Sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar, ahirete de kesinlikle inanırlar. İşte onlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve kurtulanlar da onlardır” (Bakara, 2: 1-6). “Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik odur ki, Allah’a, ahret gününe, meleklere, kitaba ve peygambere inandı, Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara mal verdi, salâtı ikame etti ve zekât verdi. Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler; işte doğru olanlar ve muttakiler de onlardır” (Bakara, 2: 177). “Onlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutkunurlar, insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever. Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak, hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar bilerek yaptıklarında ısrar etmezler” (Ali İmran, 3: 134,135). “İnananlar onlardır ki, Allah’a ve Resul’üne iman ettiler, sonra şüphe etmediler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaştılar. İşte doğru olanlar onlardır” (Hucurat, 49: 15). “Tövbe eden, ibadet eden, hamt eden, seyahat eden, rükû eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten men eden ve Allah’ın sınırlarını koruyan insanlardır. O inananları müjdele” (Tövbe, 9: 112). “ Muhammed Allah’ın elçisidir. O’nun yanında bulunanlar kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onların rükû ve secde ederek, Allah’ın lütuf ve rızasını aradığını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izlerinden nişanlar vardır. Onların Tevrat ve İncil’deki vasıfları şöyledir: Bir ekin gibidirler ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne dikildi. Ekincilerin hoşuna gider, onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir. Allah onlardan inanıp Salih amel işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.” (Fetih, 48: 29).
İnanmayan insanların özelliklerini anlatan ayetlerden bazıları; “İnkâr edenler, Allah yolundan men etmek için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da. …” (Enfal, 8: 36). “Suçlulardan sorarlar: “Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?” Derler ki: Biz salâtı ikame edenlerden olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Dalanlarla birlikte dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Sonunda bu halde iken ölüm bize gelip, çattı.”…” (Müddessir, 74/41-47). “Ey inananlar! Kendinizden başkasını kendinize dost edinmeyin. Onlar sizi bozmaktan geri durmazlar Size sıkıntı verecek şeyleri isterler. Onların ağızlarından öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gizledikleri kin ise daha büyüktür. İşte siz öyle kimselersiniz ki; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Kitabın hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman inandık derler. Kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. … Size bir iyilik dokunsa onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa ondan ötürü sevinirler. …” (Ali İmran, 3: 118-120). “İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. İnsanlardan kimi de var ki: “Allah’a ve ahret gününe inandık” derler. Oysa inanmamışlardır, Allah’ı ve inananları kandırmağa çalışmaktadırlar. Oysa yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar. Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemelerinden dolayı onlara acı bir azap vardır. Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” Dendiğinde, “biz sadece düzelticileriz” derler. İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanlardır, fakat anlamazlar. Onlara: “İnsanların inandığı gibi siz de inanın.” Dense, “yani, beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?” derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir. Fakat bilmezler.” (Bakara, 2: 6-13).
Kur’an bütünlüğü içinde örneklik teşkil etmesi bakımından tercih ettiğimiz ayetlerde inanan ve inanmayan insanların özelliklerine topluca baktığımızda açık bir şekilde şunu görüyoruz: inananlar ile inanmayanlar zıtlık dengesi üzerinde duruyorlar. Yani birbirlerinin tersinden simetriği gibiler. Bu işte böyle bir düzen var. Her şey üç ana konu etrafında dönüyor. Allah, Peygamber ve Ahiret! Daha kendi has terminolojik tabirle: Ulûhiyet-Nübüvvet-Ahiret inancı ya da inançsızlığı… Aslında insanlığın başlangıcından günümüze kadar olan inanç ve düşünce tarihi ve buna bağlı olarak siyaset ve ekonomi düzenleri de bu temel değerler üzerine oluşan kabullere göre şekillenmişlerdir. Bu kadim meseleyi burada bırakıp Rad Suresi özelinde söz konusu iki tip insanı irdelemeyi, değerli sosyolog ve yazar Kadir Canatan’ın bir yazısından yararlanarak sürdürmek istiyorum(*).
Rad Suresinin 18’nci ayetinde iki tip insan ve iki tip görme-düşünme ve bilme biçimi arasındaki fark çarpıcı bir soruyla ifade edilmiştir. “Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilmeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar.” Hem Allah’ın kevni kitabı olan kâinat, hem de vahyi kitabı olan Kur’an karşısında insanlar iki tutum sergilemektedir. Biri, Allah’ın(kevni ve vahyi) kitabı üzerinde inceden inceye düşünen, oradaki çarpıcı ayetleri ve göstergeleri anlayan, bundan sonuçlar çıkaran kişidir. Diğeri ise; Allah’ın kitabı üzerinde düşünmeden ve elinde bir veri olmadan aklına güvenen ya da kuru gözlemler yapan, ama gözleme dayanan verileri değerlendiremeyen insandır. Bu kişinin hali, ya tahılları öğütemeyen değirmenin ya da içine tahıl konulmadığı için birbirini yiyen değirmen taşlarının durumu gibidir. Gören, düşünen ve bilen insan Allah ile bir sözleşme yapar ve hayatını bu sözleşmeye göre düzenler. “Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır. Onlar, Allah’ın riayet edilmesini istediği emrettiği haklara riayet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır. Onlar Rablerinin rızasına ermek için sabreden, salâtı dosdoğru ikame eden, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır”(Rad, 13: 20-22). Diğerleri ise, ya sözleşme yapmamışlardır ya da yaptıkları sözleşmeyi bozmuşlardır. “Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri(akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lanet onlara, yurdun kötüsü(cehennem) de onlaradır”(Rad, 13: 25). Allah, insanlara umduklarını verir. Kişilerin sergiledikleri davranışlar belirli sonuçlar doğurur. Allah ile sözleşme yapması ya da yapmaması sonuca etki eder.