Milli Eğitim Bakanlığının “eğitim ortağı” Ensar Vakfının, Karaman’da, küçük yaştaki çocukları “Dini eğitim verme” amacıyla kullandığı “özel evler” ve “yurtlar”da görevlendirdiği öğretmen, resmi bilgilere göre 10, gayriresmi verilere göre, 8-10 yaşlarındaki 45 erkek çocuğu istismar ediyor.
Çocukların ailelerinin şikayeti üzerine istismarcı öğretmen tutuklanıyor, hakkında 600 yıla kadar varan ceza ile yargılanacağı belirtiliyor.
Bu iğrenç olay kamuoyunda infial uyandırıyor. Gerek Ensar Vakfının faaliyetleri ve Milli Eğitim Bakanlığı ile ilişkisi, gerekse yoksul ailelerin küçük çocuklarının “dini eğitim”i, onların özel evlere ve özel yurtlara çekilmesi, “Ne oluyor?”, “Hangi yetkiyle bir vakıf bu faaliyetleri yürütüyor?” soruları gündeme geliyor.
‘KALE’YE BAŞBAKAN DA GEÇTİ!
Burada beklenen Ensar Vakfının yöneticilerinin de sorgulanması; yaptığı faaliyetlerin incelenmesidir! Ama öyle olmuyor; tersine olayı ortaya çıkaranları suçlayan, “Paralel yapının darbe girişiminin devamı”na bağlayan, Ensar Vakfı ve onun faaliyetlerini öven bir “karşı kampanya” başlatılıyor.
Yandaş basında başlayan girişimler Aileden Sorumlu Bakan Ramazanoğlu’nun Ensar Vakfını savunup, “Bir kereden bir şey olmaz” demesiyle, tepkiler daha da büyüyor. Bu sefer ‘kale’ye Milli Eğitim Bakanı Avcı ve Başbakan Davutoğlu geçiyor; Ensar Vakfını ve faaliyetlerini eleştirenleri suçluyorlar; ama “O adam bir daha güneş yüzü görmeyecek”, “600 sene de az, idam edilmeli!” diyerek!
Henüz Cumhurbaşkanı “Eyy Ensar Vakfı üstünden din eğitimine karşı çıkan din düşmanları!” demeye başlamadı ama Davutoğlu’nun çıkışı da yetmezse, Erdoğan’ın da “kale”ye geçmesi uzak değildir.
ZARRAB’IN TUTUKLANMASI HÜKÜMETE DARBE GİRİŞİMİ Mİ?
17-25 Aralık soruşturmalarının 1 numaralı şüphelisi Reza Zerrab, ABD-Miami’de tutuklanıyor. Kara para aklamak, ABD’nin bankacılık sistemini dolandırmak, İran’a yaptırımları delmek gibi suçlardan 75 yıl hapsi isteniyor.
Ancak AKP iktidarına ve Cumhurbaşkanına yakın basın ile AA, önce Zarrab’ın tutuklandığını bile haber yapmaktan kaçınmış, sonrasında ise, işin ciddiyetini ve nerelere gidebileceğini görerek, “Zarrab’ın tutuklanmasını “Erdoğan’a yönelik Amerikan darbesi!” olarak göstermeye girişmiştir. Zarrab’ın ve iki suç ortağının iddianamesini hazırlayan ve bu tür davaların savcısı olarak ünlenen Savcı Preet Bharara’yı “Paralel yapının senatörlerinin adamı”; dolayısıyla paralel yapı emrindeki savcı olarak gösteren bir propagandaya sarıldılar.
‘AHLAKİ ÇÜRÜME’NİN SON AŞAMASI!
Karaman’da bir öğretmen küçük erkek çocuklara tacizden tutuklanıyor ama sorun bir anda Aile Bakanının, Mili Eğitim Bakanının ve Başbakanın sorunu haline geliyor. Yetmiyor olay Hükümete yönelik bir yıpratma kampanyasının, “Paralel yapının hükümet darbesinin uzantısı” olarak algılanıyor.
ABD’de bir İranlı ve sonradan T.C. vatandaşı, kara para aklamak, ABD bankalarını dolandırmak gibi suçlardan dolayı tutuklanıyor; bu şimdilik yandaş basında da olsa “Erdoğan’a Amerikan darbesi” olarak algılayan bir propagandaya dönüşüyor. ABD’li savcıları “paralel yapının savcısı”, senatörleri de “paralel yapının senatörleri” ilan ediyor. Süreç ilerledikçe bu iddiaların Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından da haykırılmaya başlandığını görmek sürpriz olmayacaktır.
İki tamamen kişisel ve tamamen adi vaka!
Üstelik de bu olaylar, küçük erek çocukları taciz ve dolandırıcılık, kara para aklama… gibi “Hiçbir dinin, hiçbir ahlakın, hiçbir inancın, kabul etmeyeceği tamamen adi vakalardır. Ama bu olaylar iktidara sahip güçlere, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıpratmak”, “Cumhurbaşkanına karşı darbe yapmak isteyen karanlık güçlerin girişimi” olarak görünüyor!
Gelinen aşamanın birbirine bağlı iki anlamı vardır:
1- Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin ülkedeki kurumları ne kadar politize ettiğini bunu vakıf faaliyetlerine, hatta en alt, örneğin öğretmen görevlendirmeye kadar götürdüğünü, dahası politizasyon despotik yönetim anlayışıyla da birleşerek bu alandaki faaliyetlere ya da kişilere yönelik eleştirilerin bile devlete, hükümete yönelik bir “yıpratma”, hatta hükümeti devirme faaliyeti olarak algılanmasına dayanak yapılanmaktadır.
2- Kişisel suçların bile devlet, hükümet faaliyeti olarak görülüp devletin, hükümetin, Cumhurbaşkanının korumasına alınması, bu ahlaksız ve adi faaliyetlerin eleştirilmesi, cezalandırılması, devleti-hükümeti yıkmak istemekle eş tutulması; sistemin çürüyüp kokuşmada artık son aşamaya gelindiğini göstermektedir. Ekonomik ve siyasi sistemdeki çürümenin bir taciz ya da kara para aklanmasının devlet ve hükümet tarafından korunmaya alınmaya başlanması ise bu yönetimin artık çürüdüğünü ve bir ucu tacizde öteki ucu uluslararası kara para aklayanların, dolandırıcıların siyasetine dönüştüğünü göstermektedir.
AHLAKİ ÇÜRÜME, SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜNE İŞARET EDER!
Tarih bize, sistemin; ekonomi ve siyaset alanındaki çözümsüzlüklerin kendisini ideolojide, ahlakta bir çürüme, yozlaşma, kokuşma olarak koyduğunu göstermektedir. Ahlaki çürüme, sistemi kaplamaya başladığında artık ne yolsuzluk, ne hırsızlık, ne kara para aklama, ne taciz ve tecavüz ahlaksız olarak görülür. Tam tersine bu suçları işleyenler el üstünde tutulmaya, işledikleri suçların üstü örtülmeye çalışılır.
Nuh Tufanı’nın, Hz. Lut’un Gazabı’nın nedeni ya da Roma’nın ve pek çok sonraki anlı şanlı imparatorlukların çöküşünün bir ahlaki çürüme, bir ahlaki krizle bir arada olması bir rastlantı değildir.
Bugün de dini referanslı bir ahlakçılığın bayraktarlığını yapan bir iktidarın, tacizciye yönelik eleştiriler ve kara para aklayıcısı bir madrabazın tutuklanmasını kendi hükümetlerini yıpratma ve “Hükümete yönelik darbe girişiminin devamı” görmesi, ahlaki alandaki çürümüşlüğün geldiği aşamayı göstermektedir.