Kemal Tahir’i bugün yeniden hatırlamak düşünce hayatımız açısından neye karşılık geliyor? Bu soru, elbette bir dönem etkili olmuş her aydın, her sanatçı için sorulabilir. Dahası yaşamakta olan, eser veren düşünürlerden kaçının yarına kalacak sözleri vardır? Kaç romancı, kaç şair, kaç düşünür yarınlara aktarılacak, hatırlanacak bir cümle kurabilmektedir?. Yarınlara dair cümle kuramayan düşünür sayılabilir mi? Reklam parıltıları arasında ünlü olan, kitapları çok satan popüler olan “soft-thinker” türündeki yazarlardan söz etmiyorum.
Kapağındaki “Türkiye’nin Ruhunu Arayan Aydın: Kemal Tahir” yazısı duran HECE’nin özel sayısını görünce zihnime hücum eden ilk sorular bunlar oldu. Şüphesiz Kemal Tahir, yarına dair cümle kurmak için gemisiyle yalçın kayalıklara doğru yelken açma cesaretini gösterebilmiş ender düşünürlerdendir.
Marksist-sosyalist gelenekten gelmesine karşın; bu ülkenin geleceğini, tercüme ideolojilerde aramayı beyhude bir çaba olarak görüyor; yerli düşünce ve gelenekle temas kurmaya çalışıyordu. Kabaca, sosyalizme tarihi köken arayarak Osmanlı deneyiminden yola çıkan yeni bir teori geliştirmeye çalıştı. Romanlarındaki tarih yorumu, Kemalist batıcılık ve tarih yorumuna karşı alternatif tez geliştirme çabası olarak okunabilir. Bu topraklarda neşvü nema bulan Osmanlı birikimini ve onun ruhunu keşfetmek için; içinden geldiği sosyalist çevrelerin de hışmını üzerine çekmeyi göze alabildi. Romanlarındaki alternatif tarih arayışı temelde yerli bir temele dayalı sosyalizm arayışı olması nedeniyle yalnızlaştırılmıştı.
Aslında Kemal Tahir’in yalnızlığının, bilhassa ilk dönem Cumhuriyet aydınlarının yalnızlığıyla benzeşen ve ayrılan tarafı var. Cumhuriyet aydınının “dünyanın en yalnız aydını” olması hasebiyle dünya görüşünün batıcı kökenleri nedeniyle Kemal Tahir de bu yalnızlıktan payına düşeni almıştır. Toplumun değerlerinden, kültüründen, tarihinden kopuktur bu aydın tipi. Kendi seçkinci mutlu çevresinden çıktığında bir anda tenhalaşır, yapayalnız kalır. Toplumunun sesi değildir Cumhuriyet aydını.
Kemal Tahir’in yaşadığı bir deneyim hem bireysel hem de içinde bulunduğu çevrenin varoluşsal sorunuyla yüz yüze gelmesinin yakıcı örneğidir. Daha önce naklettiğim olayı Ayşe Şasa’ dan dinledim.
Kemal Tahir hapiste iken; cezaevi yönetimi ondan, bir idam mahkumunun yanına varıp, ölmeden önce onunla hoşça sohbet etmesini ister. Yanına vardığı idam mahkumunun iki rekat namaz kılmasını izler. Sonra birkaç cümleden ileriye götüremez sohbeti. Adeta tutulur, sessizliğe mahkum olur ve şöyle der: “Bu dünyada söylenecek her söz geleceğe ilişkindir. Yarını olmayan, birkaç saat sonra ölecek olan bir idam mahkumuna söyleyecek hiçbir sözümün olmadığını anladım ve hücreyi terk ettim.”
Bu olayın Kemal Tahir’in iç dünyasında nasıl bir sarsıntıya neden oldu bunu tam anlamıyla bilmemiz mümkün değil. Materyalist bir dünya görüşünün sahibi olarak; ölmekte olan birine teselli babında ne söyleyebilirdi? Bu sorunun aslında onu, ‘ben ve ötesi’ gibi temel bir soru ile yüzleşmeye zorlamış olduğu muhakkak. Ölüm, öte, hayat, varlık varoluşa dair her ne varsa birkaç dakika sonra yok olacak mıydı?
Yarına dair bir şeyler söyleyebilmek için düne ait olanı kavramak gerekirdi. İnsanın, dününü, yaratılışını kavramadan yarını hakkında ne söylenebilirdi. Dahası, öte inancı olmayan bir materyalist, ahiret inancı olmayan biri ölüm hakkında ne söyleyebilirdi?.
Bu soruların, Kemal Tahir’in daha sonraki olgunluk döneminde kafasını kurcaladığına dair işaretler yok değil. Temelde toplumsal kurtuluş peşindeki sosyalist bir aydın için Osmanlı birikimine yaklaşımı, sosyalizme tarihsel temel arayışı olarak öne çıktı. Kemalist batıcılığın kurguladığı resmi tarihi sorgulayarak ve alternatif bir yaklkaşımla Osmanlıyı dikkate alan yeni bir tarih tezi geliştirmeye çalışıyordu. Bu yönü bile, tipik batıcı aydın özellikleri taşıyan sosyalist arkadaşlarınca mahkum edilmesine yetecekti.
Bir yanda Cumhuriyetin resmi aydınları ile mücadele ederken diğer tarafta batıcıların Sosyalist-Marksist kanadı da Kemal Tahir’e cephe alacaktı. Ayakları yere basan, yerli bir düşünce geliştirmeyi yani yüzlerce yıl bu topraklarda gelişen kültür birikiminin sosyalizme temel oluşturacağını düşünüyordu. Osmanlı ve yerli düşünce ile ilişkisi batıcı Kemalistlerden farksız olan Türk solunun, sosyalistlerinin Kemal Tahir’i dışlamaları kaçınılmazdı.
Ancak onun ve benzeri aydınların temel sorunu; bu ülkenin geleceğini sadece üretim biçimleri ve toplumsallık temelinden öteye götürememiş olmalarıdır. Osmanlı deneyimi siyasal ve toplumsal olarak bu topraklara ait bir kültürün ürünü olsa da, temelde insan tekine dair inanç, Allah inancı göz ardı edilerek anlaşılamazdı.
İdam mahkumuna hiçbir şey söyleyemeyen bir aydın, aslında toplumuna da söyleyecek bir şeyi kalmamış; yarına dair bir cümle kurmaktan mahrum demektir.
Yeni Şafak