ŞENAL SARIHAN
Avukat, CHP Ankara Milletvekili
15 temmuz ardından sokaklarda yankılanan “ idam isteriz” çığlıklarına hukuki yanıtlar vermeyeceğim. Bu çok söylendi. Yaşadığım iki olayı okuyucularımla paylaşmak istedim sadece….
12 Eylül günlerindeyiz. 4. Kolordu Sıkıyönetim Komutanlığı’na bağlı 1-2-3 Nolu Mahkemeler A-B-C-D diye adlandırılmış olan Askeri Cezaevleri, Mamak’ta, Samsun Asfaltı üzerinde bulunuyor. Sabahın erken saatlerinde hem duruşmalar, hem de cezaevi ziyaretleri nedeni ile kapı önünde büyük insan kalabalıkları bulunuyor. Bazıları, 90 günlük gözaltılardan cezaevlerine yeni gelmiş olan yakınlarını görebilecek olmanın, bazıları ise duruşma salonunda arkadan ve uzaktan da olsa onlarca sanık arasından kendi yakınlarına el sallayabilme şansı yakalayabilme umudunun buruk “ sevinci” ile biran önce arama noktasını geçip, onları taşıyacak olan belediye otobüslerine ulaşmaya çalışıyorlar. Biz avukatlar da görev yapma telaşı içindeyiz. Belki bir tahliye yakalayabilir ya da tutuksuz yargılama haberi alarak işe yaramışlık duygusu ile evlerimize gidip, kendi çocuklarımızı kucaklarken küçük bir rahatlama duygusu yaşayabiliriz umudundayız. Bu bir sabah fotoğrafı. Her sabah gibi umuda da yüklü.
7 Ekim 1980… Böyle bir günün akşamındayız. Gecenin geç saatlerine ulaşmış bir duruşmanın ardından otobüsün tek yolcusu olarak kapıya dönüyorum. Giriş kartımı teslim ederken, kapıdaki bayan polis, “Avukat Hanım” diyor. “Kapıda ağlayarak bekleyen Mustafa Pehlivanoğlu’nun annesi. Her çıkana ‘Oğlumla ilgili bir haber var mı?’ diye soruyor. Ona vereceğiniz bir haber yoktur biliyorum ama onu rahatlatacak bir şey söyleyin. Saatlerdir bu kapıda adeta kuş gibi çırpınıyor. Yüreğime taş gibi bir şey oturuyor. Pehlivanoğlu ülkücü sanık. Avukatı değilim. Ancak basın, hergün ona verilmiş idam cezasına ilişkin haberleri veriyor. Cezasının onaylandığını da biliyorum. Avukatı, infazı engellemek için yol arıyor. Bu anneye ne diyebilirim? Kapıya çıkıyorum. Koyu bir gece …Önce Onu görmüyorum. Minibüs beklemek için ilerlerken “Avukat Kızım” diye bir ses duyuyorum. Ses mi inilti mi? Ona dönüyorum. Beklenen soru geliyor. Birşeyler geveliyorum. Sanki yüzü geceye dönmüş. Acının bir insanın yüzünü nasıl değiştirdiğini, gözlerinin ferini nasıl yok ettiğini hiç gördünüz mü? Ağlamaya başlıyorum. Benim henüz tek çocuğum var. Dört gün önce bir yaşına girdi. Bir yaşında. Ona başkalarının kıymasına nasıl izin veririm? Nasıl dayanırım? Bir yıllık emeğime. Mustafa koca bir delikanlıdır. İçim yanıyor…Omzuna sarılıp onunla tratuvara çöküyorum. “Umut” olacak sözler ediyorum. O yapayalnız Mamak Asfaltında bekleyen anaya, babasını, diğer yakınlarını sormaya cesaret edemiyorum. Öğreniyorum ki kimseden habersiz gelmiş buraya…Birkaç minibüs geçiyor. Onu eve dönmeye ikna edemiyorum. “Sen git” diyor. Çaresiz gidiyorum…Mustafa o gece infaz edildi…
İdam ceza mı? Bir infaz yolu mu? Kamu vicdanı idamı onaylar mı? Hele analar? Çocukları hangi suçu işlerse işlesin. Suçluyu öldürerek suçlardan korunabilir misiniz? İnfaz Sistemi, hukukun bir parçası ise insani olmak zorunda değil mi? Şimdi sokaklarda “idam cezası geri gelsin” diye bağıran ya da bağırtılanlar, bu cezanın infaz sistemimizden çıkarılması için verdiğimiz mücadeleyi biliyorlar mı? İnsan hakları sözleşmeleri, neden devletlerin infaz sistemlerinden idamın çıkarılması için protokoller imzalıyorlar?
Bu sorulara yanıt olabilecek başka bir olayı anlatmak isterim. Yine Sıkıyönetim Mahkemesi, yine Mamak… İki sol grup arasında yaşanan bir çatışma sonucu gençlerden biri yaşamını yitirdi. Davada müdahil avukatım. Yani öldürülen gencin ailesini temsil ediyorum. Savcı, sanığın adam öldürme suçunun sabit olduğunu ve idamla cezalandırılmasını istiyor. İdam cezasına karşıyım. Bu isteğe nasıl katılacağım? Temsil ettiğim aile, kendi acılarını hafifletecek en ağır ceza ister biliyorum. Ne yapmalıyım? Esas hakkındaki savunmamı anne ve babaya okutuyorum. Herşeyi yazdım. İstediğimiz ceza dışında. Anne bana soruyor: “Sonuç kısmını boş bırakmışsınız. “ diyor. Yüzüne bakıp susuyorum. üç yıldır süren dava nedeni ile beni yakından tanıyor. “Boş Kalsın.” diyor. “Sen bu kadarını anlat, cezayı ben söylerim.” Üzerimden bir yük kalkmış gibi oluyor. Duruşma günündeyiz. Dilekçemi sunuyor ve anlatıyorum. Ceza maddesi olarak söylediğim bir şey yok. Anne ve baba hemen yanımdalar. Yargıç onlara dönüyor: “Bir şey diyor musunuz? diye soruyor. Annenin hançeresinden yükselen sesi tanımlamam mümkün değil. Ses salonda çınlıyor. İşaret parmağını kuvvetle sallayarak “ Oğlumu vuran bu oğlandı Hakim Bey!Onu gördüm. Ana gözümle gördüm. bu oğlanı asmayın hakim bey! Anası için hakim bey. Şu köşede kıvranan anası için !..”
Derin bir nefes aldım. Analık, yani insanlık buydu.