Müslüman araştırmacı, yazar, düşünür, akademisyen, ilahiyatçı yazar ve dinsel sektörün değişik birimlerinde görev yapan din eğitimi almış kimseler… Bu kimselerden çok az bir istisna dışındaki herkes Hz. Muhammed(s)’i, İslâm’ın peygamberi, diğer peygamberleri ise başka dinlerin peygamberi olarak niteliyorlar. Bu çok garip ve çelişkili bir durumdur. Örneğin; söz konusu kimseler tarafından Hz. İsa(s) Hıristiyanların, Hz Musa(s) da Yahudilerin peygamberi olarak kabul edilip anılır. Bunun yanında bir de “bizim peygamberimiz” diye bir kalıp/klişe söz vardır. Bu söz de sorunlu ve çelişkilidir. Bütün bu söylemler tevhidi istikamet; Allah, Kitaplar ve Elçileri; Allah indindeki tek Hak Din ve diğer dinler; Vahiy ve Resuller konularının gerektiği gibi anlaşılmadığını göstermektedir. Ayrıca bu tür anlayış ve yaklaşımların kuvvetli bir akım ve etkinin altında geliştiğine de birer işarettirler. Bu kadar önemli ve apaçık bir konunun, bu denli çarpıtılıp doğru yoldan çıkarılması kolay bir iş değildir. Ama olmuş işte ve ilahiyat fakültesinde hocalık yapıp tefsir yazan müfessir, Hz. İsa’nın(s) Filistin’de Hıristiyanlığı yaymaya çalıştığını yazıp söyleyebiliyor.
Bu noktada tembellik ve taklidin büyük rolünün bulunduğu açıkça görünüyor. Yani düşünce ve tezleri sorgulamadan ve sağlam bir teraziye vurmadan olduğu gibi alıntı yapmak ve bunları gerçekmiş gibi çeşitli yöntem ve araçlarla yaymak. Çevrenize bir bakar mısınız? Her şey taklit ve zahmetsiz! Bu şey, teknolojik bir eşya da olabilir, sosyal konularla ilgili yazılmış ya da söylenmiş bir söz veya metin de…
“Tevhid ehli Hıristiyanlar aracılığıyla Biz bu peygamber kıssalarını Kureyş’e ulaştırmıştık.” Bu söz nerede geçiyor dersiniz? Az sonra…
“Andolsun düşünüp öğüt alsınlar diye peygamber kıssalarını onlara anlatmıştık. Bu Kur’an’dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona inanırlar.(164) Kur’an kendilerine okunduğu zaman, “Ona inandık, şüphesiz o Rabbimizden gelen gerçektir. Şüphesiz biz ondan önce de Müslümandık” derler. İşte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları kendilerine iki kat verilecektir. Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selâm olsun size. Biz cahilleri istemeyiz” derler” (Kasas, 28: 51-55; Fehmü’l Kur’an Tefsiri’nden).
Bu ayetler grubunda yer alan 52’nci ayet üzerine yazılmış 164’ncü dipnot: “ Rivayete göre bazı Yahudiler Hz. Peygamber’in geleceğine iman etmekte ve onu beklemekteydiler. Şam bölgesinde yaşayan bazı Hıristiyan din adamları da böyleydi. İşte Yüce Allah bu ayetleri bu kimseler hakkında indirmiştir. Bu kimseler, tevhid inancını benimseyen Ayrusi Hıristiyanlardandılar. Bkz: “Kur’an’a Giriş” adlı eserimizde “Üç Semavi Dinin Köken Birliği” ve “Muhammedi Davetin Dış İlişkileri” adlı başlıklar altında bu konuyu genişçe incelemiştik.”
Önce bir soru soralım ve bir kelime ile cevabını da verelim: “Kur’an’dan önce indirilen kitaplara inanmak Müslümanlığın şartlarındandır, tamam! Fakat Ehli Kitaptan birileri Kur’an’a inandığı zaman o hâlâ Hıristiyan kalıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Cevap: Olamaz!
52’nci ayet üzerine yazılan 164’ncü dip notta verilen tarihsel bilgi doğru olabilir. Ancak Allah’a, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanan kişiler için kullanılan “Ayrusi Hıristiyanlardandılar” ifadesi doğru değildir. Doğrusu “Ayrusi’li Müslümanlardandılar” ifadesidir. Bir de “Üç semavi Din” ifadesi de doğru olmayıp saçma bir söylemdir. (Bakınız: Adil Medya İnternet Sitesinde yayınlanmış “Dindarlık ve Semavicilik başlıklı yazımız). 53’ncü ayette Allah, o insanların, “Müslümanlardık” sözünü açıkça belirttiği halde, hâlâ “Hıristiyan”, “Semavi Kitaplar”, “Semavi Dinler” gibi ifadelerin kullanılması gerçekten yadırganacak ve hayret edilecek bir durumdur.
Yukarıda “az sonra” demiştik, şimdi o az sonra zamanıdır: Söz konusu ifade, M. A. El-Cabiri’nin “Siyer Eşliğinde Kur’an’ı anlamak, Fehmü’l Kur’an, Nüzul Sırasına Göre Tefsir” adlı eserlerinden birinci cildin 410’nuncu sayfasında bir alt başlık olarak geçmektedir. Cabiri’nin üç cilt olan söz konusu çok değerli tefsiri okudum ve gerçekten çok yararlandım. Böyle bir eseri ortaya koyup istifademize sunduğu için, kendisinden Allah razı olsun ve ona mağfiret etsin. Cabiri’nin Semavi Dinler, Hz. İsa ve bağlıları için de Hıristiyan tabirlerini kullanması, onun uluslar arası bir akademisyen olmasından kaynaklanıyor, olabilir. Ama gene de sakıncalıdır. Kendilerini Müslüman olarak ifade eden bir topluluk için ”Hıristiyanlar” denmesi doğru değildir.
Hz. İsa İslâm peygamberidir. Hıristiyanlık denen öğreti, tarikat, mezhep, ekol; ne ise işte o, Hz. İsa’nın ölümünden yaklaşık üç asır sonra oluşturulmuş/uydurulmuş yapmacık bir dindir. Ve bu öğretinin Hz. İsa ve İncil ile bir ilişkisi yoktur. Varsa bile belirleyici bir unsur olarak değil, bütün içinde etkisi bulunmayan bir parça niteliğindedir. Fakat bu öğretiye bağlı insanlar arasında içinde İncil’den ayetler bulunan kitapları okuyanlar bulunabilir.
Cabiri, Buruc Suresindeki müminler için de “Yemen Hıristiyanları” ifadesini kullanıp şöyle diyor: “Müminlere baskı yapan Kureyşli kâfirlerin sonlarının, tıpkı geçmişte aynı şeyi yapan kimseler gibi cehennem olacağı, müminlerin ise, geçmişte eziyete uğrayan (Yemen Hıristiyanları) müminler gibi cennete girecekleri bildirilmektedir.”
Az önceki alıntıda geçen (Yemen Hıristiyanları) ifadesi de isabetli bir adlandırma değildir. İlgili ayette onlar, “Hıristiyan” olarak değil, “Allah’a inanan, müminler” olarak anılıyor. Yani onlar, Hz. İsa’ya(s) uyan, onu Allah’ın elçisi kabul eden Müslümanlardır. “Nasara” dese, problem yok, çünkü bu kavram Hz. İsa’ya(s) yardım eden Müslümanlar için Kur’an’ın kullandığı bir niteliktir.
Cabiri de bu konularda başkaları gibi Batılı Hıristiyan Teolojisi teorilerinin etkisinde kalmış gibi görünüyor. Ya da Hıristiyan teologlarla irtibatı koparmamak ve onlarla din konusundaki görüşmeleri artırmak için yapıyor olabilir. Hz. İsa(s) İslâm Dininin bir peygamberi ve kendisi de diğer bütün resuller ve Hz. Muhammed gibi bir Müslüman’dır. Artık bunun anlaşılması gerekiyor. Yıllardır bunu söylüyor, yazıyor ve her zeminde savunuyorum. Hiç yanlış diyen kimseyle karşılaşmadım, ama alışkanlıkları atmak zordur, değil mi? Uluslar arası zeminlerdeki kariyer sahibi akademisyenler için ise daha da zordur; sektörde kabul görülme meselesi!
Cabiri, sürekli “Muhammedi davet”, ifadesini kullanılıyor. Bunun da yukarıda söylediklerimiz bağlamında bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Aslında bu ifade tam olarak Kitabî/Kur’anî bir hitap değildir. Herhalde Yazar, Müslüman olmayan araştırmacı ve teologlar için ayırıcı/fark ettirici olsun diye bu ifadeyi kullanıyor. Onların Musevi, İsevi demeleri gibi, bu söylemlerin hepsi sorunludur. İslâm’ın Tebliği, İslâm Dinine Davet gibi sözlerdir doğru olan ve bu ifade bütün resuller için geçerlidir. Çünkü bütün peygamberler/resuller Müslüman’dır ve İslâm Davetçisidir.
Şu ifade artık bardağı taşıran son damladır: “İskenderiye’de insanlara felsefe öğreten hikmet sahibi bilge insanlar İslâm şeriatını duyar duymaz derhal iman etmişlerdir. Benzer şekilde vaktiyle Anadolu’da yaşayan filozoflar da İsa Peygamberin mesajını duyduklarında onu kabul etmiş ve Hıristiyan olmuşlardır.” (Cabiri, age. 2’nci cilt, s: 237)
Az önceki alıntıda geçen “filozoflar da İsa Peygamberin mesajını duyduklarında onu kabul etmiş ve Hıristiyan olmuşlardır.” İfadesi çok kabul edilemez olup tam bir çelişkidir ve böyle bir söylemde bulunmak kafa karıştırır, o nedenle belki de günahtır. İşte Prof. Dr. M. A. El Cabiri defalardır bunu yapıyor. Cabiri’deki “Semavi Dinler” anlayışı ve bundaki ısrarı, doğrusu çok dikkat çekici bir durumdur. O bunu eserlerinde ısrarla tekrar etmiş (burada onun, kendi tabirini kendisi için kullanmayacağım), ben de onu, ona olan saygı ve minnetimi hassasiyetle muhafaza ederek konunun geçtiği her yerde eleştirmede ısrar edeceğim.
Yukarıda kısmen değinmiştim. Cabiri’nin üç ciltlik çok değerli Fehmü’l Kur’an tefsirini, Derveze’nin üç ciltlik Asru’n – Nebi/Siretu’r-Resul eserleri ile eş zamanlı olarak okudum. Bu okuma yöntemi çok verimli ve yararlı oldu. Bilindiği gibi, Cabiri, bilinen şeylerin tekrarlanarak okunması, yazılması ve konuşulup durulmasını “geviş getirmek” olarak niteliyor. Ben onun eserlerinden yeni ve bilmediğim pek çok şey öğrendim. Yeni ve bilmediğimiz bilgileri edinmek, ne mübarek bir nimettir!
Cevap: Hz. İsa(as) ve söz konusu Ayrusililer ile Yemenliler Müslüman…