- Halîfe Kim veya Nedir?
Birinin yerine geçen, temsilci, vekil anlamlarına helen halîfe ism-i fâil (özne) kalıbında vekâlet eden, ism-i mef’ul (nesne) kalıbında vekâlet veren demektir. Nesillerin birbiri ardından gelmesi insanların birbirine halîfe olmasıdır. İyi birinin vekîli, yardımcısı, sözcüsü ve temsilcisine halîfe; kötü birinin veya fena bir şeyin yerine geçene, ona vekâlet edene halîf denildiği de olur. Bu sebeple kötü, bozuk veya iyilik taşımayan şeye half denir. Ünlü bir siyâsetname de “Kayıp olanın veya ölenin yerine gelene halîfe denir.”[1] diye bir fikir belirtir.
Halîfe; zaman, mekân, konum veya mevkî olarak arkadan gelen; zaman bakımından sonradan gelip daha önce gelenin yerine geçendir. Sonradan gelme, öncekinin yerini alma, geride kalma, muhalefet etme, yenisini verme, ihtilafa düşme, iktidâra getirme, arka, sözünden cayma; peş peşe, art arda gelme durumları halîfeliktir. Araplar başkasının ardından gelip onun yerine geçene, onun yerini doldurana halef derdi. Halef veya halîfe, a’raf’ın[2] zıttı olduğu gibi tekaddüm[3] ve selef’in[4] de zıttıdır. Kalfa da halîfe kelimesinin değişim geçirmiş biçimidir. Örneğin Dâvûd, Tâlût (Saul)’un halîfesidir. Öncekinden sonra gelene half, verilen bir şeye karşılık olarak alınan şeye halef; bir şeyin başka bir şey yerine geçmesine hılfeten, bir topluluğun arkasında kalanlara hâlifîn, bir şeyin aksine/zıttına hilâf denir.
Geleneksel kültüre göre Peygamber’in politik, askerî ve hukûkî yetkilerini kullanan; Peygamber vekili olan kimseye halîfe denmiş, sonra padişahlık sisteminde her yeni sultan ve padişah da halîfe olarak anılmıştır. Krallara halîfe denilmesi sözlük anlamı bakımından yerindedir. Ancak Kur’ân’ın padişahlık biçiminde bir halîfelik savunduğunu iddiâ etmek zihin intihârıdır ve Kur’ân’ın yönetim ilke ve âyetlerini görmemektir. Kur’ân, hilafet çağrısı yapanların sandığı gibi bir halîfelikten asla bahsetmez. Onların kafasındaki hilafet saray ve saltanat düzenlerinin egemen olduğu, mezhepçiliğin hayatı belirlediği, askerî bir din-tarım toplumunun[5] kurulduğu düzendir. Bu tarz bir halîfeliği savunmak Kur’ânla doğrudan savaşmaktır.
- Âyetlerde Halîfelik
- 1. Halîfe Âd Kavmi
“Ey Âd kavmi! Nûh kavminden sonra sosyal, ekonomik, politik, hukûkî ve askerî güç olarak onların yerine geçtiğinizi bir hatırlayın; onların sahip olduklarını şimdi sizin kullandığınızı bir hatırlayın ve onurunuzu yükseltin.”[6] âyetinde geçen halîfeler, Hûd adlı bir vicdan elçisinin akıl ve sağduyulu sesine kulak tıkayan Âd toplumunun bireyleridir. Bu âyetteki halîfeler olumsuz niteliklere sahip bireylerdir.
- 2. Halîfe Kral Dâvûd
“Ey Dâvûd! Eski kralımıza karşı çıkarak seni yeryüzünde yeni kralımız yaptık. Senden önceki kralımız halkın işlerini gerektiği zamanda, gerektiği biçimde ve gerektiği kadar yapmaz; işi ve ilgisi olmayan şeylere gereksiz biçimde karışır; zevk, keyif ve eğlenceden asla başını kaldırmaz biriydi. Sen bu tür yanlışlara karşı kendini frenle, duygularına gem vur ve bu tarz davranış içindeki yöneticileri cezalandır. Böyle davranmazsan akıl, vicdân ve sağduyudan ayrılırsın.”[7] âyetinde kral İşboşet’in[8] yerine gelen, eski kralın krallık yetkilerini kullanan Dâvûd’a uyarılar yapılıyor. Burada hilâfet, krallıkta yeni kral olmadır. Yani yeni sultan veya yeni başbakan eskisinin halîfesidir.
- 3. Zulüm Düzenini Yıkan Halîfeler
“Sizden önceki çağlarda yaşamış, sizden farklı mekânlarda ve dağ başlarında ömür sürmüş, başkalarına liderlik etmiş nice kimseler; vicdân, sağduyu ve akıl elçilerinin yoruma gerek duyulmayacak apaçık sözlerine ve göz önünde duran kanıtlarına rağmen onlara güvenmeyerek sel, deprem, hastalık ve göçük gibi doğal felaketlerle yüz yüze geldiler. Kazanmak için tüm insan haklarını çiğneyerek her türlü iğrenç ve fena yöntemi uygulayanların karşılığı işte tüm kazandıklarıyla yok olup gitmektir.”[9] âyetinde zulüm, sınıflaşma ve egemenlik sözcükleri etrafında dönen bir dünyadan bahsediliyor. Âyete göre dünyayı talan eden, toplumu sınıflara bölen, yüksek yerlerde kendilerine özel mekânlar kuran, iş ve para imkânlarıyla toplumun önünde kendine yer bulan kimseler; halkın omuzlarında, alınterlerinin üstünde tepinerek servet ve güce ulaştıklarından onların sahip oldukları olanaklar asla kalıcı olamayacaktır.
Sömürerek ve semirerek konfor ve kariyer sahibi olanlar; yaptıkları evler, oturdukları saraylar, kurdukları kuruluşlar ve sahip oldukları servetleri ne kadar da korumak için çaba ortaya koysalar, ne kadar yalan, baskı ve hile içinde bir dünya yaratsalar da sonuç değişmeyecek; onlar batarken onların yerine yenileri gelecek, onların servetlerine el konulacak, onlardan hesap sorulacaktır. Bu âyetteki halîfeler, zâlimlerin yerine gelen yeni güç sahipleridir.
- 4. Halîfe Semud Kavmi
“Ey Semud kavmi! Âd’ın uygarlığı yerle bir olduktan sonra politik, askerî, hukûkî ve ekonomik yönlerden onun yerine geçen, onların bıraktığı boşluğu dolduran bir kavim olduğunuzu hatırlıyor musunuz? Hani siz vadilerden vazgeçip dağları delmiş, kayaları oyup sığınak ve güvenli evler yapmıştınız.”[10] âyetinde Âd toplumunun yerine geçen topluluk onların halîfeleri olarak nitelenir. Âd kavmi Arabistan’ın güneyindeki Ahkâf diye bilinen Umman ve Hadramevt tarafında yaşıyordu. Semûd kavmi ise Arabistan’ın kuzeyinde yaşamıştı. Semûd kavminin yaşadığı bölge bugün Medâin-i Sâlih (Sâlih’in şehirleri) adıyla bilinen ve Arabistan’ın kuzeyinde bulunan Hicr bölgesidir. Âyette kastedilen bölge Salih kavminin yaşadığı ünlü kaya şehirdir. Semûd kavmi ile Âd kavminin yaşadığı topraklar birbirine tam zıt taraflardaydı. Ancak Semud kavmi tıpkı Âd kavmi gibi kendi çağının koşullarına göre uygarlık düzeyinde ilerlemiş, evler ve olanaklar bakımından oldukça ileri bir düzeyi yakalamıştı.
Semudlular; politik, askerî, hukûkî ve ekonomik yönlerden tıpkı Âdlılar gibi olduklarından Semudlular Âdlıların halîfeleri oldular. Aralarında zaman ve mekân farkı olsa da pratik ve zihniyet bakımından öncelik ve sonralık ilişkisi vardı. Semud kavmine ait bölgenin kalıntıları, hayvan figürleri ve yazıtlarıyla birlikte günümüze gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye Cumhûriyeti Osmanlı Devleti’nin, sonraki Başbakan önceki Başbakanın, kalfa ustanın halîfesi/halefidir.
- 5. Nûh’un Gemisindeki Halîfeler
“Onlar Nûh’u yalanladılar. Yalanlayanlar servet hırsı ve sermâye birikiminde boğulurken onun kurduğu barış, güven, özgürlük ve dayanışma düzenine uyanları kurtardık. Nuhla birlikte hareket edenler hırs ve birikim peşinde koşarak yok olup gidenlerin yerine yeni konum sahipleri, yeni mekân sahipleri ve zamanın yeni efendileri oldular. Çünkü Nûh’un vicdân, sağduyu ve akla dayalı apaçık kanıt, bilgi ve belgelerini reddedenleri kendi pisliklerinde boğduk. Sevgi, acıma, adâlet, akıl ve sağdyunun uyarılarını dikkate almayanların sonunu görmek isteyenler Nûh toplumundaki devrime bir baksınlar, yeter.”[11] âyetinde Nûh’un yaptığı devrimle gerçekleşen iki farklı sosyal yapı üzerinde duruluyor. Nûh, barış ve özgürlüğün sesi olarak para, servet, mal ve politik güç bakımından egemen ve şımarmış kimselere zenginlikleri içinde boğulacaklarını, servetlerinin bir gün başlarına bela olacağını, aç ve yoksulların çığlıklarının sermâye sahiplerine döneceğini; bu sebeple eşitlikçi, muksit ve özgür bir toplum yaratmanın acil gerektiğini söylemesine rağmen kodaman takım Nûh’u dinlemedi ve ezilenlerin çığlığıyla yükselen isyan tusunamisi onların tüm mülk ve paralarıyla boğulmalarına, her ne varsa kaybetmelerine, tepelerden çukurlara düşmelerine ve hatta hayatlarını kaybetmelerine sebep oldu.
Nûhla birlikte hareket edenlerin kurduğu yeni düzenin sahipleri, eski düzenin yerine gelen halîfeler oldular.
- 6. Direnişçi ve Devrimci Halîfeler
“Vicdân, sağduyu ve aklın verdiği bir söz var: Barış, kardeşlik, dayanışma, direniş, adâlet ve özgürlük gibi evrensel insanlık değerlerine güvenip bilinçli biçimde barış eylemlerine katılanlar, tıpkı kendilerinden önceki barış ve güven yoldaşlarının zâlimlere direnerek egemen olması gibi çatışma, güvensizlik, zulüm, adâletsizlik ve korku ortamını yaratanların yerine geçerler. Zulmü yıkarak adâlet bayrağını burca dikenlerin kurduğu yeni düzen, eskilerin yerine geçtikten sonra onların evrensel insanlık değerleri tüm vicdânlı ve sağduyulu kimseler tarafından kabul görür, hayatın tüm alanına sapasağlam yerleşir. Doyumsuzluk, huzursuzluk, kötü bir şeyin olmasından korkma, geleceğe dair güvensizlik ve tedirginlik kaybolur.”[12] âyetinde zâlimlerin yerine geçen mazlûmların kurduğu yeni düzenden bahsedilirken adâlet düzeni zulmün, adâlet sahipleri de zalimlerin halîfeleri olarak karşımıza çıkarılıyor. Bu âyetten anladığımıza göre selef-halef[13] olmak illâ adâlet veya zulüm düzeni için kullanılmaz. Yani adâlet selefinin zulüm halefi, zulüm selefinin adâlet halefi; adâletin adâlet, zulmün zulüm halefleri olabilir.
Devam edecek…
____________________________________________________________
[1] Ahkâmu’s-Sultâniye, s.15. (Kaybolmuş, izini unutturmuş, izine rastlanmayan, ölmüş kişi ve varlıkların yerine gelen.)
[2] A’raf: Önde giden, önce gelen.
[3] Tekaddüm: Öne geçme, geçmiş bulunma, öne geçme, ilerleme.
[4] Selef: Bir görev veya makamda kendinden önce bulunmuş olan kimse.
[5] Askerî din-tarım (düzeni): Ordunun topraklar işgâl etmesi, dinleştirilmiş bir mezhebin insanları kontrol etmesi ve halkın tarım yaparak hem geçinmesi hem de vergi vermesine dayalı politik düzen. Gücünü ordudan, toplum düzenini geleneksel mezhepçi din görüşünden ve ekonomisinin asıl gelirini tarımdan sağlayan toplum düzeni.
[6] A’râf, 69/Ve’z-kurû iz ce’ale-kum hulefâe min ba’di gavmi nûh(in)
[7] Sâ’d, 26/Yâ dâvûdu in-nâ ce’alnâ-ke halîfeten fi’l-arzi fah-kum beyne’n-nâsi bi’l-haggi ve lâ-tettebi’i’l-hevâ fe-yuzille-ke ‘an sebîli’l-lâh(i)
[8] İşboşet ve Aşbaal isimleri, orijinal İbranicede anlamı belirsiz olduğu için kafa karıştırıcı ve sıra dışıdır. Bir görüşe göre İş’in anlamı adam ve Boşet’in manası utançtır, dolayısıyla ismin anlamı utanılası insandır. Bir başka anlamı ise uzman kişidir. Ba’al, Tevrat’ta Tanrı’nın aşağıladığı, pagan bir tanrı olduğundan Ba’al yerine bu isim kullanılmış olabilir. Eleştirisel görüşe göre ise nasıl ki Yahudilikte YHVH kelimesi kullanılmazken onun yerine Adonay kullanılıyorsa Boşet de Baal için kullanılan bir terim olabilir. (bkz. tr.wikipedia.org)
[9] Yunus, 13/Ve le-gad ehlek-ne’l-gurûne min gabli-kum lemmâ zalemû ve câet-hum rusulu-hum bi’l-beyyinâti ve mâ kânû li-yu’minû kezâlike neczi’l-gavme’l-mucrimîn(e)
[10] A’râf, 74/Ve’zkurû iz ce’ale-kum hulefâe min ba’di ‘âdin ve bevve’e-kum fi’l-arzi te’t-tehizûne min suhûli-hâ kusûran ve tenhitûne’l-cibâle buyût(en)
[11] Yunus, 73/Fe-kezzebû-hu fe-necceynâ-hu ve men me’a-hu fî’l-fulki ve ce’al-nâ-hum halâife ve ağrag-ne’l-lezîne kezzebû bi-âyâtinâ fe’n-zur keyfe kâne ‘âgibetu’l-munzerîn(e)
[12] Nûr, 55/Ve’ada’l-lâhu’l-lezîne âmenû min-kum ve ’amilu’s-sâlihâti le-yestahlifenne-hum fî’l-arzi kemâ’s-tahlefe’l-lezîne min gabli-him ve le-yumekkinenne le-hum dîne-humu’l-lezi’r-tedâ le-hum ve le-yubeddilenne-hum min ba’di havfi-him emn(en)
[13] Selef: Önce gelen, önceki. Halef: Sonra gelen, sonraki.