“Kim Allah’ın doğru yoluna girerse, gerçekten hak yolu bulan odur. Kim de saparak ondan uzaklaşırsa kaybedip zarara uğrayanlar işte onlardır.” Mealini bu şekilde tercih ettiğimiz 178’nci ayete benzer Kur’an’da daha birçok ayet var. Kur’an’daki bu ayetlerin Türkçeye çevrilmesi konusunda farklı yaklaşım ve tercihler bulunmaktadır. Yani klasik söylemle; bu ayetlerin anlamlandırılması konusunda meal ve tefsir yazarları arasında ihtilaf var.
Bu ihtilafa benzer yaklaşım ve tartışma meşiet ayetleri olarak adlandırılan ayetler için de yapılmaktadır. Meşiet ayetlerinde konu “şae” filinin Allah’a mı, yoksa insana(kişiye) mı ait olduğu meselesidir. “Men şae” ifadesindeki dilemeyi Allah mı yapıyor, yoksa bir kimse mi yapıyor. Daha açık bir ifade ile cümle şöyle kurulabilir: Allah, dileyene mi yoksa dilediğine mi veriyor? İşte bu noktada bazı meal yazarları ve müfessirler doğrudan “Allah dilediğine veriyor” derken, diğer bazıları konuyu biraz daha sorgulayarak ve insana da sorumluluk yükleyerek ,“Allah, dileyene ya da dileyip hak edene veriyor” diyorlar.
Tabi burada konunun önemi söz konusu meselede verilen ya da verilmeyenin herhangi basit bir şey olmadığından kaynaklanmaktadır. Çünkü söz konusu olan iman, hidayet ve rızıktır. Diğer bir ifade ile kişinin Müslüman olması ya da olmamasıdır. Meşiet ayetlerinin bazıları çok geniş kapsamlıdır, verilen/verilmeyen; iman, mülk, izzet, zellilik, rızık, hidayet gibi bir insan için en önemli değerlerdir. Meşiet ayetlerinden bazılarının sure ve ayet numaralarını vermekle yetinmek istiyorum: İbrahim, 14: 4; Isra, 17: 15; Yunus, 10: 108; Enfal, 8: 29; Nisa, 4: 48).
Üzerinde durduğumuz Araf, 178’nci ayet, ihtida/hidayet ve dalalet/sapıklık konusuna vurgu yapmaktadır. Ancak ayetin başındaki “men” zamiri yukarıda da değindiğimiz gibi anlamalarda anlaşmazlığa neden oluyor ve bazen “kimi” bazen de “kim” oluyor. Bu tartışma sürüp gidecektir, bir “son nokta” konmayacaktır ve konamayacaktır. Bu da Kur’an’ın çok dinamik ve evrensel olduğunun bir işaretidir, diye düşünüyorum. Bu noktada şunu söylemek yararlı olabilir: bu ayetler üzerinde düşünüp çalışırken, ayetin hemen önündeki ve ardındaki ayetlere (siyak-sibak konusu) bakmak, sure içinde ve Kur’an bütünlüğü kapsamındaki ilişkileri doğrultusunda değerlendirmelerde bulunmak daha isabetli olabilir.
Konuyu meallerdeki farklılıklara ilişkin örnekler vererek sürdürmek istiyorum:
“Allah kimi doğru yola ulaştırırsa, (bilin ki), o gerçekten de doğru yola ulaşmış biridir. Buna karşılık kim(leri) de saptırırsa, (bilin ki), onlar, hüsrana uğrayanlardır.” (Salih Akdemir); (1)
“Allah kimi hidayete eriştirirse, gerçek Hidayete Ermiş(Muhtedi) odur. Kimi de saptırırsa, işte onlar Hüsrana Düşmüşler’dir.” (Mahmut Özdemir); (2)
“Allah kime yolu gösterirse işte yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte ziyana uğrayanlar onlardır.” (Süleyman Ateş); (3)
“Allah kime hidayet ederse o doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa onlar en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir.”(Hasan Basri Çantay); (4)
“Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolda yürüyen işte odur. Kimi de şaşırtırsa, hüsrana uğrayanlar işte onlardır.” (R. İhsan Eliaçık); (5)
“Allah kime hidayeti verirse artık o hidayeti bulmuştur; kimi şaşırtıp saptırırsa, artık onlar da hüsrana uğrayanlardır.” (Ali Bulaç); (6)
“Allah kime hidayet ederse, o doğru yolu bulur, kimi de saptırırsa, hüsrana düşenler de işte onlardır.” (Elmalılı Hamdi Yazır-sadeleştirilmiş-); (7)
“Kimin Rehberi Allah olursa, doğru yola ulaşan o olur. O kimi de sapıklığa terk ederse, işte gerçekten kaybedenler de onlar olurlar.”(Mustafa İslâmoğlu). (8)
Alıntı yaptığımız örnek meallerden en sondaki Mustafa İslâmoğlu’nunki biraz farklı, diğerleri nerede ise aynı. Bu noktada ilkin şu gerçeği açıkça bir ortaya koymak gerekir: birbirinden farkı olmayan meallerin, çoğu diğerini taklit etmiş, taklit edilenler olarak da H. B. Çantay ile E. M. H. Yazır olduğunu düşünüyorum.
Mustafa İslâmoğlu’nun da Muhammed Esed’in mealinden yararlandığı apaçık, zaten bunu kendisinin dürüstçe dile getirdiğini biliyorum. O da diğerlerini taklit edebilirdi. Demek ki, en azından kafasında böyle bir soru varmış ve meseleyi sorguluyormuş ki, Esed’in az da olsa farklı yaklaşımını tercih etmiş. Ayetin mealine şu yararlı notu da eklemiş: “Allah’a isnat edilen fiiller, davranış psikolojisinin Allah tarafından konulmuş, yasalarına atıf olarak okunmalıdır.” Benim tercih ettiğim meal yukarıda da geçtiği gibi şöyledir: “Kim Allah’ın doğru yoluna girerse, gerçekten hak yolu bulan odur. Kim de saparak ondan uzaklaşırsa kaybedip zarara uğrayanlar işte onlardır.”
Yukarıda değindiğimiz gibi 178’nci ayetten önceki ve sonraki ayetlere az sonra bakacağız, ancak ondan önce şunu söylemek gerekir: Benim ve İslâmoğlu’nun tercih ettiğimiz meallerde insanın sorumluluğuna ve irade emanetine sahip çıkıp çıkmadığı vurgusu yapılıyor. Ötekilerinde ise kişiye bir sorumluluk yüklenmiyor. Belki de yanlış kader anlayışından ötürü böyle bir tutum sergileniyor. Hesaba çekilecek olan insanın bir irade sorumluluğu olmalı değil mi?
Allah insana takvayı ve fücuru ilham etti ve ona irade verip sorumlu tuttu. Kendisi hiçbir şey yapmadan piyangodan çıkar gibi hakkında verilen hidayete erdirme ya da dalalete düşürme hükmü; sorumluluğu ortadan kaldırmaz mı? Oysa ilgili ayetleri konu bağlamında birlikte okursak, insanın sorumluluğunun bulunduğu ve Allah’ın onun hakkında verdiği hükmünde kendisinin payının büyük olduğu görülecektir. Yani kişinin hidayeti ya da sapıklığı öyle durup dururken olmuyor. Bunda kişinin tutum ve davranışlarının çok büyük bir rol oynadığını açıkça görebiliyoruz. Ayrıca söz konusu hidayet ve dalalet öyle bir anda, saniyelik bir zamanda olmuyor; sonuç belli bir süreçten sonra ortaya çıkıyor.
Az önce söz konusu ettiğim 175-181’nci ayetler grubunun mealleri:
“175-Onlara şu adamın haberini oku. Ayetlerimizi çok iyi bildiği halde, onları bir kenara atmıştı, şeytana uymuş ve sonunda iyice azmıştı. 176- Ve eğer dileseydik onu o ayetlerle yüceltirdik, fakat o alçaklığa saplandı kaldı ve kendi keyfinin ardına düştü. Artık onun ibret verici durumu, o köpeğin durumuna benzer ki, üzerine varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu, ayetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kıssayı iyice anlat, belki biraz düşünürler. 177- Ayetlerimizi yalanlayan ve kendine zulmetmiş olan toplumun durumu ne kötüdür. 178-Kim Allah’ın doğru yoluna girerse, gerçekten hak yolu bulan odur. Kim de saparak ondan uzaklaşırsa kaybedip zarara uğrayanlar işte onlardır. 179-Gerçek şu ki; biz cehennem için, kalpleri olup da gerçeği kavrayamayan, gözleri olup da göremeyen, kulakları olup da işitemeyen cinlerden ve insanlardan çok kimseleri açığa çıkarmışızdır. Onlar hayvan sürüsü gibidirler. Hatta onlardan da aşağıdırlar. Gaflet içinde dalıp gitmiş olanlar işte onlardır. 180- En güzel isimler Allah’ındır. O halde, O’na o güzel isimlerle dua edin ve O’nun isimlerinin anlamlarını eğip bükenlerden ayrılıp uzak durun; onlar yapmakta olduklarının cezasını çekeceklerdir. 181- Bununla birlikte, yaratıklarımız içinde hak ile doğru yola ulaştıran ve onunla hüküm veren bir topluluk da vardır.”
Bu mesajlar, konumuzu yeteri kadar açıklığa kavuşturduğu için, bu bağlamdaki diğer ayetler üzerinde durmaya gerek yok diye düşünüyorum…
“””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
1-Salih Akdemir, Son Çağrı Kur’an(ilgili sureler), Ankara okulu yayınları, İkinci basım 2009-Ankara
2-Mahmut Özdemir, Kur’an-I Kerim ve Türkçe Meali, 3’ncü baskı, 2013-Ankara
3-Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kitabevi, 1977-Ankara
4-Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meali Kerim Naşiri: Mürşid Çantay, 1976-İstanbul
5-R. İhsan Eliaçık, Nüzul Sırasına Göre Yaşayan Kur’an, Türkçe Meal/Tefsir, İnşa Yayınları, 2008-İstanbul
7-Ali Bulaç4- Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı/Meal ve Sözlük Pınar yayınları, 1983-İstanbul
8-Mustafa İslâmoğlu, Nüzul sırasına göre Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün yayıncılık 2009-İstanbul,