Birlikte yiyip içerken iyidir masa arkadaşlığı. Ama iş hesap ödemeye gelince bazen işler karışır. Hesabı ödemesi beklendiği halde bunu yapmak istemeyen taraf için masayı dağıtmaktan başka ihtimal kalmaz.
Son yıllarda gelişen avantajlı ilişkilerin sonuna gelip dayanıldı. Hem ülke içinde hem belgesel siyaset denkleminde faturanın masaya gönderildiği noktaya gelip dayandık. Doğal olarak bu günkü siyasal iktidara destek veren iç ve dış dinamikler beklentilerini dayatmaya başladılar. İktidarın bunu yerine getirme konusunda isteksiz davranma ihtimaline bile tahammül göstermiyorlar. Daha fazlasını isteyerek bir orta noktada uzlaşma ihtimali elbette mümkün. Ama daha öncesinde herkes gücünü hissettiren hamleleri yapacak.
Geçen hafta içinde yaşanan gelişmeler yeni ve daha keskin hamleleri beraberinde getirecek. MGK toplantılarında tartışılarak yapılan görüşmelerin faturasının sadece MİT temsilcilerine kesilemeyeceğini tahmin etmek zor değil. İlker Başbuğ’un tutuklu yargılanması bana yine eski bir MİT çalışanı olan Mahir Kaynak tarafından sıkça yapılan bir benzetmeyi hatırlattı. “Birisi bahçenizdeki yılanı öldürüp bıraktığında buna sevinmeyin, nasıl bir mesaj verilmek istediğini sorgulayın” der. KCK, Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah gibi davalarda bir “çuval” içine ilgili ilgisiz herkesi doldurarak yargılama yöntemi gelip Erdoğan’a dayandı.
Başbakan ya daha büyük bir hamle ile cevap verecek ya “kirli mendil” muamelesini bile arar duruma düşürülecek. Ankara şaşırtıcı, yeni ittifakların konuşulduğu bir atmosfere girebilir. Mağduriyetler buluşması bunun ilk doğal tutkalıdır.
Başbakanın hangisini tercih edeceğini kolayca öngörebiliriz. Belki şimdi sorulması gereken soru, bu hamle için ne derece geç kalınıp kalınmadığı, olabilir. Suriye ve İran konularında yumurta gelip dayandıktan sonra “mızıkçılık” yapılmasına tahammülü olmayanlar, başka operasyonlar için de düğmeye basacaklardır. İktidar partisinin özellikle yolsuzluk ve özel hayat ilişkilerinde ne kadar yumuşak bir karna sahip olduğunu en iyi bilen “müttefikler” bunun sinyallerini vermeye başlayacaklar.
Peki bu şartlar altında “anayasa” lafı edilecek bir konu olmaktan çıkar mı ? Ben tam tersini düşünüyorum. Küçük ama anlamlı bir konsept değişikliği ile yani “uzlaşma” taktiğinden vazgeçip anayasa referandumu için iktidar partisi hamle yapacaktır. Tüzük değişikliği konusunda meclisin yürüttüğü “iç savaş” kısmen kurucu meclis(!) pozisyonu doğursa da artık uzlaşma komisyonunun görevi masadan kalkmanın planlamalarını geliştirmektir.
Ardından gelecek tartışmanın “seçimler” olduğu açıktır. Üç seçimi birleştirecek bir hamle gündeme gelebilir. Ortadoğu da değişime zorlanan siyasi iradelerden iki şey istenir. Biri anayasa diğeri seçim.
Esad için öngörülen plan Erdoğan’a dayatılacak mı? Bu sorunun cevabını, İran ve Suriye konularında Türkiye’nin beklentiyi karşılama eğilimi şekillendirecektir.