“Bir ülkede dört kişi yaşıyormuş… Bunların adları da: Herkes, Birisi, Herhangi Biri ve Hiç Kimse imiş… Bir gün yapılması gereken çok önemli bir iş ortaya çıkmış.. Herkes, Birisi’nin bu işi yapacağından eminmiş. Gerçi işi, Herhangi Biri de yapabilirmiş ama Hiç Kimse yapmamış. Birisi bu durumda çok kızmış. Çünkü iş, Herkes’in işiymiş. Herkes, Herhangi Biri’nin bu işi yapabilecegini düşünüyormuş. Ama, Hiç Kimse, Herkes’in yapamayacağının farkında değilmiş. Sonunda, Herhangi Biri’nin yapabileceği bir işi, Hiç Kimse yapmadığı için, Herkes, Birisini suçlamış…”
Hani sık sık şikayet ederiz ya her şeyden. Misal neden medeni bir ülke olmadığımızdan… Ama sordunuz mu kendinize, olmak için ne yaptığınızı (daha doğrusu yaptığımızı)? Örneğin daha önce hiç araçların yolu yerine yaya geçidinden ya da üst geçitten geçmeyi düşündünüz mü? Ya da şoförler, yaya geçidinde neden yayaya yol vermediğinizi?..
Ama gelin görün ki hepimiz haklıyız. Hepimiz haklıyız ama hepimiz, birisini haksızlıkla suçluyoruz. O halde haklı-haksız kim olur?
Bir başka konu ise bunları yaparken bir karşılık beklememiz. Yaya geçidi kullanmamak belki yolu kısaltabilir, ama üst geçit kullanmak yolu uzatmak dışında ne yapar ki? Aslında aklıma otomatikman Kant’ın ahlak felsefesi geliyor. Bir şeyi karşılık beklemeden yapmak. Daha doğrusu, onu içimizden geldiğinden, kendimiz için yapmak (Bkz: Ödev Ahlâkı).
Boşuna mı yazmıştım “Felsefe neden gereklidir?” Adlı yazıyı. Bu ülkede belki de en eksik şeydir Felsefe.
Ama gelin görün ki siz de bu yazıyı okuyacaksınız ve belki de ne kadar doğru ya da yanlış bir görüş olduğuna kanaat getireceksiniz. Ama eğer burada haklı olduğuna inandığımız şeyleri siz kendiniz yapmaz iseniz, hiç bir şey değiştirmeyecek!
Kant’ın şu şekilde özetlenecek sözüyle yazımı sonlardırmak isterim: “Yaptığın her hareket yasa niteliğinde olsun.”