Hasan Sabbah Hareketinde Statejik Unsurlar
Selim Tatar
Hasan Sabbah, Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Selçuklu prensleri arasında çıkan taht kavgasından istifade ederek, önemli mevzileri adım adım ele geçirme politikasını başarıyla sürdürdü. Çoğu Hazar Denizi ve Elbruz Dağları eteklerinde olmak üzere; İran, Horasan ve Irak bölgesinde 50 kadar kale 1092-1101 yılları arasında ele geçirildi.
Fatimi devletinden kopuş
“Oniki İmamcı Şiilik ise, üst üste aldığı yenilgilerin ardından siyasi otorite olma iddiasını yitirmiş, iflas etmiş Sünnilik ile çoktan beri bir uzlaşma içerisine girmişti.”[2]
Takiyye dönemi bitiyor
Nizariler, bir taraftan kalelerini çoğaltıp güçlendirirken, öte yandan da Selçuklu egemenliği altında bulunan topluluklar arasında ayrım gözetmeksizin propaganda yapıyor, çok sayıda taraftar kazanıyordu. Öyle ki birçok Selçuklu subayı ve saraydan üst düzey yetkililer bile dava adına gizli faaliyet sürdürüyordu. Bu gelişmeler Selçuklu’yu köşeye sıkıştırıyor, ortaya konan tepki ise oldukça sert oluyordu. Sabbah taraftarları oldukları düşünülen çok sayıda savunmasız insan öldürülüyor, birçok bölgede yerel idarenin emri ya da kadı fetvasıyla toplu kıyımlar oluyordu.
Siyasi cinayetler: İlk kurban Nizamülmülk
Nizamülmülk’ün öldürülmesi ile başlayan siyasi cinayetler dönemi, Nizari İsmaililerine karşı düşmanlıklarını açıkça ortaya koyan, aralarında birçok hükümdar, halife, prens, general, vali, kadı ve İsmaili öğretiyi karalayan din adamlarının da bulunduğu onlarca kişinin öldürülmesiyle devam eder.
Eylemler “imha”dan ibaret değildi
“Mizaç olarak çileci ve münzevi bir hayat süren Hasan Sabbah, hükmettiği kalede çalgı çalmayı, içki içmeyi yasaklamıştı. Son derece eşitlikçi ve kuralcıydı. Kimseyi kayırmaz, yakınlarını asla kollamaz; herkese karşı aynı adaleti uygulardı. Oğullarından Muhammed’i içki içti diye, Ustad Hüseyni’yi de ünlü davetçi Hüseyin Kaini cinayetine karıştığı için gözünü kırpmadan öldürdü. (…) İzleyen yıllarda çevreyi kasıp kavuran kuraklık yüzünden, hanımını ve kızını kaledeki diğer kadınlarla birlikte sade hayata alışmaları ve halkla dayanışma babından çalışmaya gönderdiği köylerden bir daha geri çağırmadı.”[3]
Cephe savaşları asla düşünülmedi
Kaldı ki 1480’li yıllarda tarih sahnesine çıkan Oniki İmamcı Safavi devleti de gönüllülerden oluşan orduyu, profesyonel orduya dönüştürme safhasında büyük sancılar yaşamıştır. Profesyonel ordularla Şirvanşah ve Akkoyunlu devletleri mağlup edilmiş, ancak sonuçta Safavi devleti de despotluğu ve ganimet avcılığıyla bu devletlerden geri kalmamıştır.
Fiziksel ayrılık ve mükemmel birlik
“Nizarilerin hakimiyetindeki topraklar birbirlerinden çok uzak mesafelerle ayrılmıştı. Buna rağmen, Nizari devleti hem kendi içinde, hem de dış dünyaya karşı, yalnızca askeri güç ve merkezi otoritenin sağlayamayacağı, dikkate değer bir bütünlük ve birlik ruhu sergiledi. Aslında, topluluk olarak ortak bir amacı paylaşma ve dış dünyaya karşı birlik içinde davranmakla birlikte, her Nizari bölgesi belli bir bağımsızlık ve yerel ilişkilerinde inisiyatife sahipti. Her biri farklı yerel koşullar ve sorunlar yaşayan değişik Nizari toplulukları, ortak bir miras ve ortak bir misyon anlayışını paylaşıyordu. Son derece disiplinli ve amacına adanmış bir topluluk olarak Nizariler, Fatimilerden bağımsızlığını kazandıktan sonra, bu bağımsızlığı kendisini çevreleyen Türk yöneticilere karşı korumak için güçlü bir dayanışma ruhu sergilemeyi sürdürdü. Bu birlik ve dayanışma ruhunun bir sonucu olarak, Alamut’un başlattığı en radikal siyaset değişiklikleri, tüm Nizari topluluğundan kolayca kabul gördü. Aynı şekilde, Kuhistan ve Suriye Nizarileri ile Alamut’tan atanan yerel başkanlarının otoritesini kabul ederken, hareketin merkezi liderliği hiçbir Nizari topluluğunda sorgulanmadı.”[4]
Politik oyunlar
“1131’de Sultan Mahmud öldü; kendisinden önceki sultanların ölümü gibi Mahmud’un ölümü de, kardeşleriyle oğlu arasında bir anlaşmazlığı tahrik etti. Sultan Mesud’a karşı olan bazı emirler onun aleyhine ittifak kurdular ve ittifaklarına Bağdad Abbasi halifesiel-Müsterşid’i dahil etmeyi başardılar. Fakat Mesud,1139’da Hemedan yakınında halifeyi, veziri ve bazı adamlarıyla birlikte esir aldı. Sultan, bu seçkin tutsağını Meraga’ya götürdü. Söylendiğine göre, kendisine burada iyi davrandı; fakat bir grup İsmailinin karargâha sızıp el-Müsterşid’i katletmelerini önleyemedi. Bir Abbasi halifesi, diğer bir ifade ile Sünni İslam dünyasının sözde reisi, Haşişiler için öncelikli bir hedefti. Bununla birlikte dedikodu, Sultan Mesud’u suça iştirak veya kasıtlı ihmalkarlıkla suçladı ve Selçuklu beylerinin ismen metbuu olarak kalan Sencer’i bile cinayetin teşvikçisi yaptı.”[5]
Ruhani konumlanışın kaçınılmazlığı
Sonsöz
—————————————————–
1. Bernard Lewis, Haşişiler, Çev.: Ali Aktan, Sebil Yayınları, İstanbul 1995, s. 37.
2. Faik Bulut, Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabbah Gerçeği, Berfin Yay., İstanbul 2000, s. 204.
3. A.g.e. s. 171.
4. Farhad Daftary, Muhalif İslamın 1400 Yılı: İsmaililer, Tarih ve Kuram, Çev.: Ercüment Özkaya, Rastlantı Yay., Ankara 2001.
5. Bernard Lewis, a.g.e. s.57
6. Faik Bulut, a.g.e. s. 203.
Teori ve Politika Dergisi, 21. Sayı (Kış 2001) – teorivepolitika.com