F.K.Ö. Milliyetçi bir örgüttü. İşgal topraklarını İsrail’den kurtarmak üzere kurulmuştu. Kuruluş yasasında İsrail’i kabul etmek ihanet sayılıyordu. Arap ülkeleri İsrail’le savaşa tutuşmuşlar; ama her seferinde zelil olmuşlardı. F.K.Ö. nün Arap devletlerinden bir farkı yoktu. İsrail karşısında hiçbir başarı elde edemedi. Ordusu vardı; ama sanki İsrail’le savaşmak için kurulmamıştı.1982 yılında F.K.Ö. Lübnan’dan çıkarılmak istendiğinde savaşmadı. ”Kovaladıkça kaçan ateş böceği” gibi bir orduydu. İsrail’e karşı savaşmıyordu; ama Başkan Arafat, İran-Irak savaşına, Saddam lehine müdahale edebileceğini bile ilan etti.
1987-92 yılları, “intifada” yıllarıydı. Hamas bu yıllarda doğdu. F.K.Ö. den umudunu kesen Filistin halkı, artık kendi başının çaresine bakıyordu. Arafat önce “İntifada” ile bir ilgisinin olmadığını söyledi. Daha sonra söylem değiştirip, taş atan çocukları, “Benim küçük generallerim!” diye sahiplendi. Arkasından Filistin-İsrail barış görüşmeleri (Oslo Anlaşması) geldi. Arafat verebileceği bütün tavizleri cömertçe verdi. Adeta İsrail ekibine şöyle dedi: “Daha istersin Salamon?” Şüphesiz şöyle bir cevap almıştır: “Başka neyin var ki?” İsrail böylece F.K.Ö. yü tam bir maymuna çevirdi.
Hamas, yaşanan bu zillet sonrası güçlendi. F.K.Ö. nün kuruluş felsefesine geri dönüldü. Zira direnişten başka çıkar yol olmadığı, tecrübe ile anlaşılmıştı.
İran –Hizbullah ilişkisi bilinir. Bu ilişki A.B.D-İsrail ilişkilerine benzetilebilir. Hatta daha ötesi bile olabilir; ancak Hamas–İran ilişkileri tam bir birlik görüntüsü vermez. İlişkilerin seyrini konjonktür belirler. Bunun sebebi mezhep farkı olabilir mi?
Mezhep farkının küçümsememek gerekir; ancak tek sebebin bu olduğunu sanmıyorum. Şu soruyu sormak gerekir: “Hamasın direnişi, ilkeli ve bilinçli bir seçimden mi kaynaklanıyor yoksa zorunluluktan mı?” Benzer soruyu İran-Hamas ilişkileri için de sorabiliriz: “Hamas’ın, para ve silah ihtiyacı için, İran’a eli mahkûm olmasaydı ilişkiler devam edebilir miydi? Hamas’ın, her kritik durumda direniş ekseniyle ilişkilerinde tereddütlü tavırlar sergilemesine bakılırsa, şu kanaate varmak mümkündür: “Hamas, mecburiyetleri kalkarsa, İran’ı unutur.” İşte bu imajından dolayı Hamas’a teklifler yapılmaktadır.
Bildiğiniz gibi Katar Emiri, Kurban Bayramı günlerinde Gazze’deydi. Bu seyahatin, “Gazze ablukasını bitirdiği” gibi, insanı gülümseten yorumları bile yapıldı. Ne konuştuklarını adım gibi biliyorum. Tutanaklar elimde olsaydı bile konuştuklarını bundan daha iyi bilemezdim: “İran’dan uzaklaşmak ve Arafat gibi İsrail’le barış yapmak(!) için ne istiyorsunuz?” Hamas bu tekliflerin kendisine yapılıyor olmasından dolayı kendini çek etmeli ve imajı üzerine yeniden düşünmelidir; çünkü “Hem yaşamak istiyorum, hem de şehit olmak istiyorum; hem direnmek istiyorum, hem de canımın yanmasını istemiyorum.” demek olmaz.
“Tâlût, ordu ile hareket edince, ‘Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.’ dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, [geride kalanlar] ‘Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.’ dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: ‘Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.’ [Talût’un askerleri,] Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et!’ derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davut da Câlût’u öldürdü… (Bakara: 249-251)”