“FETÖ”nün nereye nasıl, ne kadar, hangi dayanaklardan yararlanarak… sızdığı tartışmaları, siyasette ve medyada hız kesmeden sürüyor. Herkes kendi tuttuğu mevziden “açıklamalar” getiriyor, “çözümler” buluyor. Sınıflar üstü ve birbiriyle mücadele etmeyen partilerin topluluğuna indirgenen demokrasi anlayışı kutsanırken, yine eski asker, stratejist, siyasi parti sözcüsü, gazeteci,… herkes, kendi açısından böyle bir demokrasinin kurulması için yapılacaklarla ilgili manifestolar ilan ediyor. Darbe girişiminin buraya kadar gelmiş olmasında “gaflet” mi var, “delalet” mi var, “ihanet” mi var? tartışması giderek daha da büyüyeceğe benziyor.
Bütün bu sorular ve verilen yanıtlar içinde iki soru gündemin önüne çıkmaktadır.
Bu sorular şunlardır:
1) OHAL ne zamana kadar sürecek; OHAL’in kaldırılmasının koşulları nedir; “darbe ihtimali” sürdüğü sürece OHAL sürecek midir?
2) Cumhuriyet tarihinin en önemli saldırısı ilmek ilmek dokunurken bu ülkeyi kim yönetiyordu; darbenin siyasi sorumluluğu kimdedir?
DARBE İHTİMALİ KALKMADIKÇA OHAL SÜRECEK Mİ?
OHAL ilan edildiğinde Adalet Bakanı Bozdağ ve Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, “OHAL’i üç aylığına ilan ettik ama bu devletin devlete karşı ilan ettiği bir OHAL’dir. Umuyoruz ki OHAL’i üç ay bitmeden de kaldırırız” demişlerdi. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hükümet temsilcilerinin aksine, “Gerekirse OHAL üç ay daha uzatılabilir” diyerek tartışmaya son verdi.
Kamuoyunda da “OHAL ne zaman kalkar?” tartışması, “OHAL ülkede koşullar normale dönünceye kadar sürmeli” ile başlayıp “Darbe ihtimalinin ortadan kalkmasıyla OHAL kalkmalı”ya kadar götürülmektedir.
Elbette ki herkesin “normali farklı” olduğu için tartışma, daha çok “darbe ihtimalinin kalkmasına” bağlanmaktadır. Bu ise OHAL’in sonsuza kadar süreceği anlamına gelmektedir. Çünkü; Türkiye gibi ülkelerde “darbe ihtimali” hiçbir zaman sıfırlanamaz. Bu da “OHAL darbe ihtimali ortadan kalkıncaya kadar sürdürülmeli” anlamına gelmektedir. Ki, bunun pratikteki karşılığı Hükümete OHAL’i canının istediği kadar sürdürmesi için açık çek vermek demektir.
Bu yüzden de OHAL’le “darbe ihtimali”nin ilişkisini kesen bir yaklaşımla, OHAL’in derhal kaldırılması ve “olağan hale” dönülmesinde, demokrasi ve özgürlükleri geliştiren tutumun “Darbeleri önleyecek tek seçenek” olduğunda ısrar etmek gerekmektedir.
DARBE İNCE İNCE DOKUNURKEN ÜLKEYİ KİM YÖNETİYORDU?
Gerek TV kanallarına çıkan Hükümet yetkilileri başta olmak üzere siyasiler, gerekse medyada her kesimden gazeteciler, stratejistler, siyasi bilimciler; “Bu darbeyi kim, nasıl yaptı; arkasında kim vardı”yı tartışırken, darbe girişimi bu kadar ince ince, yıllar boyunca dokunurken nasıl fark edilmediği de tartışılmakta; “ihmal”den “aymazlığa”, “göz yummaktan iş birliği”ne, “kol kanat germekten” ihanete kadar çeşitli kişiler, makamlar, kurumlar suçlanmaktadır. Ama bu suçlamalarda bir fikir açıklığına varmak için sorulması gereken ilk sorudan; “Bunca yıl boyunca ‘FETÖ’ ince ince örgütlenirken bu ülkeyi kim yönetiyordu ve siyasi iktidarın bu darbe girişimi karşısındaki sorumluluğu nedir?” sorusundan kaçınılmaktadır.
SİYASİ SORUMLULUK ATLANARAK BİR YERE VARILAMAZ
Oysa bu soruya yanıt verilmeden diğer sorulara anlamlı bir yanıt verilemez. Çünkü; darbe girişimini yapanlar uzun yıllar koalisyon ortağı olarak çalışmakla kalmamış, aynı zamanda Hükümetin izlediği iç ve dış politikada her fırsatı değerlendirecek biçimde teşvik edilmiştir. Örneğin önceki gün kapatılan “FETÖ” ile bağlantılı olduğu iddiasıyla kapatılan okullar, gazeteler, TV kanalları, dergiler ve yayınevlerinin nasıl desteklendiğinin açıklanması bile sadece “FETÖ”nün devleti nasıl dolandırdığını değil ondan da fazla devletin imkanlarının bu çeteye nasıl peşkeş çekildiğini; dolayısıyla ülkeyi yönetenlerin sorumluluğunu gösterecektir!
Yine AKP hükümetlerinin uzun yıllar ortağı olan “FETÖ”, izlenen iç ve dış politikaya yön verecek ölçüde etkili olurken yargı, emniyet, TSK başta olmak üzere devlet kurumlarında büyük ölçüde örgütlenmiştir.
Evet elbette ki devlet içinde illegal olarak örgütlenenin suçu, sorumluluğu vardır ve onun için şimdi “yargılanacaklar”, “hesabını verecekler” denmektedir. Ama Fethullahçı bir cemaat örgütlenmesinin 2004’ten (“FETÖ” ile ilgili en ayrıntılı araştırmayı yapan Hanefi Avcı, Cemaatin 2004’ten itibaren atağa geçip bir terör örgütüne dönüştüğünü iddia ediyor) itibaren darbe yapacak kadar güce erişen FETÖ’ye dönüşmesinin sorumluluğu siyasi iktidardadır. Bu görülmeden, bu sorumluluk ve sorumluluğun gereği olan yaptırımlar da konuşulmadan “FETÖ” üyelerine ağır cezalar vermek ne kamu vicdanında “Adalet yerini buldu” duyusunu güçlendirir ne de demokrasinin gelişmesine bir katkı yapar. Olsa olsa “FETÖ”cülerin boşalttığı yere AKP’li kadroların gelmesiyle sonuçlanır!
DARBELERİN PANZEHİRİ ÖZGÜRLÜKLERİ GENİŞLETMEKTİR!
Başka bir söyleyişle özgürlükler ve demokrasinin geliştirilmesiyle birleşmeyen bir “FETÖ’ tasfiyesi” ve “yeniden yapılanma” sadece yeni darbe ve cuntalar için zemini genişletir. Onun içindir ki, gerek Evrensel gerekse bu köşeden her vesileyle özgürlüklerin geliştirilmesi ve demokratikleşmenin darbelere karşı mücadelede ne kadar vazgeçilmez olduğuna dikkat
Onun içindir ki, OHAL “darbe ihtimalinin varlığı”na bağlanamaz, darbe girişimlerini caydırmanın yolu OHAL’lerin uzatılmasından değil demokrasinin geliştirilmesinden geçer diyoruz.
Onun içindir ki, bugün “darbelere” ve “tek parti tek adam rejimine” karşı mücadelede asıl olan gerçek bir laisizm ve demokratik Türkiye mücadelesidir diyoruz.
SICAK GÜNDEMİN BAŞLIKLARI
– Darbe girişimi sonrasında başlatılan soruşturmalar sonucunda 149 general ve amiral, 1099 subay, 436 astsubay TSK’den atıldı. Kamudan çıkarılanların sayısı da 66 bini buldu.
– Önceki gün tarihin en kısa YAŞ toplantısında komuta kademesinde bir değişiklik yapılmadı. Demek ki “dereyi geçme” henüz tamamlanmamış!
– Cumhurbaşkanı kendisini ziyaret eden Meclis Başkanlık Divanı üyelerine, MİT ve Genelkurmayın Cumhurbaşkanlığına, kuvvet komutanlıklarının da Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasını istediğini, Meclisin konuyu değerlendirilmesini istedi.
– Milli Savunma Bakanı, askeri okulların kapatılacağını açıkladı!
– “FETÖ”ye yönelik asker ve “sivil” gözaltılar ve tutukluların sayısı da günbegün artıyor. Suçlamalar aşağı doğru indikçe “FETÖ” ile ilgisi olmayan (örneğin KESK üyesi) kamu emekçilerinin de fırsat bu fırsattır denerek işten çıkarılması, gözaltına alındığı, girişimleri de artıyor. OHAL’i bahane eden YÖK, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenleri üniversiteden atmaya devam ediyor.
– “Hrant Dink cinayeti”, “Roboski Katliamı”, “Rus uçağının düşürülmesi” gibi katliamların “Siyasi iradenin ve sıralı yetkililerin suçu yok. Bunlar “FETÖ”nün marifetleri” olarak gösterilip “kapatılmak” istendiğine dair iddialar bakanların katılmasıyla da sürüyor.
– Eğitimcilerin uzun yıllar verdikler mücadele ile kaldırılan “sözleşmeli öğretmenlik”, KHK ile, “20 binden fazla yeni öğretmen alınacak” müjdesi eşliğinde KHK ile yeniden getirildi.
– Hem TSK’den hem de kamudan işten çıkarılanın sayısının artacağı belirtiliyor.
– Meclis dumanlı havadan yararlanarak “Varlık Barışı” yasa tasarısını komisyondan geçirken Uluslararası İş Gücü Yasası da Meclisten geçirildi.