Dün, Türkiye’nin “genel eylem günü”ydü. Ve ülkenin her yanında işçiler, kamu emekçileri çeşitli sektörlerden emekçiler, emek örgütlerinin temsilcileri, kimi yerde iş bırakarak, kimi yerde bildiri okuyarak, kimi yerde alanlara çıkarak taleplerini haykırdılar.
Elbette ki; 22 Şubat’ta alınan karar göz önüne alındığında dünkü eylemler kararın gerisine düşmüştür. Ancak bu kararın üç konfederasyon tarafından geriye çekilmesinden sonra bile, eylemin tüm ülke sathında yaygın bir biçimde yapılabilmiş olması, kararı geriye çekenlerin emekçilerden nasıl geriye düştüklerini gösterdiği gibi, emekçilerin mücadele isteğinin düne göre geriye düşmediğini de göstermiştir.
Yani emekten yana güçlerin bu günün “bir genel grev günü” olması için çaba gösterenlerin moralini bozacakları, hatta “tüh başarısız olduk” diyecekleri bir şey yoktur. Tersine bütün arkadan hançerlemelere karşın, emekçiler taleplerini çeşitli biçimlerde ifade ederek, 22 Şubat kararını geriye çekenleri lanetleyerek mücadele kararlılıklarını sürdürdüklerini göstermişlerdir.
“Dünkü eylemlerin önceki eylemlerden farkı nedir?” sorusunun yanıtının bugün çok önemli olduğu açıktır.
Bu yüzden de “Dün neler oldu?”nun yanıtın sayfalarımızdaki haberlere bırakarak şu yukarıdaki sorunun yanıtına ilişkin dünün ortaya çıkardığı farkın üstünde duralım.
26 Mayıs’ın en kendine has özelliklerden birisi; emekçilerin eylem coşkusuna bir “gerilim”in de eşlik etmesidir. Alışılmış olunan; emekçilerin alandaki coşkusuna sendikaların, konfederasyonların yüceltilmesinin eşlik etmesidir: “İşte işçi, işte sendika!”, “İşte sendika işte başkan!” gibi. Ama bu sefer hemen her konuşmacı, her basın açıklaması, hatta her ağzını açan; önce konuşmasına, Türk-İş’in başkanından başlayarak sendikacıları, eylemi geriye çeken konfederasyonları eleştirerek başlıyordu.
Pankartlarında, sloganlarda dövizlerde de bu düşünce yansıyordu. Öyle ki, Türk-İş’e bağlı İstanbul’daki sendika şubeleri, Türk-İş üst yönetimini protesto etmeyi eylemlerin merkezine koyarak Türk-iş Bölge’ye yürüdüler. Coşkuya eşlik eden “gerilim”in nedeni, işte bu işçinin kendi sendikacılarını açıkça eleştirmeye başlamasıdır.
TEKEL işçilerinin eylemi içinde; Türk-İş Genel Başkanı’na eleştirilerle gelişip; dün zirveye çıkan bu eleştirel tutum göz önüne alındığında şunu söyleyebiliriz ki; 26 Mayıs’a gelen süreç (eylemin kendisi de) “Bize nasıl bir sendika lazım?”; “Bizim sendikacılarımız nasıl olmalı?” sorusunu sendikal hareketin gündeminde üst sıraya yükseltmiştir. Ve bundan böyle her önemli eylemde; her önemli gelişmede, sendika toplantılarında, özellikle de kongrelerinde; sendikalar ve sendikacılar da işçilerin, emekçilerin, emek mücadelesinin önde yürüyen kesimlerinin gündemine girecektir. Dolayısıyla sendikal mücadelenin üstünden hareket ettiği koşullar; 26 Mayıs’ın Türkiye’de sendikal mücadelenin ve sendikaların yeniden yapılanması için dönüm noktası olması ihtimali çok güçlendirmektedir. Elbette, sermaye ve hükümetlerine yönelik mücadelenin bir bileşeni olarak!
Emek mücadelesinin taleplerinin aciliyeti ve kapsamının bir genel grev ve direnişler sürecini biçimlendireceği de göz önüne alındığında; mevcut sendikaların yeniden yapılanması, sendikacıların bu ihtiyaca yanıt verecek bir karakter kazanması da bir zorunluluk olacaktır elbette. Artık, en azından bugünden itibaren sendikal hareketin gündeminin bir bileşeni sermaye ve hükümete karşı mücadeleyse öteki bileşeni de “Bize nasıl sendikacılar lazım, sendikalarımızı yeniden nasıl örgütlemeliyiz?” sorusunun yanıtını vererek gereğini yapmaktır.
Bu açıdan bakıldığında 26 Mayıs’ı geriye çekenler, aynı zamanda “kötülükten bir iyilik doğurtulması”nın, sendikal mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda sendikaların yeniden biçimlendirilmesi ve “sendikacıların rollerini nasıl olması” gerektiğini(*) ileri kesimleri başta olmak üzere işçilerin, emekçilerin gündemine sokmuştur. Artık buradan geriye dönüş de zordur.
(*) Emek Partisi’nin pazar günü Memet Kılınçaslan’ın anısına yapılan toplantıda tartışmanın merkezindeki, sendikaların yeniden örgütlenmesi ihtiyacını kastederek; “Nasıl yapmalı?” sorusunu gündeme alması ile işçilerin, emekçilerin bu yeni tutumlarıyla birleşmesi de
ayrıca bir öneme sahip olmuştur.
Evrensel