Musul’un IŞİD’den geri alınmasına yönelik savaş sürerken, Türkiye’nin “Sahada da masada da olacağız” iddiasıyla yaptığı girişimler de devam ediyor. Ama propaganda alanındaki söylem girişimleri de çok aşmış görünüyor. Örneğin, yetkililer “savaş uçaklarımızla koalisyona katıldık” derken ABD’den yapılan açıklama, “Bizim haberimiz yok” biçiminde olabiliyor.
Dahası önceki gün ilk kez, Suriye’deki PYD-YPG güçlerine yönelik hava saldırılarında 160-200 PYD-YPG’linin öldürüldüğü açıklandı. Ki, eğer bunlar doğruysa Suriye’de “ikinci bir cephe” açılmış olmaktadır.
Türkiye’yi yönetenlerin, bölgedeki çatışma ve savaşa bu ölçüde hevesliliğinin arkasındaki “stratejik” hesabı da önceki gün Saray’da yaptığı “Muhtarlar toplantısında” Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı!
‘LOZAN’LA BAŞLADI ‘YENİ STRATEJİ’YE GELDİ!
Cumhurbaşkanı önceki gün yaptığı muhtarlar toplantısındaki konuşmasında yine “Lozan”dan başladı. “…Biz 780 bin kilometrekareye nereden geldik biliyor musunuz? 20 milyon kilometrekarelerden geldik. 1923’ün psikolojisiyle hareket edemeyiz, bununla hareket etmek milletimize yarar sağlayamayacaktır. Çünkü biz Kurtuluş Savaşımızı ‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır’ diyerek yürüttük. Bizi hattı müdafaa demeye zorlayan anlayışı geride bırakmalıyız…Türkiye artık bu yanlış güvenlik anlayışını terk etmiştir, bunu bitirmiştir. Bundan sonra sorunların kapımızı çalmasını beklemeyeceğiz. Terör sorunumuz mu var? Terör örgütlerinin gelip saldırmasını beklemeyeceğiz. Bunlar nerelerde yuvalanıyorsa gidip tepelerine tepelerine bineceğiz. Suriye’de, Irak’ta bize yönelik tehditler mi var? Sınırımıza dayanmasını beklemeyeceğiz” sözleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan, “yeni güvenlik stratejisi” dediği stratejiyi açıkladı.
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” temalı geleneksel Cumhuriyet dış politikasını hor görüp “Aktif dış politikaya dönüş”, “yeni Osmanlıcılık ” derken buraya, “Terör örgütleri neredeyse oraya gidip vuracağız” iddiası arkasında komşu ülkelerin topraklarında askeri operasyonlar yapmaya meşruiyet kazandırmaya gelineceği belliydi ve hızla da gelindi!
Çünkü girilen yol, sonu olmayan, siz “ileri” gittikçe “tehdidin daha da büyüdüğü, güvenliğinizin daha çok tehdit edildiği bir yoldu. Ama bir kez girilince de artık “yıkılıncaya” kadar da gidilmesi gereken bir yoldu!
Doğrusu Erdoğan-AKP Hükümeti de bu “yıkılışı” hızlandırmak için elinden geleni yapıyor!
BUSHÇULARDAN BİREBİR ALINMA ‘YENİ STRATEJİ’
Ama bu strateji aslında Erdoğan ya da onun akıldaneleri tarafından üretilmiş, (belki de “yaratılmış” demek gerekir) bir strateji değildir. Bu stratejiyi ABD 1990’larda ‘neoconlar” “önleyici savaş doktrini” olarak öne sürmüşler, Bush’un şahsında da devlet politikası haline getirmişlerdi.
Irak’ın işgali, Afganistan’a müdahalesi, 2001’deki El Kaide’nin 11 Eylül saldırıları sonrasında dünyanın her yanına askeri müdahale etme amaçlı askeri üsler kurma girişimi, işte bu “uluslararası terörizme karşı mücadele”, “teröristleri nerdeyse oraya gidip oları yok etme” politikası gereği olarak yapılmıştı.
Sonucunu biliyoruz!
Önce Irak kolayca işgal edildi ama sonraki on yıl boyunca Irak’tan “çıkmak” için debelendi durdu ABD. Yüz binlerce Iraklı hayatını kaybetti. Sonuçta Irak’ta Saddam dönemi aranır oldu. Irak bugün yeniden “kurtarılması gereken” bir ülkedir.
Afganistan’da ise Taliban güçlendi, Pakistan’a da etkisini yaydı. ABD ve koalisyon ortakları, Taliban’la anlaşarak Afganistan’dan çıkmak istiyor ama çıkamıyorlar!
Ve nihayet 2001’lerin başında girilen bu strateji başarılı olamadığı gibi, bu stratejinin “yok etme” amacı ilan edilen terör örgütleri de daha da güçlendiler, etki alanını genişlettiler.
Ve ABD bu stratejiyi sekiz-on yıl önce çöpe atmak zorunda kaldı ve yıllardır bu stratejinin enkazını kaldırmak için uğraşıyor. Ve şimdi Türkiye bu çöpe atılmış stratejiyi “yeni stratejisi” ilan ediyor.
VARILACAK YER ‘KOMŞULARLA SAVAŞ’TIR!
Şimdi böyle bir dünyada Cumhurbaşkanı Erdoğan “Teröristler neredeyse oralara gidip tepelerine bineceğiz” diyor.
Ve bu söylem iki gündür, “terörizme karşı mücadelede yeni strateji” gibi sunuluyor. Ki yakında bunu, “Erdoğan doktrini” olarak süsleyeceklerinden şüphe etmek için bir neden yok.
ABD’nin, mali gücü, diplomatik-siyasi imkanları, uçak gemileri, dünyanın dört bir yanına yayılmış askeri üsleriyle, emrine amade NATO’suyla bu stratejinin çökmesini önleyemediği dikkate alındığında, Türkiye’nin bu “önleyici savaş stratejisini nasıl yürüteceği” elbette ki ilk akla gelen sorudur. Ama, mevcut konjonktür dikkate alındığında asıl “tehlike” çok daha yakındır. Çünkü Türkiye, Suriye rejimini “terörist bir rejim” olarak görmekte, bunu açıkça her gün yinelemektedir. Dahası Hükümet, Irak rejimini de her an Suriye ile aynı gördüğünü açıklayacak bir “sınırda”dır! Bu durumda, Türkiye’nin bu iki ülkede “rejimleri yıkmak” için askeri müdahale yapabileceği anlamı da çıkar ki, bu iki ülkeyle ve oların müttefikleriyle de savaş demektir.
Ve bu “askeri güce dayalı stratejiye” bağlı girilen yolda, her “ilerleyiş”, ilerleyen gücün arkasındaki topraklardaki “terörizm tehdidi”ni daha da artırmanın yanında komşularla savaşmayı da gündeme getirecek bir yoldur. Ki bu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilan ettiği stratejinin ne kadar çıkmaz bir yolun kılavuzu oluğunu açıkça göstermektedir.
BU ‘YENİ STRATEJİ’DE ISRAR EDİLİRSE…
Peki bütün bu gerçekler herkesin görebileceği kadar açıkken, “Türkiye neden bu, ABD’nin bile sürdüremediği ve bütün bir Obama dönemi boyunca ortadan kaldırmak için uğraştığı stratejiyi üstelik ABD’den farklı olarak (ABD sınırlarının çok uzağında bu operasyonları yapıyordu) komşularıyla savaş riskini göze alarak ilan etmektedir?” sorusunun karşılığı son derece önemlidir. Ve bu “dış politika stratejisi” gibi görünen bu “yeni strateji”, “AKP Anayasası”, “başkanlık sistemi”, “Tek parti tek adam rejimi”, “muhafazakar toplum ve dindar nesiller yetiştirme”… gibi AKP rejimi kurma girişimleriyle bağlantılıdır. Çünkü böyle bir çatışma, savaş stratejisinin yaratacağı gerilim ve kargaşa ortamı olmadan Erdoğan-AKP Hükümeti, kendi amaçlarının arkasında yeterli çoğunluğu toplama şansının olmadığını görmüştür. Bunun için de halk yığınlarının aklını “dış düşmanlarla” savaş çığlıklarıyla, “şehitler”, “gaziler” üstünden oluşturulan mitoslarla karıştırmayı amaçlamaktadır.
Ama böyle bir dünyada ve bölgenin gerçekleri dikkate alındığında bu “yeni stratejinin” gösterdiği yoldan yürünürse, geriye “muhafazakar bir toplum”, bir “tek parti tek adam rejimi” kuracak bir Türkiye kalır mı sorusu karşımıza çıkar; ki, bu da gündemin en önemli ve üstünde düşünülmesi gereken sorusudur!