Şuara suresinin 10 – 33’ncü ayetler grubunda Hz. Musa ile Firavun’un büyük mücadelesi konu edilmektedir. Firavun, Hz. Musa’nın tebliğini reddetti, mesajlarını hiç dikkate almadı ve işte ondan sonra ikisi arasında müthiş bir mücadele yaşandı. Bu olay belki de insanlık tarihinin en büyük yüzleşmelerinden birisidir. İşte konunun Kur’an’daki Arapça metnin Türkçe meali:
Rahman Rahim Allah’ın Adı İle
10- Ve hani senin Rabbin, zalim toplumuna gitmesi için Musa’ya seslenmişti. 11- Firavun’un kavmine! Sakınıp korunmazlar mı? 12- (Musa) Dedi ki: “Rabbim, doğrusu beni şiddetle yalanlamalarından korkuyorum!” 13- “Ve göğsüm daralıp dilim dolaşır, onun için elçiliği Harun’a ver.” 14- “Onlara göre üzerimde bir suç da var. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.” 15- (Allah) Dedi ki: “Hayır, asla! Ayetlerimle ikiniz ona gidin! Gerçekten biz sizinle birlikte işitenleriz.” 16- Haydi Firavun’a gidip deyin ki: “elbette âlemlerin Rabbinin resulleriyiz. 17- İsrail Oğullarını bizimle birlikte gönder!” 18- (Firavun) Dedi ki: “Seni bir çocuk olarak içimizde yetiştirmedik mi? Yıllarca ömrünün bir kısmını aramızda geçirdin” . 19- “Ve sen yapacağını yaptın. Elbette yaptığınla artık sen nankörlerdensin. 20- (Musa) Dedi: “Onu yaptım. Ben o zaman ne yaptığını bilmeyenlerdendim, 21- öyle olunca sizden korktuğum için kaçtım. Sonra Rabbim bana Hüküm hibe etti ve beni Gönderilmiş Elçilerden yaptı”. 22- Ve şu başıma kaktığın nimet, İsrail Oğullarını kendine köle yaptığın yüzündendir. 23- (Firavun) “Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi. 24- (Musa) “Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Eğer kesin olarak inanacaksanız” dedi. 25- (Firavun) “Çevresindeki kimselere yönelerek, işitmiyor musunuz?” dedi. 26- (Musa) “Sizin Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi. 27- (Firavun) “Size gönderilmiş olan Resulünüz, gerçekten mecnundur!” dedi. 28- (Musa) “Eğer aklınızı kullanıyorsanız anlayacaksınız ki O, Doğunun – Batının ve ikisi arasındakilerin Rabbidir” dedi. 29- (Firavun) “Benden başka bir ilah edinirsen, kesinlikle seni, zindana atarım” dedi. 30- (Musa) “Sana apaçık, açıklanmış bir şeyi(gerçeği) getirsem de mi?” dedi. 31- (Firavun) “Haydi öyleyse onu getir, eğer doğru söyleyenlerdensen” dedi. 32- Bunun üzerine (Musa) asasını attı, işte o anda apaçık yılan. 33- Ve elini çıkardı. Bakanlar için o anda bembeyaz.
Hz. Musa ve Firavun’un tanışıyor olmaları ve aralarında geçmişte kalan ilişkilerin de bulunması, karşılıklı konuşmalarda/tartışmalarda kendisini gösteriyor. Aralarında geçen sözlü tartışmanın yukarıdaki ayetler grubunda geçen ifadelerde bir evrensellik var. Bu durumu en çok da “nankörlük” bağlamında görüyoruz. Şunu demek istiyorum: gündelik hayatta bu tür tartışmalarla her kesimde sıkça karşılaşıyoruz. En çok da akrabalar ve aralarında iş birliği ilişkileri ile aynı çalışma alanları içinde olanlarda görülmektedir. Elbette uluslar arası ilişkilerde de bu durum değişik şekillerde pratiğe yansımaktadır. Burada söylediklerime en uygun örnek 19’ncu ayette geçen “nankörlerdensin” ifadesidir. Bu kelimenin metinde geçen şekli “minel kâfirin”dir. Buradaki bağlamında kelimenin Türkçe kullanımı olan “nankör” ifadesi uygundur. Ancak bu noktada kelime hakkında birkaç söz etmek yerinde olur. Önce geniş bir anlam haritası bulunan“Kâfir/kfr” kavramının anlamlarına birkaç sözlükten bakalım:
Küfür/Ke-fe-re/Kfr;): “El küfrü” sözcüğü dilde, ‘bir şeyi örtmek veya gizlemek’ demektir. Gecenin “kâfir” olarak nitelenmesinin nedeni, bireyleri örtmesi ya da gizlemesidir. ‘Tohumu yerin içine gizlemesinden’ dolayı ‘ekinci/çiftçi’ de “kâfir” diye nitelenmiştir. Meyvenin, kendini gizleyen kapçıklarının adıdır (El kâfur). “Küfrü el nimeti, küfran el nimete”: Şükrünü eda etmeyi bırakarak nimeti örtmek veya gizlemektir. Küfrün en büyüğü, ‘vahdaniyeti, şeriatı veya peygamberliği, kalpte doğrulukları bilindiği halde (zahiren) inkâr etmektir. Kalpte doğrulanan, onaylanan veya doğruluğu kabul edilen bir şeyi (zahiren) inkâr etmek, reddetmek veya onun doğru olduğunu kabul etmemek ve kalpte inkâr edilen, reddedilen veya doğruluğu kabul edilmeyen bir şeyi (zahiren) doğrulamak, onaylamak veya doğru olduğunu kabul etmek. Küfr sözcüğü daha çok ‘dinle’ ilgili kullanılır, küfuur sözcüğü ise, her ikisinde de kullanılır (İsra 17: 99; Furkan 25: 50). Her ikisiyle ilgili fiil olarak ‘kefere’ denir. İsmi faili de ‘kâfir’ şeklinde gelir. Yüce Allah ‘küfran’ anlamında şöyle buyurmuştur: “… Tahtının yanında onu da yerleşmiş görünce (Süleyman) dedi ki: “Bu Rabbimin lütfündendir; şükür mü edeceğim? Yoksa küfran mı? Her kim şükür ederse sırf kendi lehine eder, her kimde küfranda bulunursa şüphe yok ki benim Rabbim cömert ve zengindir.” (Neml 27: 40). Ayrıca bkz: (Bakara 2: 152; Şuara 26: 19; İbrahim14: 7).
Gerçek sahibinin Yüce Allah olduğu bilindiği halde, nimeti inkâr etmeye ‘cuhuudu’ ul ni’mete’ delalet ettiğinden dolayı “küfran” sözcüğü ayrıca ‘kalben doğruluğu bilinip (zahiren) inkâr etmeye (cuhuud) anlamında kullanılır hale gelmiştir. Mutlak anlamda ‘kâfir’ sözcüğü ise, yaygın dilde ‘vahdaniyeti, şeriatı veya peygamberliği ya da bunların her üçünü kalben doğruladıklarını bilip inkâr eden kimseyle’ ilgili kullanılır. Bazen, şeriatı terk eden veya ihmalkârlık gösteren ve kendi üzerine düşen Allah’a şükür vazifesini terk eden kimseye’ de ‘kefere’ denebilmektedir Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Her kim küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir.” (Rum 30: 44). Kâfir sözcüğüyle, ‘hakkı gizleyen veya örten kimse’ kast edilir ve mutlak küfür fasıklıktan daha büyük günahtır. “Her kim bile bile Allah’ın(c.c.) hakkını inkâr ederse, bu zulmü nedeniyle Rabbinin emrinden çıkmış (fasık) olur.” (Nur 24: 55). Nimete nankörlükte aşırı giden kimseler de küfür içindedir (Zuhruf 43: 15; Hac 22: 66). (Günahı) hiç işlenmemiş derecesine gelecek şekilde gizlemek ve onun üzerini örtmek(et tekfir). Bir tür güzel kokudur (kâfuur). Kâfir sözlükte “kefere” kökü mastar olarak “gizlemek ve üstünü örtmek” demektir. Bu nedenle Arapça’ da geceye, denize, büyük nehre, ekiciye, ıssız uzak bölgelere, meyve tomurcuğuna, kalça etlerine kocasına nankörlük eden kadın için, bu kökten gelen kâfir, kâfur, kâfire, küfran gibi kelimeler kullanılmıştır. Bütün bunlarda ortak anlam bir şeyi örtmek, gizlemektir. Terim olarak küfür imanın zıddıdır.
Yani bir kimsenin iman etmesi gerektiği halde iman etmemesi, vahyi, vahiyle birlikte gelen değerleri; Allah’ı, Kur’an’ı, ahreti, peygamberin söylediklerini örtmesi, inkâr etmesi yalanlaması, doğruluklarını kabul etmemesidir. Buradaki küfür Türkçe’ de bir kimseye “ağız olusu küfretmek”, “belden aşağı küfretmek”, “ana avrat küfretmek” “sövmek” (sebtetmek) anlamında değildir. Keza tarih içinde şekillenerek oluşan “Türk olmayan gâvur” anlamında da değildir. Karşıt, düşman anlamında Kur’an’ın “ötekisi” ni ifade eden bir terimdir. Kur’an, ortaya koyduğu anlamlar, değerler ve kurallar bütününü içtenlikle benimseyenlere “mümin”, bunun karşısında yer alanlara da “kâfir” demektedir. “Allah ile yürüme” hareketinin karşısında yer alan, onu bastırmaya, engellemeye, durdurmaya, örtbas etmeye çalışan herkes “kâfir” kategorisine sokularak dışlanmıştır. Bu anlamda kâfir imanı olmayan değil, Kur’an’ın ortaya koyduğu harekete karşı çıkan, bilinçli olarak onu örtbas etmek, durdurmak, yok etmek isteyen “aktif militan” tutumu ifade etmektedir. Allah’ın bildirilerine karşı dikilenlerdir (kâfirler) . Cezasını çekmek. Kefaretini ödemek. Araba tekerleği(kefir).[1]
Nankör kelimesi gündelik dilde iyilikbilmez, iyiliğe karşılık kötülük yapan, şiddetli vefasızlık, hep şikâyet edip duran, doyum nedir bilmeyen, kanaat etmeyen vs şeklinde kullanılır. İşte Firavun, Hz. Musa’yı bunlarla suçluyor, eleştiriyor ve kınıyor. Bunu Hz. Musa kabul ediyor ve çok önemli bir mazeret belirtiyor ve: “Ben o zaman ne yaptığını bilmeyenlerdendim” diyor. Yani açıkçası Musa(as) itiraf ediyor. Ayetlerde de görüldüğü gibi Firavun elindeki kozu bırakmadan aynı noktada durup Hz. Musa’yı eleştirip duruyor.
“18- (Firavun) Dedi ki: “Seni bir çocuk olarak içimizde yetiştirmedik mi? Yıllarca ömrünün bir kısmını aramızda geçirdin” . 19- “Ve sen yapacağını yaptın. Elbette yaptığınla artık sen nankörlerdensin. 20- (Musa) Dedi: “Onu yaptım. Ben o zaman ne yaptığını bilmeyenlerdendim, 21- öyle olunca sizden korktuğum için kaçtım. Sonra Rabbim bana Hüküm hibe etti ve beni Gönderilmiş Elçilerden yaptı”.
Hz. Musa’nın ısrarla söylediği bir cümleye Firavun dikkat etmiyor. Onu görmezlikten geliyor. O ha bire bütün kâfirlerin çak maharetli oldukları gerçekleri örtme fırsatını kullanmaya çalışıyor. Hz. Musa’nın hayatında meydana gelen büyük değişikliği hiç dikkate almıyor. Hz. Musa geçmişte yaşadıklarını unutmuş görünüp reddetmiyor. O, Firavun’a yeni durumundan söz ediyor: “Sonra Rabbim bana Hüküm hibe etti ve beni Gönderilmiş Elçilerden yaptı”.
Hz. Musa ile Firavun kıssası bilindiği gibi Kur’an’da çeşitli yönleri ile anlatılmıştır. Hatta Kur’an’da bu kıssa en çok yer tutmakta ve çeşitli yönleri ile geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Aslında “nankör” olarak Hz. Musa yerine Firavun ve onun gibiler suçlanmalı ve eleştirilmelidir. Firavun bir çocuğu alıp büyütmüş, bunu ikide bir ortaya koyup başa kakıp duruyor. Oysa Allah, bütün evreni ve evrendeki çeşitli varlıkları yaratmış, bilmem şu kadar çocuğun rızkını vermiş. Firavun bunu görmüyor. Tabi, hakikatlerden uzak olunca böyle olur.
Ayetteki “dallin” kelimesini “bilgisizler” olarak açıklayabiliriz. Buna bağlı olarak şunu söyleyebiliriz: Hz. Musa, önceleri vahiy ve bununla ilgili bilgilere sahip değildi. Ancak Allah şimdi ona “hüküm hibe etti”. Artık Hz. Musa birçok şeyi biliyor, elinde bir Hüküm, Kitap var. İşte Firavun bunu içine sindiremiyor.
“ Sonra Musa şöyle dedi: “işte başıma kaktığın o nimet, İsrailoğullarını köle ettiğin içindir.” Bana yapmış olduğun iyilik ve beni yetiştirip büyütmen, İsrailoğulları’ na karşı yaptığın kötülüğün karşılığıdır. Onları köleler ve hizmetçiler yaptın. İşlerinde ve tebaanın zorluklarında onları kullandın. Onların bütününe kötülük yapmış olman karşılığında onlardan bir tek kişiye iyilikte bulunmuş olman yetmiyor mu? Onlara yapmış oldukları nispetle senin anlattığın hiçbir değer ifade etmez.” [2]
[1] Ragıp el İsfahani, Müfedat; Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe sözlük; Mevlût Sarı, El Mevarid; Bekir Topaloğlu-Hayrettin Karaman, Yeni Kamus; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat; , D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük; Mahmut Toptaş, Arapça-Türkçe, Türkçe-Arapça Lügat; Kâfir/ke-fe-re/kfr maddesi.
[2] İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, cilt: 11, s.6058, Çağrı Yayınevi, İstanbul-1986.