Sevgili dostlar,
Bugün 24 Temmuz, basın özgürlüğü için mücadele günü…
Türkiye basını sansürün kaldırıldığı 1908’den beri hiç özgür olmadı; ama galiba hiç bu kadar da baskı altında kalmadı.
40 yıl içinde daktilodan bilgisayara, gazeteden televizyona, baskıdan online’a geçişe tanık olan bizim kuşak, ne yazık ki sadece basının değil, bir mesleğin topyekün çöküşüne de şahitlik, belki de aracılık etti.
Büyük çöküşten sonra artık “Niye böyle oldu” diye sorgulamanın, birbirimizi suçlamanın, “kaç gazete kapandı, kaçımız hapiste” diye saymanın bir yararı yok.
Kabul edelim:
Türk basını, AKP’den çok önce patronlarının siyaset ve iktidar tutkusu, sendika karşıtlığı, tekelci yapısı, eleştiriye tahammülsüzlüğü ve bizlerin örgütsüzlüğü nedeniyle büyük oranda esir alınmış durumdaydı. AKP, bu altyapının üstüne kuruldu ve onu kolayca teslim alıp kendi hizmetine soktu.
Şimdi, bu otoriter rejimin sonu yaklaşırken kafa yormamız gereken şey, öncelikle bu enkazın nasıl kalkacağı… İktidara tamamen bağımlı kılınmış, sahte amiral gemileri batırılmış, insan malzemesi neredeyse sıfırlanmış bir medyanın enkazından nasıl yeni, özgür, demokratik bir medya kurabiliriz? Sansürü kaldırmak kolay; içimize nakşedilmiş otosansürü nasıl kaldırabiliriz? Okurun, izleyicinin sahibi olduğu bir yeni yapılanmayı, kamu yayıncılığını, sivil toplumun katılımcılığını, yazı işleri demokrasisini, örgütlü basını nasıl inşa edebiliriz?
Artık teslim alınmış gazetelerin, iktidar borazanı haline getirilmiş televizyonların, sarayda, uçakta yer kapma telaşına girmiş, cüzdan peşinde vicdanını kaybetmiş gazeteci müsveddelerinin ağıtını tutmaktan vazgeçip bunlara kafa yormanın zamanı geldi.
Bir süredir, Nazi yıkımının ardından Alman basınının yeniden inşasını inceliyorum. Her ülkenin koşulları ayrı; ama enkazla başetmenin yolu her yerde aynı:
Önce eski pislik süpürülüyor, sonra eskinin dersleriyle ve imece usulüyle yenisi yaratılıyor.
24 Temmuz, eski ağıtların tekrarına vesile değil, yeni başlangıçların arayışına milat olsun.